Cengiz Aytmatov ve Türkistanlı olmak!
Cengiz Aytmatov’un kaybı, Türk Dünyası’ndan daha çok insanlığın büyük kaybıdır. O, milliyetçiliğin evrenselleşmiş abidesiydi. Türk Dünyası’nı neredeyse edebi sanat bağlamında tek başına omuzlamış götürüyordu. Aytmatov “İki Dünyanın Eşiği” olarak kabul edilen Ulu Türkistanlıydı. Yetiştiği topraklara borcunu ödemekle ömrünü heba etmişti. İnsanlara kökü ve kimliği üzerinden dünyaya bakmayı öğretmeye çalışmıştı. Onun insana ve insanlığın geleceğine yönelik olarak ortaya koyduğu vizyon tam anlamıyla evrenseldi.
Zülfü Livaneli’nin “Bir kültür milliyetçisi olarak Cengiz Aytmatov” başlıklı yazısında ifade ettiği gibi “sürekli olarak kök kültürünü yüceltti, onu yetiştiren topraklara borcunu ödemeye çalıştı ve böylece evrensel insan kardeşliğine unutulmayacak katkılarda bulundu”. Aytmatov, eserlerinde sanayinin toprağa, ağacın köke, evrenselin yerel ve milliye bağlılığı üzerinde önemle durmuştu. Kendi kültürüne düşman haline getirilenleri bilinçsizlik, yabancılaşma, ihanet ve cinayet gibi tehlikelerin beklediğine özellikle dikkat çekmişti. Bu süreçte totaliter sistemlerin rolünü yazdığı eserlerle ortaya koymuştu.
Mankurt ve Aytmatov!
Totaliter sistemlerin insanı nasıl yabancılaştırdığını o ünlü Mankurt metaforuyla açıklamıştır. Aytmatov’un “Gün Uzar Yüzyıl Olur” adlı ünlü eserini yazdıktan sonra kendi milletine ve kültürüne yabancılaşan insanlar, Mankurt olarak nitelenir olmuştur.
Aytmatov’un Mankurt tasviri şöyledir: “Bir Mankurt kim olduğunu, hangi soydan, hangi kabileden geldiğini, anasını, babasını, çocukluğunu bilmezmiş. İnsan olduğunun bile farkında değilmiş. Ağzı var dili yok itaatli bir hayvandan farksız, kurtulmayı düşünmeyen, bu yüzden hiç tehlike arz etmeyen bir köle imiş...” Aytmatov, Mankurt’un hikâyesini anlattığı meşhur eserinde, onu öz annesini oklayarak öldüren, öz kültürüne düşmanlık ölçüsünde nefret duyan bir yaratık olarak tanımlar.
Aytmatov, bir kültür, medeniyet, insan ve değer adamıydı. Onun insanlığa, medeniyete ve kültüre katkısı tartışılamaz seviyedeydi. Türkiye’de bazı çevreler Aytmatov’un kültürüne, iklimine, coğrafyasına ve kimlik köklerine yabancı olduğu için onu, ancak son anda fark edebilmişlerdi. Onu, Nobel’e aday gösterme kampanyası da böyle bir fark etme(me)nin hikâyesidir.
Nobel meselesi!
Sırası gelmişken yazmakta yarar vardır. Bu Nobel Ödülü zamanında öyle adamlara verilmiştir ki, bu tür insanların yanına Cengiz Aytmatov’un isminin yazılmamış olmasından insan garip bir sevinç duyuyor.
Sözgelimi “Caydırıcı savaş” tanımlamasını üreten ekipten olan Bertrand Russel Nobel Ödülü alanlar arasındadır. İngiliz filozof ve matematikçisi, ünlü savaş karşıtı, nükleer silahsızlanma eylemcisi, Vietnam Savaşı’na karşı, kendi adıyla anılan Uluslararası Savaş Mahkemesi’nin iki düzenleyicisinden birisi olan bu Bertrand Russel’dır. O, Sovyetler atom bombasını üretince “Amerika’nın Sovyetler’e derhal saldırmasını, Rusların işini iş işten geçmeden” bitirmesini talep etmişti. 1950 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Russell, Sovyetler’e, “Amerika’nın hâkimiyetinde bir dünya devletine boyun eğmedikleri takdirde nükleer yıkımla tehdit eden” bir ültimatom verilmesini talep etmişti. Arkadaşı Von Neumann ise, LIFE dergisine verdiği bir demeçte, “Bana onları yarın bombalayalım, deseniz, neden bugün bombalamıyoruz diye sorarım; bugün saat beşte bombalayalım deseniz neden saat birde bombalamıyoruz derim” demişti.
Günümüzde halen insan hakları savunucusu, savaş karşıtı, nükleer silahsızlanma eylemcisi olarak bilinen birisidir, Bertrand Russel!
Cengiz Aytmatov ise zalim bir totaliter sisteme önce halkını, sonra babasını, daha sonra da ömrünü kurban vermiş birisidir. İtelenen, örselenen, hırpalanan kültürüne sahip çıkmış ve eserleriyle bunun mücadelesini vermiştir.
Yattığı toprak, tuttuğu bayrak ve döndüğü kıble belli olan bir adamdı. Tanrı ona ülkesini bağımsız görmeyi nasip etmiştir. Mekânı cennet olsun...