Çatışmayı kışkırtmak
Başbakan’ın Kuzey Afrika’ya gitmesiyle tansiyonun düşeceğini, Bülent Arınç’ın vekaleten özrü ile memleketin süt liman olacağına inananlar yine yanıldı. “Kasımpaşalı Reco” yu tanıyanlar, onun gerginlikten bile siyasi rant sağlayacağını bilir. Sergilediği tavrın cesaretten değil cüretkârlıktan kaynaklandığını tahmin eder. Nitekim Erdoğan kendisine yakışanı gerçekleştirerek resmen çatışmayı kışkırttı. Üstelik hedef göstererek. Banka müdürünü, gazetecileri, sanatçıları hedef göstermekten çekinmeyen Erdoğan’ın şikâyeti ise “faiz lobisi” oldu. Madem bu ülkede Erdoğan’ın iddia ettiği gibi faiz lobisi var ve hükümeti hedef alıyor, o zaman “Bu memleketi on bir yıldır yönetiyorsun, faiz lobisinin yeni mi farkına vardın. Yoksa sen Kısıklı Mahallesi’nin muhtarı mısın?” diye sormazlar mı?
Sormazlar... Soramazlar... Sordurmazlar... Onlar on bir yıldır yaptıkları gibi çanak sorularla, muz ortalarla Erdoğan’a gol attırmaktan sorumlu yalakalardır. Siz bakmayın gösterilerin tüm yurda yayılmasıyla aksırıp öksürenlere, gece yarısı mitinginde sopayı gösteren Erdoğan’dan mesajı çoktan aldılar bile. Bugün itibariyle büyük çoğunluk top çevirmeye, lafı eveleyip gevelemeye devam edecektir.
Krizi sen yönetmezsen, yönetenin dümen suyuna girersin. Kimse kusura bakmasın Türkiye de muhalefet boşluğu vardır. Muhalefet görevini tam anlamı ile yerine getiremediği, kriz yönetimini beceremediği için Erdoğan ve AKP baskın çıkmaya devam ediyor.
Davos’ta kurgulanan senaryo ile ‘one minute’ kahramanı ilan edilen Erdoğan ve şürekâsından o günün hesabı sorulmadı. Gece yarısı Metro İşletmesinin, oraya götürülen bindirilmiş kıtaların hesabı İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden sorulmadı. Metroyu hangi kâr ve amaç ile niçin açtınız? O saatlerde kaç kişi ücret ödedi? Ödemeden geçenlerin sayısı neydi? Kamu zararını kim karşıladı gibi ilkokul çocuklarının bile aklına gelenler, muhalefeti fazla ırgalamadı. Nitekim aynı yöntem ile gece yarısı 04’e kadar İstanbul Metrosu bindirilmiş kıtaları taşıyarak çatışmayı kışkırtmaya sebebiyet vermiştir. Sanki sabahın beşinde baskın yapıp çadırları yakma, vatandaşı dövme emrini veren Erdoğan değil de, Taksim’de saldırıya uğramış mağdur Başbakan rolüne büründürtmüştür. Salya-sümük ağlama sahneleri, Bakan Bayraktar’ın el feneri tuttuğu yazılı metni okuyan Erdoğan’ın hukuken suç işlediğini söyleyecek babayiğidin yanında, vesayet altındaki hukukta soruşturma açacak savcı da yoktur!...
“Azınlık Şaşırma-Sabrımızı Taşırma” sloganı atan bindirilmiş kıtaları gevrek gevrek gülerek selamlayan Başbakan “Ne azınlığı... Türkiye’de azınlık Lozan Anlaşması’na göre belirlenmiş ve bizim vatandaşlarımızdır” diyememiştir. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’yi Bursa mitinginde atılan sloganlar yüzünden eleştiren, “Vur de vuralım, öl de ölelim” i diline dolayan Erdoğan “Yol ver gidelim Taksim’i ezelim” diye höyküren mutlu azınlığa “Siz kimi eziyorsunuz!” diye uyarmamış, çatışmayı körüklemiştir. Türkiye’de bundan önce olduğu gibi bundan sonra olacak olayların yegâne sorumlusu Recep Tayyip Erdoğan olacaktır.
Bundan sonra ne mi olur? Malum banka müdürü bir kaç gün sonra görevden alınır... Ya da istifaya zorlanır. Taksim’e destek veren gazeteci ve sanatçılar hedef gösterildiği için çoğu işinden-ekmeğinden olur. Meydanlara gelince... Mahallelere kadar genişleyen direniş giderek artar. Tabii polis baskısı da... Korkarım çatışma süreci başlar... Haksızca tutuklamalar, zalimce dayakla, gaz bombaları, tazyikli su vs...
Erdoğan halen olup bitenin farkında değil. Sevgili Nihat Genç’in derin sözlerini hatırlatalım. “Ülkeler, bir takım müttefiklik ilişkisine girerken çok dikkatli olmalı, kucağa bu kadar oturmamalı. Müttefiklerine bu kadar teslim olmamalı. Olursa işte böyle uluslararası büyük TV’lerde meydan dayağı atıp, bir de sosyal hukuk dersi verirler.”