Cayan alçak olsun!
Yeni ’Adalet Sarayı’, savcıları, hakimleri, kanunları ve kanun yapıcılarıyla; sızdırma raporların yayınlayıcısı tetikçi gazetecilerin “mağdur iktidar peydahlatma” çanakçılığına kulak asmayan bir adaleti temsil edebilecek mi?
İstanbul’un Çağlayan semtinde, Avrupa’nın 42 ülkesinin 2 binden fazla şehrinin; AB’nin en büyük adliye binası yükseliyor. 330 bin metrekare kapalı alanı var.
1 yıl kaldı.
2010’da bitecek.
1 trilyon TL harcanıyor.
Padişahına, cumhurbaşkanına, çok paralı zenginine, mafya liderine bile “saraylar yapmış” ülkemiz, bugüne kadar “adaletine saray” kuramamıştı. İşte İstanbul’da “adalet sarayımız” da bitiyor.
En büyük saray bizim!
Sıra geldi adalete!
* * *
Saraya yakışır savcılar.
Saraya yakışır hâkimler.
Saraya yakışır kanunlar.
Saraya yakışır kanun yapıcılarımız da olmalı.
Bu Adalet Sarayı’na; sızdırma raporların yayınlayıcısı tetikçi gazetecilerin “mağdur iktidar peydahlatma” çanakçılığına kulak asmayan adalet yakışır. Albay Dursun Çiçek’i 9 günde 2 farklı gerekçe göstererek; bir mahkemede 2’ye karşı 1 oyla tutuklatan, öbür mahkemede 2’ye karşı 1 oyla 18 saat sonra serbest bırakan tutarsızlıkları barındırmamalı bu saray...
Adaletin yoksa!
Neyleyim sarayı!
Darbecilik ve askeri müdahale geleneği olan bizim gibi bir ülkede; darbelere ihtiyaç duymayacak, bağımsız adalete ve herkesi kucaklayan güçlü anayasaya dayalı değişim de olmalı. Bu değişimi destekleyecek; siyasi partiler yasası, seçim yasası, dokunulmazlıklar yasası, her alanda şeffaflık, her alanda eşitlikçi rekabet da gelmeli.
Değişimden korkan.
Ordu reformundan ürken!
Demokrasiden cayan!
Alçak olsun.
* * *
Fakat bu yaptığınız nedir?
Bu gerilimi tırmandırmalar, bu orduya “sıkıyorsa darbe yap...” dercesine meydan okumalar... Bu kutuplaşmayı keskinleştirmeler, ülkenin ordusunun içinde varsa darbe niyeti olanları hedeflemek yerine ordunun bütününe karşı gece yarıları girişilen onur kırıcı, rencide edici hamleler niçindir?
Böyle yaparak gerçekten İstanbul Çağlayan’da yükselen Avrupa’nın en görkemli Adalet Sarayı’na yakıştığınıza bizi inandırabilecek misiniz?
Orduyu mu dövmek istiyorsunuz, darbe yaptırmaya mı kışkırtıyorsunuz?
Gizli planınız mı var?
Temiz niyetiniz demokrasiyi geliştirmek ve ordu reformu yapmak ise geçmiş yaraları deşmeye ve kimseye fayda getirmeyecek gözü dönmüş intikamcılığa ne ihtiyaç var?
Demokrasiden cayan!
Alçak olsun!
Samimiyet belgenizi görelim.
* Necati Doğru / Vatan
++++++
Fikir ırkçılığı
Mehmet Altan önce Bulgaristan seçimlerinden örnek vermiş. Türkler’in karşısına hücum anlamına gelen ATAKA adlı bir parti dikilmesini, “ırk ırkçılığı” deyip kınamış..
Sonra İsrail’den başka bir örneği yorumlamış. Şabat günü otopark açılmasına karşı gösteri düzenleyen Yahudileri “din ırkçısı” deyip kınamış.
Ve son örneğini Türkiye’den seçmiş; Sivas’tan. “Alevi kökenli insanlarımızı diri diri yaktık...” deyip “mezhep ırkçılığı” yapanları kınamış...
Her örnekten sonra “bir de kendimize dışarıdan bakalım” bağlaması çekmeyi ihmal etmemiş Altan’ların en II. Cumhuriyetçisi... Bulgaristan’a bakar gibi “hayata ırk üzerinden bakan, dünya vatandaşlığı anlayışını kabullenememiş, insan odaklı bir proje oluşturmak yerine siyasal milliyetçiliğe kapılmış bizim gibi bir ülkeye” de bakaymışız mesela...
