Canımın canı için...
Başımızda kavak yellerinin estiği yıllarda anne-babalarımızın davranışlarına isyan eder “ben çocuk değilim” tepkisini verirken büyüdüğümüzü ispatlamaya gayret ederdik. Ama birazcık ateşimiz yükseldiğinde hangi yaşta olursak olalım “ahh anam” demeyenimiz yoktur. Umut arayışında, çaresizlik ikileminde saçımızı şefkatle okşayan babamızın varlığı Himayalar kadardır.
Ebeveynlerin gözünde evlat kaç yaşında olursa olsun çocuktur. Mekanı cennet olsun babam, her fırsatta sırtımı kontrol edip; fanila giyip giymediğimi sorardı. Ne tür pantolon giyersem giyeyim mutlaka kemer takmamı tembih eder, paltomu, şapkamı, eldiven ve atkımı elleriyle düzeltirdi.
Gece sabaha kadar anaların defalarca üstümüzü örttüğünü hatırlatmama gerek var mı? Kırk yaşını geçip iki de çocuk sahibi oğlunu yetişkin bir baba değil de korunmaya muhtaç evlat olduğunu yüzümüze vuran anne ve babaların hakkını ödemek mümkün değil.
Evet; “baba olmak” dedim... Baba olanlar bu satırların derinliğindeki duyguları çözebilir. Yıllarca isyan ettiğimiz “anne-baba olmadan anlayamazsınız” tespiti şu günlerde benim için çok daha anlamlı.
75 yaşındaki anasının dizlerine başını koyan kocaman baba olarak 16 yaşındaki Aşkımın Ruhu Aybikehan, benim için halen altı aylık bebek gibidir. İki sevgili gibi yürüyüşe çıkıp, vitrinleri seyrederkenki heyecanımız, televizyon kumandası için tartışmalarımızdaki arkadaşlığımız hep O’nun galibiyeti ile sonuçlanmıştır. Minik kabahatlerini görmezden geldiğim yaramaz kızım iki aydır berbat bir hastalığın pençesinde...
Cenab-ı Allah’ın bana emanet ettiği Aybikehan’ın ağrılarını dindirmek için doktorlar ameliyat kararı aldı. Beynindeki kitleyi almak için operasyon yapacaklarını ifade eden doktorlara önce karşı çıkmıştım. Öpüp-koklamaya kıyamadığım saçlarının kesileceği endişesiyle dünya başıma yıkıldı sandım. Ancak baş döndürücü bir hızla gelişen teknoloji canımın canının beynine ulaşmak için cihazlar geliştirmiş. Ürkek bir serçe gibi çarpan kalbim saçlarını kurtarmanın sevinci ile bir nebze rahatladı.
Hastahane yatağındaki gergin bedeni, okyanus gözlerindeki endişeli bakışlarını, anlatabilmenin imkanı yok. Her babanın gurur duyacağı cesaret ve metanet ile ameliyathanenin yolunu tutacak yavrum için değerli okurlarımdan bir ricam olacak.
Okuyucusuyla bütünleşmeye gayret eden, yazarı, muhabiri, yöneticisi, matbaa işçisi ve okuru ile dünyanın en büyük en güzel ailesini oluşturan Yeniçağ’cılara bugün ihtiyacım var.
İnsanın kendisi için karşılıksız bir şeyler talep etmesi kadar zor şey yoktur. Yıllarca karşılık beklemeden, almadan hep veren anne-babalara hayret etmiştim. 9 Kasım 1991 günü dünyaya gelen Aybikehan’ı kucağıma alıp, saç tellerimden ayak tırnaklarıma kadar sıcacık bir şeyler aktığını hissettiğimde “ben şimdi baba mı oldum” şaşkınlığımda aklıma rahmetli Uzun Ömer geldi. Uzun gecelerin sahanında hiçbir gücün uyandıramadığı ben, Aybikehan’ın öksürüğü ile yataktan fırlardım. Terlediğinde çamaşırını değiştirmek, şurubunu ilaçlarını içirmek, gözlerini yakmadan ona banyo yaptırmak, koklayarak yıkamak yorgunluğumu alır, trencilik, eşekçilik oynamak en büyük keyfimdi. Bebeklikten, çocukluğa olan serüveninde anacığıma “anne-baba olunca anlarsın” sözü için hak verirken bir de baktım büyümüş.
Şimdi delikanlılığın uzun koşusunda terlemekte olan kızıma her bakışımda babamın katı görünmeye çalışan yüzündeki tebessümü görüyorum. Babamın eksikliğini, onyedinci yıldönümünde şimdi daha iyi anlıyorum. Çok üşüyorum çooook...
Değerli Okuyucular;
Yeniçağ Ailesinin kıymetli bireyleri; Siz bu satırları okurken canımın canı Hacettepe Üniversitesi Beyin Cerrahisi servisinde ameliyatta olacak. Saygıdeğer tıp adamlarının tedavi için gayretleri yanında Aybikehan’ın sağlığına yeniden kavuşması için alemlerin rab’binin himmetine ihtiyacı var. Yeğeniniz, kardeşiniz Aybikehan ve hastahanelerde çare arayan tüm hastalarımız için dua istersem, bir babanın duygularını yansıtmış olur muyum...
Aybikehan’ı ve hepinizi çok seviyorum...