Çatışmasızlık “hanımefendiler”e kaldıysa vah halimize
Yazdıklarına hakikaten kendisi de inanıyorsa, Hüseyin Gülerce’nin içine Polyanna kaçmış olmalı... Cumhurbaşkanı’na sunduğu “lüzumundan fazla iyimser” ve hatta ütopik teklife de bakın:
“Bayramda bütün siyasi parti temsilcilerini, sivil-asker bürokrasinin tepesindeki isimleri, sivil toplumun önderlerini, farklı kesimlerden halkın temsilcilerini, öyle çok değil 70-80 kişiyi Çankaya’da bir bayram yemeğine davet etse. Ancak mümkün olduğunca davete aileler, eşler, çocuklar, torunlar da katılsa. Şöyle 300 civarında insan Çankaya’da bayram sofrasında bir bayram huzuru, atmosferini bütün Türkiye’ye yansıtsa. Eşler tanışsa, çocuklar, gençler kaynaşsa... (...) Yarın Meclis’te sertlik yapanlara, eşleri döner; “O insanlarla tanıştık. Eşi ve çocuklarını düşün. Onların kalbini de kırıyorsun. Ayıp olmuyor mu?” diye çıkışmaz mı?”
Çıkışır mı?
Emine Erdoğan;
Tayyip Erdoğan, Beşşar Esad’a edilmedik hakaret bırakmazken, AKP’li yöneticiler Esad’ın annesini dillerine dolarken, Esma Esad’la çoluk çocuk kaynaştıkları günlerin hatırına “O insanlarla tanıştık. Eşi ve çocuklarını düşün. Onların kalbini de kırıyorsun. Ayıp olmuyor mu” diye çıkıştı mı “beyi”ne?
Kaldı ki Erdoğan ve Esad aileleri arasındaki “hukuk” öyle Gülerce’nin “mucizevi iksir” gibi sunduğu “tek yemek”lik temele de inşa edilmemişti. Esad’lar Erdoğan’ları saraylarında krallar gibi ağırladı, Erdoğan’lar Esad’ları Bodrum tatillerinde misafir etti, beraber maçlara gidildi, Emine Hanım -kendi ifadesiyle söylüyorum- Esma Hanım’a “kalbini açtı”;
Peki ya sonrası?
Gülerce’nin idealize ettiği gibi “yüz yüzden utandı” mı?
Yukarıda Allah var, evet Emine Erdoğan, aslında çıkıştı çıkışmasına da Tayyip Erdoğan’a değil tam tersine Esma Esad’a:
“Esma Esad benim için hayal kırıklığı!”
Gülerce, devletin zirvesinde dahi “kocalarının zoruyla”, “siyaseten” bir araya gelen “hanımefendilere” bel bağlamadan önce bir kere daha düşünsün bence...
Tahta kule
Her çocuk sevinir sanıyoruz bayram hediyesine. Çocuğun “kim” olduğuna, ne yaşadığına kafa yormaya gerek yok, kişiliğini, karakterini, yürek iklimini hesaplamasak da olur; bir elma şekeri yeter sanıyoruz yüzünü güldürmeye, ama öyle olmuyor işte!
Artık yaldızlı paketler yetmiyor bu ülkedeki yüzlerce çocuk için dünyalarını renklendirmeye.
14 yaşındaki Melis, bayram hediyesine sevinemeyen bu çocuklardan sadece bir tanesi;
Sevinmek bir yana “yıkılmış”, annesi Nefise Hanım’ın söylediğine göre.
Genelkurmay Başkanlığı Şehit-Gaziler Müdürlüğü “aile”ye bir kutu çikolata ile birlikte “Jenga” göndermiş Melis oynasın diye.
Jenga; bildiğiniz tahta kule. Hani diziyorsunuz diziyorsunuz sonra bir “darbe”de yerle bir oluyor ya; hani kuleyi örmek için kullandığınız parçalardan birini çektiğinizde yıkılıveriyor üstünüze; hıh o oyuncak işte!
Tam da “gazi” olan babası Balyoz Davası’nda 16 yıl hapse çarptırılmış Melis’e göre!
Gelin anne Nefise’nin kaleminden okuyalım ne hissetmiş hediyeyi görünce aile:
“Aynı bizim hayatımıza benziyor “tahta kule” üst üste dizmeye uğraşıyorsun, sonra bir vuruyorsun, ya da aradan bir tane çekiyorsun, hepsi yıkılıveriyor. Sonra yine diziyorsun, yine yıkılıyor. İşte bizim hayatımız da aynı buna benziyor. Tek fark, biz diziyoruz, başkası yıkıyor.
...İşte kızım, aynı senin hayatın gibi. Diz yıkılsın, yap, gene yıkılsın. Yıllarca babasına görevler nedeniyle hasret kalan kızıma, “babanı hapse tıktık, sen de hayatın gibi bu kuleyi, yap, boz, ne durumdasın gör!” Der gibi! Oysa kızım bayram hediyesi olarak, babasını bekledi.
Kısa süre önce bir de kitap yazmıştı Nefise anne;
“Özlem, fedakarlık ve zorluklarla örülü bir aşkın hikayesi”ydi. Adı bu aşka biçilen finalle adaş:
“Ödülü de Balyoz oldu”...
Dava sürecinden, hukuki detaylardan bağımsız, “komanda tugayında görevli, çakı gibi bir teğmen”ken tanıştığı eşi Hasan Basri Aslan’la evliliği, en yakın arkadaşlarının şehadetine şahitlikleri, eşinin gazi olduğu saldırı, kanlı giysilerine sarılıp ağlayan öteki asker eşleri... Nefise Aslan kitabında “28 yıl boyunca bitmeyen bir bekleyiş”i özetlemişti.
Okurken beni hayrete düşürecek kadar perdesizdi; “Korkudan sinir hastası oldum” diyecek kadar sansürsüz.
Dava sürecinde hissettikleri “sahipsizlik”ten sonra eşi için “Keşke Sular İdaresi’nde memur olsaydı” diyordu Nefise Hanım. “Jenga” şokuyla yazdığı mektubun finali de aynı derecede trajikti:
“Avukatımız; Yargıtay savunmasında eşimin gazi olduğunu dile getirmedi. Kendince çok haklıydı da. PKK’yı serbest bırakmak için otuz takla atan bütün siyasiler nedeni ile artık gazi olmanın bizim için dezavantaj olduğunu düşündü.”
Ben tam “üzerine söylenecek söz var mı” deyip bitirmeyi planlarken yazıyı, ekranda Vali Hüseyin Avni Mutlu belirdi. Ümraniye Davası sanıklarının ailelerinin de “izleyici” statüsünde olduğunu hatırlatarak karar duruşmasına alınmayacaklarını ilan etti.
İşte bunun üzerine söylenecek söz çok da;
Artık yarına...