CHP, Suriye için barışı şart koşuyor

Aslında, CHP'nin öteden beri Suriye'de huzurun sağlanması için çeşitli girişimlerde bulunduğu biliniyor. Ancak, Kılıçdaroğlu'nun yeni "barış hamlesi" üzerinde durmak gerekiyor.

Gerçekten de, "Türkiye, Suriye krizinde çözüm arayan değil ne yazık ki, sorun yaratan ülke durumunda."

"Krizin bedelini sadece Suriye değil, sadece Türkiye değil bütün dünya çekiyor." gibi sloganlarla ve "Suriye'de barışa açılan kapı" imajı altında yapılan Uluslararası Suriye Konferansı'nda, çeşitli görüşlerin ve iddiaların ortaya atılması toplantıyı hararetlendirirken Kılıçdaroğlu'nun yanısıra İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun konuşmaları yine ilgi ile karşılanıyor.

İstanbul'da önceki gün düzenlenen, bizim de katıldığımız 'Uluslararası Suriye Konferansı'nda konuşmacıların çoğunun aynı görüşü yani "Nereden bakılırsa bakılsın, Suriye sorununun Türkiye'ye baş belası olduğu"nun dile getirildiğine dikkatleri çekmek icap ediyor.

Şimdiye kadar mültecilere 40 milyar dolar harcadığını öne süren Türkiye'nin aslında, askeri ve diğer masraflarla 200 milyar dolara varan bir "maliyet"le karşılaştığı iddiaları da yeni bir tartışma kapısı açmaya namzet görünüyor.

Suriye ile derhal "barış" yapılmasının yollarının aranmasının da dile getirildiği konferansta, ele alınan önemli sorunların, AKP ve "Saray" tarafından "acil bir şekilde" değerlendirileceğini beklemek umut vermiyor.

Çünkü, işin içine her şeyden önce, galiba "mezhepsel" taassuplar giriyor.

Türkiye'nin başı gerçekten de belada !

Çoğu siyaset insanı, diplomat, asker, yazar ve gazeteci; Türkiye'nin Suriye sorunu yüzünden başının belaya girdiğini kabulleniyor.

Türkiye'nin "Arap Baharı" aldatmacasıyla, Suriye'yi yıkmak veya bölmek isteyen Batı ile ittifakından beri bu tez ileri sürülüyor fakat ne yazık ki, olumlu bir gelişme olmuyor.

Üstelik, "kurma" heyecanında bulunduğu ve adına "Güvenli" veya "Tampon" ne derse densin, yaklaşık 900 km uzunluğunda ve 30 km genişliğindeki bölgenin oluşmasının doğuracağı menfi sonuçları ısrarla belirtenler arasında bulunmanın da verdiği heyecan ve kuşku aslında eski tarihlere dayanıyor.

23 Ekim 2013'te yayınlanan "Orta Doğu'nun Kara Kutusu" adlı kitabımızda konuya değinirken;

"…Irak'ın Kuzeyi'ndeki Kürt oluşumunun alacağı mesafe, bu arada PKK'ya sağlanacak gücün, karşımıza çıkışının hesap edilmesi gerekiyor.

Sanki, Türkiye'nin tehlikeli bir tuzağa düşürüldüğü görülüyor.

Her an, umulmadık beklenmedik gelişmeler karşımıza çıkıyor. Hükümetin bel bağladığı "tampon bölge", insani değil politik değerlendiriliyor."

Gibi satırlarımızı hatırlatmak bile yetiyor.

Bu arada, 24 Eylül 2018'de Yeniçağ'da "Tampon bölge daima baş belası" başlıklı yazımızda da kamuoyu aydınlatılmaya çalışılıyor;

"Nereden bakılırsa bakılsın; özellikle eski deneyimler, tampon bölge veya bölgelerin eninde sonunda ülkelerin başına bela olduğu görülüyor.

İsrail'in geçmişte kurduğu ve Irak sınırında meydana getirilen tampon bölgelerde terörün ve çeşitli diplomatik oyunların eksik olmadığı tarihe geçmiş bulunuyor.

Bilhassa, Batı medyası tampon bölgelerini bütün ayrıntılarıyla inceliyor ve sonuçta "baş belası" olduklarını açıklıyor.

Economist Dergisi'nin iddialarının özetini hatırlatmak icap ediyor;

"Bu tür bölgeler daha önce birçok kez tartışıldı.

Ancak Suriye çözülürken bunun ivediliği arttı.

Birkaç yıl önce amaç Suriyeli muhaliflere örgütlenebilecekleri bir alan vermekti.

Daha sonra savaş kötüye gittiği ve binlerce mülteci kaçtığı için insani yardım temelinde gerekçelendirildi.

Bugün Suriye'nin komşuları daha çok kendilerini korumakla ilgili."

Economist'e göre tampon bölgelerin kurulmasının önündeki en büyük engelse, buna karşı çıkan ABD gösteriliyor.

Dergi, Suriye'nin İsrail sınırında daha kısa, BM'nin gözetlediği tampon bölge benzeri alan bulunduğunu ve İsrail'in Suriye'nin komşuları arasındaki en güvenli ülke olarak gözüktüğünü belirtiyor.

Tampon bölge girişiminin "Türkiye'nin başını yeni bir belaya sokmamasını temenni etmekten başka elden bir şey gelmiyor."

Zira, iktidar kanadına büyük "sorumluluklar" yüklenmiş oluyor.

Yazarın Diğer Yazıları