Câhil şehir ve hükümdarı...
Büyük Türk filozofu Farabi şehri (devleti) temel olarak ikiye ayırır: Fâzıl (erdemli) şehir (El-Medine’tül Fâzılâ), fazıl olmayan (erdemsiz) şehir. Erdemli şehir, ahlâkî erdemleri ilke edinmiş, iş bölümü ve sosyal dayanışmanın en mükemmel düzeyde gerçekleştiği, hukukun ve sosyal adaletin tam olarak uygulandığı, bilgelerin başkan olduğu bir şehirdir.
Erdemsiz şehirlerin ortak özelliği ise “cehalettir”. Öncelikle başkanı “bilge” değildir. Sonra, halkı saadet hakkında yanlış düşünceye sahiptir. Onlar için hayatın gayesi görünen şeylerdir: Sağlık, refah, cömertlik, büyüklük, saygı ve itibar görme hırsı.
Farabi erdemsiz şehri dört kısımda değerlendirir; cahil, fasık, değişebilir ve şaşkın şehir. Erdemsiz şehirler erdemli olmadıkları için medeniyet şehirleri de olamazlar. Bunların içinde en çok cahil şehre dikkat çeker.
Cahil şehrin özelliklerinden biri sömürüdür. Cahil şehirde sömürü sadece “maddi” değildir. Farabi, sanki bugün yaşadığımız problemleri o günden görmüş gibi “sömürü din yoluyla da olur” diyor. Din bir zümre tarafından istediklerini elde etmek için hileli bir yol gibi kullanılır.
Anlaşılan o ki din ile sonuç elde etme hastalığı yeni değil.
Cahil şehrin bir diğer baskın vasfı ise son zamanlarda çok tartıştığımız, bir zümrenin diğer zümre üzerinde “tahakküm” kurmak için “hile ve sahtekârlıklar” içinde olmasıdır.
Adalet, Farabi’nin erdemli şehrinin en önemli özelliği, hatta gerekçesidir. O, devletin oluşum gerekçesini insanın mutluluktan tam olarak nasibini alabilmek için adaleti gerçekleştirecek güçlü bir kuruluşa ihtiyaç duymasına bağlar. Bu ihtiyaç, devleti meydana getirmiştir.
“Sevginin kurduğu devleti adalet devam ettirir” diyen Farabi’nin adalet fikrini “sonuçların sonucu” olarak yorumlayan Dücane Cündioğlu bu durumu “varoluşta Varlık’tan alınan pay” olarak tanımlar ki en güzel adalet tanımlarından biridir.
Toplumda adalete güven hissi kaybolduğu zaman “huzur” ortadan kalkar, başıbozukluk meydana gelir; bunun bir adım sonrası kargaşadır. O yüzden adalet, erdemli şehrin temeli, hatta gerekçesidir.
Peki devletin “adil” olmasını sağlayacak hükümdar hangi özelliklere sahip olmalıdır? Riyasetin birinci şartı “Hikmet” tir. Hilmi Yavuz, Farabi’nin “hikmet” ini “medeniyet” olarak yorumlar: “Eğer felsefe (hikmet), yönetimin bir parçası olmaktan çıkarsa, bütün diğer şartlar bu yönetimde mevcut olsa bile, erdemli şehir hükümdarsız kalmış olacak, şehrin yönetimi ile meşgul olan kişi bir hükümdar olmayacak, şehir halkı helâk olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır.”
Farabi hikmet sahibi hükümdarın özelliklerini saymaya devam eder: Güzel konuşma, doğruluk ve doğruları sevme, yalandan yalancılardan uzak olma, adaleti ve adilleri sevme, zulüm ve zalimlerden nefret etme. Bunların yanında bilgili olma, önceki yöneticilerin koyduğu kuralları bilme ve tanıma (devlette devamlılık esası), kanun koyarken akıl ve mantığını kullanma, ülke çıkarları doğrultusunda kanunlar yapma ve nihayet bunları halka güzel bir dille anlatma. Farabi hükümdarın “tatlı dilli” olması gerektiğini ısrarla vurgular.
Peki cahil şehrin hükümdarı hangi özelliklere sahiptir? Fârablı âlim câhil şehrin hükümdarını şöyle tanımlar: Câhil şehrin çeşitleri ile orantılı olarak câhil şehir hükümdarları vardır. Onların her biri, kendi arzu ve amaçlarını elde edebileceği bir tarzda hükümdarı olduğu şehri yönetir. Yönetimlerine “keyfiyet” hakimdir, dilleri güzel değildir, yalancılarla iş yapar, iltimas ve kayırma yönetimlerinin merkezindedir...
Soru şu: Hangi şehir tanıdık geliyor?
Üreyebilmek “anlamak” için yeterli mi?
Seçim meydanlarında “çocuk” merkezli tartışmalar bana Hitler’in en yakın adamlarından Goebbels ve Beyrut kasabı Şaron’u hatırlattı.
Birinin altı, diğerinin üç çocuğu vardı ama “anladıkları” tek şey katliamdı.
Biri gaz odalarından diğeri göçmen kamplarından “anlıyorlardı”. Yani, üreme kabiliyetleri insanlıkları ile paralel değildi.
Netice-i kelâm, asıl olan “üreme” yeteneği değil “erdem” i gelişmiş insan olmaktır. Ve nihayet erdemli nesiller yetiştirmektir...