Çelişkileri birleştirerek düşünmek!
Bir sorunun birbirine zıt taraflarını ve çok yönlülüğünü kolayca anlamak zihinsel özgürlük ister. Sorunlara bir yönden bakmak, bir yönden bakan çözümleri tercih etmek ya da daha basit olanlara doğru yönelmek bireyi başarıya götüren sonuçlar üretemez.
Sorunların çelişki ve karmaşıklık içerdiği düşünülerek olgulara zıt yönleriyle bakabilme yeteneğine kavuşmak gerekir. Sorunu önce anlamak sonra da çözebilmek ancak çelişkiyi algılayan bir yöntemle mümkün olabilir. Bir soruna açık bir şekilde birbirine zıt yönleriyle bakabilme yeteneği ve birden fazlasını "biri veya diğeri" "ya o ya bu" yollarıyla analiz etmek yerine "birleştirmek" yöntemiyle hepsini olduğu gibi kabul ederek bunlara yön vererek irdelemek gerekir. Bu yöntemi kullananlar birbirine zıt iki düşüncenin aynı anda doğru olabileceğini düşünürler.
Mimaride ünlü "az olan çoktur" diye bir paradoks vardır. Bu paradoks, bir binanın ne kadar az süse sahip olursa o kadar zarif ve büyük bir mimari eser olacağı anlamına gelir.
Soren Kierkegaard şöyle demişti: "Paradoks, bir düşünürün tutku kaynağıdır, paradoksu olmayan bir düşünür duygusuz bir sevgili gibidir; önemsiz ve bayağıdır".
Kaos, belirsizlik ve çelişki yaşamın doğasıdır öncelikle onu anlamak gerek. Sorunların içiçe, karmaşık ve dönüşebilir olduğu düşünülmeli ve imkânsız bir kesinliği aramanın anlamsızlığı fark edilmelidir. Yaşanılan dünya, yalnız kendi kasketini değil karşıtının kasketini de kafasına uydurabilenlere başarı şansı vermektedir.
Toplumlar hem süreklilik hem de değişim isteyebilir ve ikisini de değerli bulabilirler. Öyleyse, zıtları dengelemeyi öğrenmek gerek. Birimler aynı anda hem merkezileşmiş hem de yerinden yönetimi benimsemiş olabilmeleri mümkündür. Hem küresel, hem de yerel olmanın ayrı ayrı yararları söz konusu olabilir.
Elemanlar bir yandan daha özerk olmalı, bir yandan da, ekip olarak çalışabilmeli. Çelişkilerle birlikte yaşayıp çalışmak, zıtlar arasında seçim yapmak yerine zıtları uzlaştırmak için bir yol bulunmalıdır.
Küçüldükçe büyüyenler!
John Naısbıtt'in "Dünya ekonomisi büyüdükçe en küçük oyuncularının gücü artıyor." paradoksu da tüm paradokslar gibi belirgin bir çelişki taşıyor, ama anlaşıldığında dünyayı anlamak için sağlam bir çerçeve de oluşturuyor.
"Küçük düşünün… Büyük şirket kütlemize, küçük şirket ruhunu veriyoruz" diyor, Jack Welch. Şirketini daha etkili hale getirmek için küçültüyor. Küçüldükçe büyüyeceğini hesap ediyor.
Büyüğün imkânları, küçüğün mobilite özelliği ile birlikte ele alınmalıdır. Ekonomik ve sosyal olgularda olduğu gibi siyasal yaklaşımlar da bu çelişkiler çerçevesinde ele alınmalıdır. Zira kabilecilik evrensellik arasında denge kurma isteği hep içimizdeydi. Günümüzde ise demokrasi ve telekomünikasyon devrimi, kabilecilikle evrensellik arasında denge kurma gereksinimini yeni bir boyuta taşıdı. Milli devletin önemi azaldıkça, yenileri oluşuyor. Bittiği yerden başlayan bir yaşam var insanlığın önünde.
O halde ya onur ya konfor, ya örs ya çekiç, ya ekmek ya erdem tipindeki bir dayatma liberal kapitalist sistemin bir dayatması olduğu düşünülmelidir. Bu dayatmanın doğal olmaktan çok ideolojik olduğunu iyi anlamak gerekir. İnsanların gündüz veya geceden birisini tercihe zorlanmaları akıl işi değildir. Zıtları birlik içinde görerek karşıtlıkların gerçekte simetrik olduğunu düşünmek gerekir. Bu çerçevede bütün gerçekler ve başarılar "hem o hem bu", "hem gece hem gündüz", "hem ekmek hem erdem", "hem milli hem evrensel"i bir arada düşünebilecek "paradoks" yaklaşımlarda saklıdır.
Bir olgunun tamamından ise iki olgunun gerekli ve zorunlu olan yanlarından yararlanmak daha iyidir.
Sınırsız ve merkezsiz bir dünyaya doğru doludizgin yol alırken anlamlarını yitirmiş olan paradigmaların prangalarından kurtulmak gerek.