Bütün mesele Danton olabilmekte...
Sıkıntımız bu bence: Bir yerde başlayıp orada bitirmek...
Israrcı bir millet değiliz, inatçıyız. Bu inadımız bir adım bile ilerlemememize yol açıyor. Kırk yıldır türbanı, yüzelli yıldır demokrasiyi tartışıyoruz.
Eğitim, III. Selim'den beri problem...
İlericilik tartışmaları ta 18. yy'den kalma...
Mezhep kavgasının başlangıcını hatırlayan bile yok.
Darbe tartışmaları Türk tarihi ile yaşıt...
Çözdüğümüz problemleri bile konuşmaktan zevk alıyoruz. Türban bunun somut delili.
Çünkü birileri için amaç problem çözmek değil fırsatı bulunca "ganimet"e çökmek.
Evet, sorunlarımız birileri için "ganimet" haline gelmiş; bunun farkında bile değiliz.
Bir zamanlar "konuşan Türkiye" diye önüne gelenin konuştuğu, kavga ettiği programlar yapılırdı. Zaten konuşmaktan başka bir şeyin yapılmadığı bu topraklarda, insanları "meşgul" etmenin şifresini çözmüşlerdi. Televizyon ekranından konuşmak, gazete köşelerinden yazmak, fakat hiçbir şey yapmamak...
Birbirimizi dinlemeden, birbirimizin hukukuna riayet etmeden yaşamayı alışkanlık edinmişiz. Anlamıyoruz birbirimizi, anlamaya gerek duymuyoruz.
O yüzden hiç kimse "karşısındaki" için mücadele etme gereğini duymuyor.
80 milyonun içinde herkes "sorunu" ile yalnız ve baş başa...
Türbanlı türban için, başı açık başı açıklar için, sağcı sağcı için, solcu da solcu için mücadele ediyor; gayrısının önemi yok, Anadolu'da sık kullanılan tabirle "ırgalamıyoruz" birbirimizi...
Halbuki tarihimizde kendisini karşısındakinin yerine koymak olan, modern zamanlarda "sinerji" olarak keşfettiğimiz alışkanlığı içselleştirebilsek, kim bilir, belki bu problemler bu kadar büyümeyecek...
"Hak"kın "saf hak" olarak savunulduğu bir toplumda, kimliğin veya hakkın kimi ilgilendirdiği değil özünün ne olduğu önemli olmalı.
Birbirimizin hakkına müdahale etmeden yaşayabileceğimiz bir ülkeden bahsetmek lazım.
Bunun için, kendimizden başlayarak bir şeyler yapmak lâzım.
**
Danton, Fransız devrimine Jakobenlerin yanında başladı. Jakobenler mutlakiyetçi demokrasiyi savunuyorlardı, ironik mi bilmem ama kendilerini "solcu" olarak tanımlıyorlardı.
Jakobenler tepeden inmeciydi, "inancım eylemin meşruiyet kaynağıdır", "cahil halk doğruyu ve çıkarlarını bilemez" diyerek halkın gerekirse "zorla" aydınlatılması gerektiğine inanıyorlardı. Gerekirse bu konuda güç kullanılması gerektiğine iman etmişlerdi.
Bu inançlarını yerine getirmekte de oldukça mahirdiler.
Danton da onlardan biriydi. Kral'ı giyotine gönderen mahkemenin kurucularındandı ve devrimin şüphesiz en büyük kahramanlarındandı.
Danton bir süre sonra Jakobenlerin önüne geleni giyotine gönderme "alışkanlığı"ndan rahatsız oldu. Tek başına "eski" dostlarına itiraz etti ve onlara engel olmaya çalıştı.
Olamayınca da gönüllü sürgüne çıktı.
Ancak bir süre sonra dostlarının yarattığı şiddet ortamından rahatsız oldu ve Paris'e tekrar döndü. Dostlarını durdurmayı denedi.
İhtilalcilerin şiddete ve baskıya son vermesini sağlamaya çalıştı, bunun için yürekli çıkışlar yaptı lakin Danton kendi kurduğu mahkemede idama mahkûm oldu.
Danton yanlış çıktığı yolculuğu "doğru" olarak bitirenlerdendi.
Bizim toplum olarak ihtiyacımız, yolculuğu doğru bitirebilecek insanlardır.
Bu yolculuğa doğru yerde de başlamış olabiliriz lakin yanlışa karşı doğruyu savunma erdeminden yoksunsak bugünkü sorunları yaşarız.
Kendimize soralım.
Tartıştığımız meseleleri mağdurların dile getirdiği kadar, mağdur olmayan tarafların da dile getirdiği bir Türkiye'de problemler bu noktaya gelebilir mi?
Yazının başlığında söylediğim gibi mesele Danton olabilmekte...
İnsan hata yapabilir, kavga edip birilerine düşman da olabilir.
İş hatayı telafi etmek için cehd etmek, kendisi gibi yaşamayanın ve hatta bir zaman kendisine zulmedenin hakkını da savunabilmektir.
İşte o zaman bir ve yaşanabilir bir ülke oluruz ve Robespierre'lerden kurtuluruz...
***
Gazetemiz yazarlarından Hasan Demir'in vefatını büyük bir teessür içinde öğrenmiş bulunuyorum. Kendisini tanımak kısmet olmadı ama yazılarından istifade ederdim. Hasan Ağabey'e Cenab-ı Hakk'tan rahmet diliyorum. Ailesine sabr-ı Cemil niyaz ediyorum.