Büyükelçiler dışarıda ne diyecek?
Aklıma mukayyet ol Allah’ım! Onlarca badireden yüzlerce kumpastan geçmiş bir devlet aklı bu kadar sığlaşır mı? Zihinleri korkularla şartlandırılmış yönetici elit, tam da eski formatlardan kurtuluyorlar diye ümit ederken, kokuşmuş saplantılar yeniden nüksediyor. Panik hali öylesine yaygın ki, denize düşen yılana sarılır misali çevresindeki çıyandan akrepten medet umuyor.
4,5 milyon dolarlık ayakkabı kutularının üzeri 3 bin dolarlık bir örtüyle perdeleniyor. Kaçakçıların narkotik köpeklerinin ilgisini dağıtmak amacıyla uyuşturucu paketlerinin üstüne kahve serpmesi türü hilelerle yolsuzluklar gözden kaçırılıyor. Yalanları ardı arkası kesilmeden sıralar ve imdat çığlıklarıyla ortalığı velveleye verirsek alemi inandırırız diye inanıyorlar. İşin üzücü yanı, sürekli tekrarlanan yalanlar hem entelektüel çevrelerde hem de dindar halk kesimlerinde bir karşılık da buluyor.
Emniyette bir şube müdürünün görevinin iki haftada beş kez değiştirilmesi, teşkilatı tanımadığını söyleyen başka birinin İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne atanması, gazetecilerin emniyet binalarına alınmaması, devlet kaynaklarıyla beslenen sivil toplum kuruluşlarının hükümet lehinde tavır almaya zorlanması, AB’den dışlanma pahasına HSYK’nın yapısının değiştirilmeye çalışılması, iktidar yandaşı gazetelerdeki muhalif yazarların işten atılması, gazetelerin daha matbaada basılmadan toplatılması vb.. icraatlar hükümetteki paniğin çapını gösteriyor.
Aslında panikten öte bir cinnet hali yaşanıyor. Banka yönetimi yolsuzluk operasyonunun bankacılık faaliyetleri hakkında olmadığını defalarca vurgulamasına rağmen Başbakan Erdoğan’ın başdanışmanı Yiğit Bulut, Halkbank’ın Almanya ve İsrail tarafından batırılmak istendiğini, bazı yandaş kalemler ise ABD’li neoconlar’ın bankaya tuzak kurduğu iddiasını yayıyor. Operasyonu savunanlar yolsuzluk olayının bankayla ilgisi bulunmadığını savunurken hükümet tarafı adeta bankanın marka değerini yıpratmak için yırtınıyor. İktidar, faiz lobisi ve baronların Türkiye’deki ekonomik istikrar ve gelişmeden rahatsız olduğunu ileri sürerken diğer yandan Bankasya’daki kamu parasını vadesi gelmeden çekmek suretiyle bankayı batırıp finansal kriz çıkarmaya çabalıyor!
Konunun sadece “alternatif devlet” camiasının tasfiyesiyle sınırlı kalmadığı çok net. Görevden alınan bürokratlar hakkında suçlama yok, aksine “rutin atamalar” açıklaması yapılıyor. Fakat hükümet yangından mal kaçırırcasına yasaları yürütmeye uyarlama telaşında. Bir yandan da yargının üstündeki “yürütme vesayeti”nin AB’den döneceği korkusuyla büyükelçilere ayar çekerek hukuksuzluğu yurtdışında savunmalarını istiyor.
Diplomatlarımız Türkiye’deki yolsuzlukların aslında hayır faaliyeti olduğunu, hakim ve savcıların yeryüzünün en sinsi ve tehlikeli suikast örgütüne mensup olduğunu, yargı ve yürütme erkinin henüz ortaya çıkarılamayan gizli bir yapılanma tarafından kuşatıldığını anlatacaklar. Peki büyükelçilerimizin gittikleri ülkedeki mevkidaşları, “siz de paralel misiniz?” diye sorarlarsa kendilerini nasıl aklayacaklar! Ayıptır, ülkeyi rezil etmeyin!
Başbakan Erdoğan öncelikle şunu anlamalı. Evet şahsına yönelik yerli işbirlikçileri de bulunan uluslararası bir plan olabilir. Bence bu darbe dış politika boyutuyla zaten tamamlandı ve Türkiye’nin Türk Cumhuriyetleri’ne açılan kapısı Kafkasya’da, Orta Doğu’da ve Balkanlar’daki saygınlığı dibe vurdu. Bunu anlayan Erdoğan, bırakın küresel güç olma arzusunu bölgesel güç hedefinden dahi vazgeçtiğini açıkladı. İslam dünyasının liderliği umutları da, dönülmez akşamın ufkunda batan Erdoğan, şimdi yurt içindeki varlığını kurtarmaya çalışıyor.
Erdoğan, yakında daha ciddi kaosların yaşanacağını ve ülkenin siyasi suikastlarla çalkalanacağını görüyordur. Ancak asıl sorunun, daha birkaç hafta önce “kardeşlerim ne istediler de vermedim” dediği cemaatten kaynaklanmadığını anlasa da artık bundan sonra geri dönemez. Başbakan, çevresindeki yolsuzlukların ne kadarının kayda geçirildiğini bilmediği için de, basını sansürleyerek, interneti yasaklayarak, savcıları operasyon yapamaz ve polisi yolsuzlukların peşine düşemez hale getirerek akıbetini geciktireceğini zannediyor.
Büyük senaryonun yönetmeni gerilim temposunu yavaş yavaş yükseltirken kaset silahlarıyla bir hükümete bir cemaate ateş etmeyi sürdürecektir. Oysa işin başında “yolsuzluk yapan oğlum olsa gözünün yaşına bakmam” dese kurtarabilir, hatta kahramanlaşabilirdi. Şimdi savcısı olduğu davaların avukatlığına soyunsa da, yeniden milli güvenlik devleti stratejilerine yaslansa da işi çok zor. Fakat “ülke krize girerken partiyi bırakma” diyecek milyonlar sokaklara inerse belki bir dönem daha Başbakanlık koltuğunda oturabilir!