Cehaletin kurbanı İstanbul
Sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Roma’yı ziyaretinde edindiği intibaları şu cümle ile özetliyor: “Şehrin yüzlerce yıllık ihtişamlı binaları, meydanları ve sokakları öyle korunmuş ki, ne bir gökdelen, ne de bir AVM var” . Roma şehri tespit ettikleri gibi tarihi birikimin en güzel imparatorluk hatırasıdır. Büyük geçitlerin önünde yapıldığı abidevi Kolesyum binasının duvarı üzerinde Roma İmparatorluğunun devirler itibarıyla hükmettiği toprakların haritası vardır. Bize yapılan propagandaların aksine Avrupalı devletler fevkalade milliyetçidir. Milli tarihlerine ve milli dillerine son derece saygılıdırlar.
Paris 15 milyon nüfuslu bir şehirdir. Çevre yolun içerisinde bulunan bölgenin nüfusu 1 milyondur. Buradaki bütün binalar, köprüler, kiliseler, tiyatrolar Fransız tarihinin unutulmaz izlerini taşır. Modern mimari denilen hastalık Fransa’da esmeye başlayınca ’çevre yolun dışında istediğiniz inşaatı yapabilirsiniz ama Paris’in içerisinde asla!’diyen devlete en güçlü desteği üniversite vermiştir.
Yukarıdaki sözlerini okuyunca Sayın Cumhurbaşkanı siyasete girmeden önce Paris’i, Roma’yı ve Londra’yı görmedi herhalde diye düşündüm. Bu üç şehir, kendi milletlerinin en yüksek kültür kurumu olan mimari eserlerle şekillenmiştir. Onları değil yıkmak, dış cephe boyalarının rengini değiştirmek mümkün değildir. Abidelerin yanında; meydanları, parkları, gölleriyle bu şehirler insanlarına huzur veren, nefes aldıran, dinlenme imkânları tanıyan güzelliklerle doludur.
Büyük şairimiz Yahya Kemal “Aziz İstanbul” diyerek saygıyla ve sevgiyle bu şehre sarılır. Ona göre Türklük, dünya coğrafyası üzerinde birçok vatanlara sahip olmuştur. Fakat onun fethettiği ve vatan edindiği toprakların en mukaddesi bizim 1071’den bu yana Türk kanıyla İslâm imanının birleşmesinden doğan büyük kudretle aldığımız, alırken de her köşesini ecdat kanıyla değerlendirdiğimiz Anadolu ve Balkanlar ülkesidir. Milliyetimiz bu son ve en aziz vatanın taşını, toprağını Türkleştirerek onu, 900 yıl içinde tam bir Türk vatanı haline koymuş, bu vatanın her köşesini Türkleştirmekle beraber; bilhassa İstanbul şehrini özel bir ihtimamla işlemiştir.(N.S.Banarlı, Türk Edebiyatı, sf. 1192)
Aziz Y.Kemal devam ediyor: “İstanbul, yalnız İstanbullular tarafından değil, büyük Osmanlı İmparatorluğu devrinde, o muazzam vatanın her köşesinden gelen Türkler ve Türkleşenler tarafından bütün Türklüğün ve Türkiye’nin bir özeti halinde kurulmuştur. Türk güzel sanatlarının, şehir ve mahalle dekorlarının, Eyüp gibi, Üsküdar gibi birer ahret bahçesi halinde işlenmiş selviler şehirlerinin, hâsılı bütün Türkçenin ve Türk medeniyetinin aziz emeği bu şehirde toplanmıştır.”
Nitekim bu büyük Türk ve İstanbul şâiri burada belirtilmeye çalışılan İstanbul anlayışını kendi hatıraları arasında şöyle anlatır: “...İstanbul sadece padişahlar ve İstanbullular tarafından bina edilmiş değildir; vatanın dört bucağında, Konya’dan, Bursa’dan, Edirne’den, Sivas ve Tokat’tan, Erzurum’dan, Hicaz’dan, Bağdat’tan; Tunus, Trablus, Cezayir gibi Magrip topraklarından buralara gidip gelen yahut buralardan gelip İstanbul’da kalan, burada yerleşen nice Müslüman Türkler, kadınları, ihtiyarlarıyla; el sanatları, musikileri, halk ve divan şiirleriyle; şehir, sokak, ev ve oda mimarileriyle, hâsılı vatanın ve tarihin her bucağıyla, her asrın getirdikleri hünerler ve hatıralarla bu şehri, hep birden bina etmişlerdir. O kadar ki İstanbul, bütün Türk tarihinin, Türk coğrafyasının bir terkibi, hülasası, tecellisi olmuştur.”
Yahya Kemal’in büyük bir isabetle çizdiği bu tablo; zaman içinde kimliğini bulan İstanbul’dur. Camileri, türbeleri, kütüphaneleri, şadırvanları, çeşmeleri, sarayları, köşkleri, yalıları ile mimarimizin zirve örnekleri bu şehirdedir. Coğrafyaya en uygun malzeme ile en güzel inşaatı yapan atalarımız bu şehri bir yüzük taşı gibi işlemişlerdi. Bilindiği gibi kültürün en önemli unsurlarından birisi mimaridir. Mimari ile İstanbul’a Türk-İslâm mührü vurulmuştu. Yedi tepe üzerine kurulmuş olan bu eşsiz güzellikteki şehir ne yazık ki gelip geçen iktidarların; cehaletinin, bilgisizliğinin, tarih şuurundan mahrumiyetinin kurbanı oldu. Cumhurbaşkanının mensup olduğu partinin iktidarı döneminde; alışveriş merkezleri, köprüler, gökdelenler, minareler şehri İstanbul’un tarihi kimliğini bombardıman etti. Bir milleti yüceltmek ham hayallerle olmuyor. Önce kültür gerek. Biz Kültür Bakanlığı’nı Fransızlardan esinlenerek kurduk. Fransa’da Kültür Bakanı protokolde Başbakan’dan sonra gelirken, bizde sondan bir ilerdedir. Bu anlayışla kültür hayatına öncü olmak mümkün
müdür?
Ne yazık ki büyük unvanlar cehaleti aşmaya yetmiyor. Bilgisizliğin en büyük kurbanı da şehirlerimiz ve tarihi abidelerimiz
oluyor.
İstanbul katliamına “dur” demesini, TOKİ’nin diğer şehirlerimizi kimliksiz hale getirmesine son vermesini Sayın Gül’den beklemek boş hayal midir?