“Can’ın bedeli olmaz beyler!”
“İki senelik şark görevimi, D. Beyazıt’ta tamamladıktan sonra atandığım Burdur Hafif Tabur Komutanlığında, acayibime giden bir askeriye manzarası ile karşılaştım. Er Eğitim Tugayı diye tabelası olan bu birlikte, bedelli askerlik yapanlar, ilginç bir “askerlik” yapıyorlardı. Güneşe maruz kalmasınlar diye dikilmiş hızlı büyüyen, poulownia ağaçlarının geniş yapraklarının altındaki çimlerde yan gelip yatan eğitim elbisesi giymiş bir sürü insan vardı. Hemen yanlarında, onlara satış yapmak için yapılmış hamburger, köfte gibi yiyecekler satan yer ve ağaçlar altında, gölgelerde... “uzanarak askerlik yapan askerler”... Ve ortalarda onlara askerlik yaptırdığını sanan, zabitler, astsubaylar, uzman çavuşlar... Aralarda da, askerliğini uzun dönem yapmakta olan memleket çocukları... Fakat onların durumları toplumsal fay kırığının askeriyedeki yansımasıydı bir yerde. Çünkü 28 gün “askerlik yapanların” hizmetlileri uzun dönem askerlerdi. Yemekhaneciler, bulaşıkçılar, tuvalet temizleyenler, banyo görevlileri... Bir de, benim taburumda acemi eğitimi yapan topçu komando birliği askerleri... Anayasanın eşitlik ilkesine aykırılık sadece sivil yaşamda değil, burada da mevcuttu. Bedelli askerlik yapan bazı arkadaşlar, herhalde zaman zaman vicdana geliyorlardı ki; dağlar taşlarda yaptıkları eğitimden döndüklerinde onlara bir tepsi baklava gönderiyorlardı. Birliğin zabitleri ise klasik memur gibi bir yaşam sürdürmekteydi. Başlıca yapılan faaliyet ise, habire verilen konferanslardı. Bedelliler fazla güneş görmesin diye yapılmış olan konferans salonunda, onlara 28 günlük kısa süre içerisinde flash zip olarak bir şeyler sıkıştırılmaya çalışılırdı. Sonradan karşılaştığım bazı bedellilerin belleklerinde bu sıkıştırılmış kayıtlardan bir şeyler kalmadığını da gözlemlemişimdir. Bir gün emrimdeki bedellilerden birisi bir konuyu gerekçe göstererek; “Biz bedelini ödedik komutanım, ona göre askerlik yapıyoruz” demişti... Ben de kendisine, “ Can’ın bedeli olmaz, siz yasalar gereği yaptığınız bu “bulunma” (hizmet değil) işi ile vatanınıza hiçbir bedel ödemiyorsunuz” demiştim. Bazı bedelliler ise o kadar şımarık davranıyorlardı ki, ufacık nezle olsalar, birliğin komutanına kelli felli aracılar sokarak, bizimle ilgilenilmiyor diye şikayette bulunuyorlardı. Bunun karşılığı da onlara bakan bölüğün bölük komutanının dört bin kişinin katıldığı birlik içtimasında, “ilgisizlikle” suçlanması ve laf yemesiydi.
Ağrı-Tendürek arasında yaptığım iki senelik şark görevim içinde çok şeyler görmüştüm. Susuz hudut karakollarındaki Mehmetçiğin, karavanalar iyi yıkanamadığı için birbirine benzemiş aynı lezzetteki yemekleri yiyerek gün saymalarını, gecenin gündüze, tozun pusa karıştığı günleri, kişiliklerin aslının ortaya çıktığı durumları, anları... Bu sosyal ve mesleki fay kırığının “idareciliği ve Makyavelist savunuculuğu” bana göre değildi. Hiç kimseye reklam etmeden ve bildirmeden emeklilik dilekçesi verdim, ayrıldım. Burdur tarihinde en kısa süre tabur komutanlığı yapmış bir kişi olarak kayıtlara geçtim. Kanunlar gereği çıkarılmış olan bedelli yasasının pratik sonuçları budur işte.
“Can’ın bedeli olmaz” beyefendiler...
Bedelli ancak; yurtdışında dümen için değil, gerçekten ülkenin temsili için çalışan öğretim üyesi, iş adamı gibi kişiler için, bu da ancak yapılacak bir araştırma ile net tespit sonrası geçerli olabilir. Bunun bedeli ise dilenci sadakası olmamalıdır. Yoksa ülkede konser salonlarında fink atan, ama kendisini yurt dışında yaşıyor gösterenler için olamaz. Şu dönemde bedelli askerlik kanununu yaygınlaştırmak; “halkı askerlikten soğutmak”tır ve suçtur. Türk halkı iki yerde eşittir. Cami ve kışla. Bunun birisini bozarsanız memleketin istikbalini bozmuş olursunuz. Ama diyorsanız; bu memleketin çivisi çıktı zaten, bunu da çıkaralım, bir şey eksilmez diyorsanız; Siz ana omurgayı tutan çiviyi çıkarmak üzeresiniz, bunun bedeli çok ağır olur, derim. Bu ülkede, bir kısım halk bedelli, bir kısmı ise berdelli galiba. Doğumda yazılmış berdelin yasası ise herhalde sürekli vermek... Oy-Vergi... Can... Bedellinin yasası ise kaçmak sanırım... Hizmetten, samimiyetten, adamlıktan...”
Yukarıdaki satırlar emekli Binbaşı Fatih Çakırtaş’a ait.. Her birini öz oğlu gibi gördüğü binlerce genci acemi birliğinden alıp tezkeresini veren ve cami ile kışla arasındaki nüansı resimleyen Çakırtaş’a duygularımızı dile getirdiği için teşekkür ediyorum. Başıma bela olan ameliyat yüzünden yatağa çakıldığım için bu yılki TÜYAP’a (kitap fuarı) katılamadım. Oysa aylar öncesinden imza günleri belirlenmişti. Okuyucu ile hasbıhal etmenin keyfini yaşayacaktım. Benim yerime giderseniz mutlu olurum. Özellikle yarın yani pazar günü Togan standında minik bedenli koca yürekli arkadaşım Müyesser Yıldız Uğur’un yeni kitabını meslektaşları imzalayacak.