Bütün gazeteler Erdoğan'a bağlansın!
Vali ve kaymakamlara, verdiğimiz kömür, bulgur, makarna ve nohutları halka ulaştırmak için kamyonlara binin, kapı kapı dolaşın, diyen; Tunceli’de, Yüksek Seçim Kurulu’nun “Yasaya aykırı” kararına ve “suç işliyorsunuz” ikazına rağmen, susuz evlere çamaşır ve bulaşık makinesi dağıtan mülkiye amirlerine, “Devam edin, arkanızdayım” güvencesi veren Başbakan Erdoğan, “Yandaş medya” suçlaması ile şahsı, çocukları, çevresi ve AKP’lilerin karıştığı olumsuzlukları haberleştiren gazete ve televizyonları “çamur atmakla” suçlamayı; böyle gazetecilik olmaz, bunları almayın, bunları okumayın diye meydan meydan dolaşmayı sürdürüyor...
Normal ülkelerde devlet ve hükûmet adamları, “Gazete okuyun, kitap okuyun” kampanyaları açarken, Türkiye’de bir tuhaflık olmalı ki, ülke Başbakanı, “Okumayın” kampanyası başlatmış, hatta, “Okumayın” kampanyasını da bir hayli aşıp, “Yazmayın” tehdidine başlamış bulunuyor.
Aleyhimde yazmayın, diyor.
“Yazarsanız, elimde dosyalar var, gününüzü görürsünüz!” diyor...
Böyle bir ülkede “gazeteci” kalmak ve “yazar” olmak kolay değil.
Çünkü sayın Başbakan kızdığında sağı solu belli olmayan biri.
Vatandaşa, “Ananı da al git” diyor, “Küfrettirmeyin!” diyor, böylesine, “vurdu mu oturtan” devletin icra organı olan hükümetin başı, yani devletin gücünü elinin altında tutan bir şahsı, bir gazete, bir kalem nasıl karşısına alsın, alabilsin!
Şimdi böyle birine sen tutar, “Kanal 7 sahibine sahte vekâletname veren noter için işlem yapıyorsun, peki sahte vekâletname alan beyefendi için niye kılını kıpırdatmıyorsun?” dediğinde, bir anda alnının ortasına “yandaş medya” mührünün vurulduğunu görebilirsin.
Artık iyice anlaşıldı ki sayın Başbakan, meselâ İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin, “Acildir” diye, “Dâvet usulü” ile gerçekleştirdiği ve ne hikmetse Albayrak’ın damadının kazandığı VIP Otobüs ihalesini, Kamu İhale Kurumu’nun “mevzuata aykırı” bulmasına rağmen, eleştirilmesine tahammül edemiyor. Tıpkı oğlu ve gelininin, hükümetin yüzde 18 olan KDV oranını sıfırladığı bir kuyumcu şirketine ortak olmalarının haberleştirilmesine tahammül edemeyişi gibi...
Tahammül edemeyince de, sinirleri yıpranıyor, sinirlerin yıpranması sağlığın altüst olmasına sebep olmaz mı?
Olur...
Türkiye ise, çok zor bir coğrafyada, büyük bir ekonomik krizin ortasında ve çok çetin iç ve dış tehlikelerle baş etmek zorunda olduğu bir dönemden geçiyor. Böyle bir dönemde sinirleri yıpranmış ve sağlığı altüst olmuş bir başbakana sahip olmak kadar büyük bir talihsizlik olabilir mi?
Olamaz...
Darbe istemediğimize ve ufukta da bir seçim gözükmediğine göre Başbakanımızın sinirlerini yıpratmamak ve sağlığını korumak hepimiz için milli bir görev, çünkü sağlıklı bir başbakan, ülke menfaati için, elzem...
Öyleyse yapılacak iki şey var...
Ya sayın Erdoğan, çevresi ve çoluk çocuğunun ve tabii hükümet üyeleri ile AKP’li belediye başkan ve başkanın adamlarının karıştıkları iddia edilen hiçbir suiistimal iddiasını haberleştirmeyeceğiz ve manşetlerimiz, farklı kelimelerle de olsa, “Allah seni başımızdan eksik etmesin” şekilde olacak
Ya da İstanbul başta olmak üzere...
Her ildeki gazete ve televizyonları o ildeki AKP il başkanlığına bağlayacak, yazar ve muhabir alımlarını parti genel merkezi ve sayın Başbakan’ın olurları ile istihdam edeceğiz. AKP il başkanları, genel yayın yönetmeni sıfatıyla manşet atacak, yazarların yorumlarını ince bir süzgeçten geçirecek..
Tek parti döneminde valilerin CHP il başkanı olmaları gibi.
Böyle yaparsak umulur ki Başbakanımız sakinleşir...
Gerçi gazetenin masrafları başkasından çıkmış, hizmet AKP’ye yapılmış olacak, ama olsun, biz zâten buna alıştık, AKP oy alsın diye susuz köylere dağıtılan çamaşır ve bulaşık makinelerinin parası da vatandaştan çıkmıyor mu!