“Nihayetinde amaçlanan ‘ırk, din, mezhep ırkçılığını’ bırakıp, ‘insan’ olmak değil mi?” diye sormuş..
Aslında biz de geçen hafta tam böyle sormuştuk kendisine... Demokratik, çok sesli bir ortamın gereği olarak eleştiri hakkını kullanan insanları “dalkavuk, müptezel, akıl ve yetenek fukarası, çapsız ve meczupluk abidesi” gibi hakaretlerle susturmaya çalıştığında “Ne oldu insan odaklı sevgi böceğine?” demiştik.
Irk, din ve mezhep ırkçılığı yapanları kendilerine dışarıdan bakmaya çağırmak iyi güzel de; fikir ırkçılığı yapanları es geçmek neden Sayın Altan?
Karakterlerini kalıtım yoluyla yavrularına geçiren Altan ailesi üyeleri olarak sizin gibi düşünmeyenlere karşı sergilediğiniz saldırgan tutum “AB normları”nı bozmasın!
Hoş, Bulgaristan’ı gördükten sonra siz de AB üyesi olmanın demokratik olmayı sağlamadığını itiraf etmiştiniz değil mi?
Ama zaten amaç AB’ye girmek mi? “AB”yi bahane edip rejimin temel kurum ve kurallarını kevgire çevirmek mi?
++++++
Liberal faşistlerin maskeleri düştü
Başbakan Erdoğan rejimin teminatının polis olduğunu söyledi. Demokrasinin hiçbir kural ve tanımına uymayan bu sözlere adeta balıklama atlayan sözde liberaller aynı söylemi dile getirdiler. Suça karşı örgütlenmiş, halkın can ve mal güvenliğini sağlamak üzere teşkilatlandırılmış bir silahlı gücü rejim teminatı olarak göstermenin absürtlüğüne bile aldırmadılar.
Askeri yargının taraflı olduğunu ve emir komuta zinciri altında çalıştığını ileri süren bu kesim albayın sivil savcılarca saatlerce sorgulanıp tutuklanması konusunda adeta bayram havası yaşamış ve “sivil yargının erdemlerini” anlatmak için gece yarıları televizyon kanallarını gezerek zafer kutlamaları yapmıştı.
AKP yandaşlarının zafer çığlıkları, 18 saat sonra yine sivil mahkeme tarafından alınan bir kararla bir anda kesildi ve bu kez her şey tersine döndü. Bir saat öncesine kadar sivil yargının ne kadar önemli olduğunu anlatan bu kesim, albayın serbest bırakılması üzerine yargının bağımsız olmadığını, bir şeyler döndüğünü, şüpheli bir durum olduğunu anlatmaya başladılar.
İktidar ve yandaşları için hukuk ve demokrasi sadece kendi anlayışlarına hizmet ettiğinde geçerli.
* Can Ataklı / Vatan
++++++
İhbarcılığı teşvik mi?
Murat Yetkin sivil mahkemelerde yargılanma konusunda askerin Cumhurbaşkanı’na hangi yönde görüş belirttiğini değerlendirirken, bir noktanın özellikle altını çizdiğini aktarıyor:
İhbar mektupları...
Buna göre Genelkurmay, “karargâhlarda görevli asker kişiler aleyhine, siyasi, ya da kişisel husumet nedeniyle yazılacak ihbar mektuplarıyla kışlaların, karargâhların sürekli olarak -belki de sırf taciz etmek amaçlı kurmaca ihbarlarla- meşgul edilip asli görevinden alıkonulacağı” endişesini taşıyor...
Böyle bir endişeye kapılmak için haklı nedenleri var mı?
Taraf’ın sahte olup olmadığı üzerinde durmadan yayımladığı “darbe planı” adı konan metin de, “tepki tetikleyici” psikolojik operasyonun parçası olarak, bir nevi açık ihbar metubu sayılabilir mi?
Bırakın 1970’lerde, 80’lerde bu tür mektuplarla hayatı sönen binlerce sivili, bırakın Ümraniye Soruşturması’nda bu tür mektupların rolünü, dün bir “ihbar mektubuna dayanarak”, “Albay’ın cunta bağlantılarını deşifre eden(!)” Star gazetesini okuyanlar bile bu soruları cevaplamakta zorlanmayacaklardır...
