Büyükelçi'ye ders!

Türk basınının az sayıdaki yiğit kalemlerinden Yiğit Bulut, İspanyol Büyükelçisi’ne haddini fena bildirdi
Geçtiğimiz hafta içinde, “Avrupa Birliği yalanı canıma tak etti” başlıklı yazımı sizlerle paylaşmış ve “olmadığı halde pazarlanan” Avrupa yalanının, Türkiye’nin “maddi manevi” her anlamda nasıl önünü kestiğini, elimden geldiğince, detaylandırmıştım.
Bu yazıya, Mehmet Ali Birand, Posta Gazetesi’nde referans göstererek bir cevap verdi ve “buradaki görüşlere” katılmadığını belirtti.
Karşı görüşü her zaman saygıyla karşılayan ve bu köşeye taşıyan biri olarak “tez-antitez” döngüsü açısından bu cevabı “olumlu” bir gelişme olarak karşıladım. Hatta verilen cevap sayesinde “daha fazla” yazma ve “Avrupa yalanını” daha geniş kitlelere yayma “isteği” ile kamçılandım.
Değerli dostlar, bugün “konuya kaldığım” yerden devam etmek ve “tarihi gerçekleri” sizlere aktarmaya devam etmek istiyorum. Yalnız bunu yapmadan “geçtiğimiz günlerde başımdan geçen bir olayı” aynen “anlatıyorum.”

* * *

İspanya’nın Türkiye Büyükelçisi, İstanbul’daki “Tarabya rezidansında” aklınca “önemli bulduğu” gazetecilere yemek vermeyi düşünmüş ve yaklaşık 10 kişilik bir liste yapmış. Beni de “acil” olarak CNNTURK’ten aramışlar ve asistanıma not bırakmışlar. ABD Büyükelçisi “milletvekillerini” toplayıp, onlara yemek verir de; Avrupa’nın bir büyükelçisi “gazetecilere” evinde yemek vermez mi! Katılımcıların listesini istedim, tam tahmin ettiğim gibi “Türkiye’de olmayan Avrupa tezini” pazarlayan ne kadar adam varsa, hepsi orada! Ha bir de öne çıkmış “İkinci Cumhuriyetçi” kardeşler!
Davet sahibine; “bir büyükelçinin Türkiye’de kamuoyu oluşturan gazetecileri ayağına çağıramayacağını, isterse kendisine ’Tarabya’da balık ısmarlayabileceğimi’ ayrıca o lis-
tedeki isimler ile asla bir araya gelmeyeceğimi” asistanım vasıtasıyla ilettim. Kısacası ben “gitmedim” ama “bu ülkede gazeteci sıfatı taşıyan” birçok isim gitti.
Geldiğimiz noktaya bakın, sanki “sömürge” ülkesi. Büyükelçiler “milletvekillerini ve gazetecileri” özel yemeklerde bir araya getirip, ülkenin durumunu ve geleceğini sorguluyorlar! Halk da “sadece faiz” ödemek için çalışıp, dursun!
*Yiğit Bulut / Vatan


*****

İkmal beklerken sınıfı geçmiş!
YENİÇAĞ gazetesi yazarı Sabahattin Önkibar, AKP hükümetinin köşe yazarlarına karne verme işine soyunduğunu iddia eden bir yazı yazdı...
Buna göre...
Bazı yazarlar “Zaten bizden” sınıfına dahil edilirken, bazı yazarlar için “Sınıfı geçti”, bazı yazarlar için ise “Sınıfta kaldı” hükmü veriliyormuş...
Hemen “Acaba benim durumum nedir?” diyerek karneye baktım...
Çok şükür, ben sınıfı geçmişim...
Lütfetmişler...
Sınıfta bırakıp “Eylül’de gel” dememişler...
Ancak...
Şöyle geçmiş yazılarıma bir baktım da... Ben Tayyip Erdoğan’ın yerinde olsam...
Bu yazılar karşısında en azından “Bu çocuğu ikmale bırakalım da biraz akıllansın” derim...
Hele Abdullah Gül’ün yerinde olsam...
Tepkim kesinlikle “Otur, sıfır!” olur...
Yani...
Benim açımdan bu iktidarın notu hayli bolmuş...
Kendimi “Boş kağıt verdiği halde beklemediği notu almış” bir orta mektep talebesi gibi hissettim.
*Ahmet Hakan / Hürriyet

