Cesaret, şahsiyet ve söz
Konuşmak daha doğrusu anlam ve düşünce aktarmak büyük ölçüde sözle olur. İktidarları sözlerin kurup sözlerin yıktığı gibi; dostluk ve barışlar da sözle inşa ya da imha edilmektedir. Sessizlik ve suskunluk barışın ve dostluğun doğasına aykırıdır. İtaat, biat, utangaçlık ve baskının ürettiği suskunluğun ise insanlarda bağımlılık yarattığı öteden beri bilinmektedir.
Sonuç alıcı konuşmayı ancak söz söyleme iktidarına sahip olanlar yapabilir. Kendisini gerektiği gibi ifade etmenin yolunu ve yöntemini bilmeyen insanlar için konuşma özgürlüğü; gerçekte özü olmayan boş bir haktır. Konuşmak, diyalogun ötesinde bir durumdur. Demokratik yönetimlerde son sözü çoğunluğu temsil eden meşru yönetimler söyler. Daha çok yapma iktidarına sahip olan yönetimlere karşı, görüş bildirme, itiraz etme ve eylem yapma da yönetilenlerin hem hakkı hem de görevidir.
Uygun yer, uygun üslup ve uygun zaman konuşmanın etkinliğinin asgari şartları arasındadır. Gereğinden fazla konuşmak ya da amaca katkı sağlamayacak konuşmanın yapılmasından daha çok yapılmaması iyidir. Konuşmak için konuşmak insani bir zaaftır.
Konuşmanın özünde iki boyut vardır, “düşünme” ve “eylem”. Düşünce ve eylem arasında bulunan diyalektik dolayısıyla birinin kısmen feda edilmesi, diğerinin de doğrudan zarar görmesi anlamına gelir. Aynı zamanda bir praksis olmayan hiçbir gerçek söz yoktur. Bu yüzden, “gerçek bir söz söylemeyi, dünyayı dönüştürme” olarak niteleyenler vardır. Düşünce taşımayan bir söz, özü ve yönü belirsiz eylemi, eylemsiz düşünce de hareketsiz kuruntuyu üretir. Eylem için eylem işgüzarlığı yani aktivistliği, düşünce için düşünmek kadar anlamsızdır.
Suskunluk hem insanın hem de dostluğun doğasına aykırıdır. Gerçekte sessiz, sözsüz ve dilsiz biriyle dost olmak çok zordur. Böyle bir bireyle dostluk bir yana, onun yeteneklerinin ve gücünün ne olduğunu anlamak da mümkün olamaz.
Ancak zamanı, adabı ve mekânı dikkate almayan, kaba bir üslup ve yöntemle ifade edilen sözün de amacına aykırı sonuçlar üretmesi mukadderdir. İtham eden bir söz karşısında muhatabın aldığı pozisyondan onun karakteri hakkında bilgi edinmek bile mümkündür.
Konfüçyüs şöyle der: Büyük ve üstün insanın yanında bulunanın yapabileceği üç yanlış vardır. Konuşulmaması gereken yerde konuşmak, buna “acelecilik” denir. Konuşması gerektiği halde konuşmamak, buna “gizleme” denir. Büyüğünün yüzüne bakmadan konuşmak, buna da “körlük” denir.
Doğu toplumları susmanın, Batı toplumları ise konuşmanın erdemlerine daha çok vurgu yapmışlardır. Konuşulması gereken yerde konuşmak, susulması gereken yerde de ise sessiz kalmak bir feraset sorunudur.
Söylenmesi gereken sözü yutanın çektiği zihinsel kabızlık, fizyolojik kabızlıktan daha rahatsızlık vericidir.
Konuşmanın bir kimlik, egemenlik, bağımsızlık ve var oluş sorunu olduğu zamanlarda söz hakkını kullanmamak yok sayılmak anlamına da gelir. Bu bakımdan ülkücü varoluş konuşmanın zorunlu kıldığı asgari şartlar altında dahi kendini ifade etme yeteneği ile mümkündür. Susmak ne kelime, ülkücülük; ruhu ve coşkusu olmayan sözlerin üstüne çıkmayı da gerektirir.
Siz bakmayın sukutu “altın” olarak niteleyen pasifizm ideolojisinin yönlendirmelerine. “Dilsiz şeytan” seviyesine düşmemek için inandığını söylemek her müminin görevleri arasındadır. Bir ülkücü için inandığını söylemek de yetmez! Ülkücülerin ayrıca eylem, söylem ve düşünceyi sentezleyerek çağın tanıklığına sunmaları gerekir. Ahlak, mantık ve meşruiyet içeren eylem ile düşünce içeren söylemin birleşmesi ülkücü kimliği üretir.
Gerçek olanın hiçbir zaman nezakete, çıkara ya da korkuya feda edilmemesi gerekir.