Cari açık kader değil...

AKP iktidarında Türkiye, 2010 sonuna kadar, 219.5 milyar dolar dış işlemler cari açığı verdi. 2011 yılında tahmin edilen cari açık 51 milyar dolardır.
Türkiye’nin milli geliri 750 milyar dolardır. Buna göre cari açığın boyutunu varın siz hesap edin. Son iki yıldır, IMF ve diğer uluslararası kuruluşlar Türkiye için en büyük riskin cari işlemler açığı olduğunu söylüyorlar. 2010 yılına kadar da Hükümet tarafı ve bazı bankacılar, finanse edildiği sürece cari işlemler açığının riskli olmadığını söylüyorlardı.
Oysa ki, finanse edilmezse zaten cari açık olmaz... Örneğin döviziniz olmazsa zaten ithalat yapamazsınız. Cari açık herkesi korkuttu. 13 ocak 2011’de Merkez Bankası Başkanı da “Cari açık büyük riskler içeriyor. Tedbir alınması gerekir ” dedi. Oysaki Merkez Bankası “Bizim işimiz yasaya uygun olarak yalnızca TL’yi korumaktır” diyordu.
Ayrıca Merkez Bankası Başkanı şimdi cari açığın ekonomi yönetiminin bir tercihi olduğunu da söylüyor.
Ben, 2005 yılında “ekonomide riskler... Kur riski” konusunda bir araştırma yapmış ve cari işlemler açığı ile dış borcun risk olduğunu gösteren bir kitap yazmıştım. Eğer önerim doğrultusunda bir yıllık bir geçiş dönemi içinde, dalgalı kur sisteminden kontrollü kur sistemine geçmiş olsaydık Türkiye’de cari açık risk olmaktan çıkardı.
Cari açık kırılgan ve istikrarsız bir ekonomik yapıda ortaya çıkar. Aynı zamanda kendisi de kırılganlık ve belirsizlik yaratır. Reyting şirketleri Türkiye’nin kredi notunu artırmayı, cari açık nedeniyle ertelediler. Cari açığa ekonomik istikrar sorun içinde bakmak gerekir. Bunun için de önce kısa vadeli politikalar yerine ekonomideki yapısal dengeleri yeniden kurmak gerekir. Yapısal dengeler, tüketim-tasarruf, tasarruf-yatırım gibi makro dengelerle, sektörler arasındaki dengeyi, kaynak ve gelir dağılımı gibi dengeleri ifade eder.
Küresel yapıda ulusal çıkarlarımızı korumak ve şimdiye kadar devam eden ve büyük dış açıklar ve dolayısıyla kaynak kayıplarına yol açan spekülatif sermayenin sömürüsünden kurtulmak için, konjonktürel değişmelere hızlı ayak uyduracak dinamik bir planlama yapmak zorundayız.
DPT, 2011 programında ortalama tasarruf oranını, yani toplam tasarrufların GSYH’ya oranını yüzde 12.6 olarak hesaplamıştır. Buna karşılık sabit sermaye yatırımlarının GSYH içindeki payı yüzde 18.9’dur. Tasarruf yatırım açığı 6.3 yüzde puandır. Bu fark dış tasarrufla karşılanıyor. Türkiye’de ortalama tasarruf oranı hiçbir zaman bu kadar düşük olmadı. İstikrar için iç tasarrufları artırmak gerekir.
Bugüne kadar uygulanmakta olan dalgalı kur sistemi çalışmadı. Çalışsaydı Türkiye bu kadar dış açık vermezdi.
Türkiye için optimal kur rejimi, başta rekabet gücümüzü artıracak, ekonomik konjonktürü, mevcut riskleri, piyasa şartlarını dikkate alan ve kurdan dolayı ortaya çıkabilen sosyal maliyetleri minimize eden bir rejimdir. Bu rejim, daha iyi uygulanan bir “yönetimli dalgalanma” sistemidir.
Dalgalı kur sisteminden, bir yıllık gibi bir zaman dilimi içinde, kontrollü kur sistemine geçmeliyiz. Yine, özerkliğine dokunmadan Merkez Bankası’nın görev tarifini yeniden yapmalıyız. Merkez Bankası’nın tek görevi enflasyonla mücadele olmamalıdır. Zira enflasyonu yapısal sorunlar da etkilemektedir.
Sıcak paranın kontrol edilmesi gerekir. Sıcak paradan yüksek vergi alınması, iç faizleri artırabilir. Sıcak parayı kayıt altında tutmaya yeterli sembolik bir vergi alınmalıdır.
Ayrıca sıcak paradan, yüzde 10 dolayında, Merkez Bankası’nda karşılık ayrılması da düşünülebilir.
Sıcak paranın kontrolü yanında, fiziki yatırım yapacak yabancı sermayeyi de teşvik etmeliyiz.

Yazarın Diğer Yazıları