***

Şiddetli medya dili
Milliyet’in “Pazar” ekindeydi. Hürriyet İcra Kurulu Başkanı Vuslat Doğan Sabancı “Aile İçi Şiddete Son Kampanyası”nı anlatırken “medya dili”ne değinmişti:
“Kadın dayak yedi” yerine “Erkek dövdü” demeliyiz. (Filiz Aygündüz’ün söyleşisi)
Kadına şiddet, bununla mücadele; bunların ciddiyeti bir yana, “medya dili”ne dair uyarı bence çarpıcı idi.
Hem büyük bir gazetede en üst yönetici, hem “dünyada basın özgürlüğü”nü savunan Uluslararası Basın Enstitüsü yönetiminden birisinin “öznesiz medya dili” üstüne düşünmemize vesile olması
önemliydi.
Gazeteciler yazdıkları haberleri, yazıları; televizyoncular sunuş dillerini bu açıdan düşünmeli.
Okurlar, izleyiciler için de ilginç olabilir; dikkatlice bakmalılar, “öznesiz fiiller” hayatımızda ve “medya dili”nde nasıl yaygın.
Mesela, bir işte çalışırken “işsiz kalanlar” hakikaten “işsiz mi kalmıştır” yoksa
“işsiz mi bırakılmıştır” ? “İşten ayrılanlar”ın önemli kısmı için “ayrıldı”mı demeliyiz yoksa “patron kovdu”mu?
Ekonomi, “krize mi girer ” yoksa “krize mi sokulur, sürüklenir” ?
Bankalar “batar”mı, “batırılır” mı?
“Herkesin insanca yaşama hakkı”nın Anayasal madde olduğu “demokratik, sosyal hukuk devleti” nde, insanlar “aç mı kalır” yoksa hep birlikte utanarak “aç bıraktık” mı demeliyiz?
“Her bin bebekten şu kadarı öldü” demek herhalde gelmiş geçmiş en büyük ikiyüzlülüklerdendir. Doğma kararı veremeyen bebecikleri sanki ölümü kendileri istemiş gibi gömer gideriz. Besleyemeyen, yaşatamayan, daha ana karnında çoğunu kurutan hayat, düzen, adaletsizlik, şefkatsizlik, toplum veya birey olamamışlık; aileden topluma, devlete hiçbir şey asla özne sayılmaz.
“Irak savaşı” dediğimizde hakikaten “savaş” olması gerekmez mi? Yoksa “Irak’a saldırı, istila ve işgal” mi demek hakikate daha uygundur?
Ne uçak kendi başına “düşer”, ne kamyon iradesiyle “ezer”, ne otomobil kafasına göre “uçar”.
“Kaza” öznesizliğin, bir o kadar da hayata ve insana karşı sorumsuzluğun şahikasıdır.
*Umur Talu / Sabah


****

GÜNÜN MÜJDESİ
Yaşasın, yaşasın!
Herkesin gözü aydın! Helin Avşar köşe yazarı oldu! Vatana, millete hayırlı, Helin hanımın yeteneğini keşfediveren Gazeteport’a da helal olsun!
*Ceyhan Altınyelek / Bugün

***


Nobel, Bush ve Erdoğan
İsrail ve Filistin Devlet Başkanları’nın Ankara’da bir araya gelmesi bazı AKP’lileri çok heyecanlandırmıştı. Bu heyecanları o kadar kabına sığmaz hale gelmişti ki, bazıları Başbakan Erdoğan’ı Nobel Barış Ödülü için aday göstermeye bile kalkmıştı.
Gerçi böyle bir adaylık için başvuru yapılıp yapılmayacağını da henüz bilmiyoruz, çünkü Dışişleri Bakanı Ali Babacan “Enteresan bir öneri, arkadaşlar üzerinde bir çalışsınlar bakalım” demişti.
İsrail ve Filistin Devlet Başkanları biliyorsunuz birkaç gün önce Amerika’da Başkan Bush’un huzurunda yine bir araya geldiler. Zaten Ankara toplantısı da bunun bir ön hazırlığı idi.
Bu durumda şimdi Amerika’daki Cumhuriyetçiler de Bush’u Nobel Barış Ödülü için aday göstermeye kalkabilirler mi? Çünkü sonuçta eğer bir barış sağlanacaksa bunda aslan payını Bush alacak. Komik geliyor bu öneri değil mi? Ama Türkiye’de olunca ciddiye bile alındı.
Tabii bir notu da eklemeden edemeyeceğim. Biz burada kendi kendimize “Ortadoğu’da barışı sağlıyoruz” diye havalara
girerken, Başkan Bush Amerika zirvesinin ilk adımı olan Ankara toplantısından hiç
söz etmedi bile. Aklına Türkiye’ye ve “barışçı” Başbakanına teşekkür etmek gelmedi.
*Can ATAKLI / Vatan

Yazarın Diğer Yazıları