++++++
TRT’de iki skandal atama daha
TRT’nin Bakû Temsilciliği’ne, “ikinci muhabir” olarak, TRT Haber Koordinatörü Yüksel Değercan; Aşkabat Temsilciliği’ne ise Radyo Haberleri Müdür Yardımcısı Şener Şavşatlı atandı..
Ne Yüksel Değercan Azerice, ne de Şener Şavşatlı Türkmence biliyor! Görevlilerin, gidecekleri ülkelerin dilini bilme koşulu İbrahim Şahin’in engin bürokrasi deneyimiyle çözülüyor. TRT İnsan Kaynakları Dairesi Başkanlığı hemen birer tutanak düzenliyor ve Yüksel Değercan’ın Azericesi ile Şener Şavşatlı’nın Türkmencesinin yeterli olduğuna oracıkta karar veriliyor!
TRT Dış Yayınlar Daire Başkanlığı’nın Azerice ve Türkmence masasının bazı yetkilileri bu tutanakları imzalamıyorlar. Ama TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin ve adamları, o tutanakları imzalatacak birilerini buluyor.
* Odatv.com
++++++
Tercüme memurları Washington’da
Gazeteci-yazar Yılmaz Polat, Washington’dan dikkat çekici bir haber iletti: “Gazeteciler (Bülent Keneş, Yavuz Baydar, İhsan Dağı, O.Kemal Cengiz, Lale Sarıibrahimoğlu), ’zaman ayarlı mesaj vermek’için Washington’da çalmadık kapı bırakmadılar. Dışişleri Bakanlığı, Pentagon, Brookings Institution, Center for American Progress ve Washington Institute gibi düşünce kuruluşlarına gittiler. Her zamanki gibi Yahudi kurumlarını ihmal etmediler. Nedense kapalı kapılar ardındaki konuşmalar yazılmamak kaydıyla yapıldı.”
Demek ki yabancı ülkelerde siyasi kulis faaliyeti yürütmek gazetecilikten sayılabiliyor artık.
* Işık Kansu / Cumhuriyet
++++++
‘Taraf hanım’ın lafları
Taraf gazetesi yazarlarından bir hanım, şu mânidar lafları söylemiş:
“Taraf’ın yayınladığı belgenin gerçek olup olmadığından ziyade, tarafların bu belgeye verdiği tepkiler önemliydi. Zira belgenin sızdırılması bir yönüyle tepki tetikleme hedefini de güdüyordu. Şu an için hükümetin verdiği tepkiler itibariyle, galip görüntüsü verdiğini söyleyebiliriz.”
Bu hanımın eşi Ermenistan’da görevli bir ABD’li diplomatmış. Albay Çiçek hadisesinin üstüne, yandaş medya kadar heyecanla atlayan millî çevreler bu yazıyı dikkatle okumalılar.
* Afet Ilgaz / Milli Gazete
++++++
DARBE
Ortağına sorsana
Öleceğim aklıma gelirdi de, Önder Aytaç’ın 12 Eylül öncesi “şartları kimin olgunlaştırdığını” soracağı aklıma gelmezdi.
Bakın dün ne yazmış: “Darbe öncesi koşulları kim hazırladı? Nasıl oldu da bir gün önce kan gövdeyi götürürken, 12 Eylül’de her taraf sütliman oldu. Üstelik 11 Eylül’de sıkıyönetim de vardı, değil mi? Demirel bile; ” Evren, 11 Eylül’de Afyon Dinar Belediye Bandosu’nun mızıka şefi miydi “ diye sorar.” Sorular doğru da, cevapları bu kadar uzakta aramana hiç lüzum yok. Eski ortağına sorsan, o sana okyanus ötesinde öğrendiklerini anlatır, aydınlatırdı....
++++++
MİNİ YORUM
Güzellik de utandırabilir
Sabah Altemur Kılıç aradığında henüz gazeteyi görmemiştim. “Yazımı gördün mü?” diye sorduğunda, sesindeki emin ifadeden (ki hep öyledir) yine tam on ikiden vurduğu belliydi. Ama köşesini açıp hedefe giden oklardan birine adımı koyduğunu görünce utandım. Bu sektörde küçüğe çelme takmayan, hele bir de sık sık güzel sözlerle yüreklendiren büyük zor bulunur. Onlardan biri olduğu için Kılıç’a teşekkür etmekten başka ne yapabilirim ki...