Bütün bunların bir bedeli olmalı
Hali hazırda Karabağ'da işgalci durumunda olan Ermenistan'ın, Karabağ dışındaki Azerbaycan topraklarına da saldırmaya başlaması ve bugüne kadar "soykırım" dahil uğramadığı Ermenistan zulmü kalmayan, buna rağmen tabiri caizse "peygamber sabrı" gösteren Azerbaycan'ın da, nihayet "yeter artık" deyip topraklarını işgalden temizleyecek askeri hamleyi yapmasından bu yana;
- Ermenistan, Karabağ'da bulunan Fuzuli, Ağdam ve Terler köyleriyle birlikte, işgal bölgesinin dışındaki Gence'yi de füzeyle vurdu; 2 kişi öldü, 16 kişi yaralandı.
- Ermenistan, işgal bölgesi dışındaki Gence'yi vurdu, Şahmemmedli'de bir kişi öldü.
- Ermenistan, "ateşkes" imzalamasından sadece saatler sonra Gence'yi vurdu, uykuda oldukları sırada üzerlerine füze yağan Gencelilerden 9'u öldü, 39 kişi yaralandı.
- Ermenistan, Gence'de yaptığı katliamda ölen Azerbaycanlıların defnedildiği sırada, mezarlığı vurdu, 3 kişi öldü, 3 kişi yaralandı.
- Ermenistan, herkesin uykuda olduğu saatlerde Gence'yi vurdu. 13 kişi öldü, 52 kişi yaralandı.
- Ermenistan, yine işgal bölgesinin dışında bulunan Berde'yi vurdu. Misket bombalarının kullanıldığı saldırıda 21 kişi öldü, 70 kişi yaralandı.
Bu saldırıların tamamı "sivil yerleşim"lere yapıldı. Katledilenlerin tamamı "sivil halk"tandı. Ölenler arasında beşiktekinden, okul çağına, farklı yaş gruplarından çok sayıda çocuk da vardı.
Tamam, Azerbaycan'a "askeri desteği" onlar istediği zamanda, istediği şekilde vermek için bekliyoruz da, "insani", "siyasi", "diplomatik" destek için ne bekliyoruz?
Destek mesajlarını, dayanışma ziyaretleri değil kast ettiğim; Hocalı'da, bütün uluslararası kuruluşlarca "soykırım" olduğu tescillenmiş bir "suç"u işlemesine rağmen bugüne kadar hiçbir yaptırıma maruz kalmayan Ermenistan'ı, 27 Eylül'den bu yana, istisnasız her gün bir yenisini işlediği (yaşanan savaş değil işgali ama) savaş ve insanlık suçlarından ötürü yargılatmaktan ve mümkün olan en ağır şekilde cezalandırmaktan bahsediyorum?
Bunu sağlamak için hangi somut adımları atıyoruz; -kaldıysa tabii- hangi siyasi/diplomatik kanalları zorluyoruz?
Bir "dik duruş" sorunsalı
Yanlış zaman; yanlış mekan…
Türkiye Cumhuriyeti'nin 97. doğum günündeki kısıtlanmış kutlamalar kapsamında, Anıtkabir'de düzenlenen tören sırasında alana alınan vatandaşların, "seçmece" olduğu iddiasının ne kadarı doğru bilemem. Keza, evvelce hazırlanan listeye göre içeri alınan bu "vatandaşlar"ın, talimatlandırıldığı yönündeki haberlerin ne kadarının doğru, ne kadarının yanlış olduğunu da…
Velev ki, noktasına virgülüne kadar doğru…
Yahut…
Velev ki, külliyen yalan…
"Şahsım"ın kafasına takılan durum değişmiyor.
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, "Cumhuriyetin kurucusu"nun huzurunda; yani "makamı" açısından en güvenli, en emin, en huzurlu ve dahi en rahat olabileceği mekanda o dakikalarda.
Hal böyleyken, "talimat" doğrultusunda ise o talimatı veren kişiler, değil, vatandaşların kendi spontane tepkileriyse bizatihi onlar, nasıl bir ruh hali, nasıl bir gerekçe, his, akıl ve de mantıkla, "Reis"e seslenmek için "Dik dur" mesajını seçmiş olabilirler ki!
Zengilan'ı mı geçiyor "Reis" o esnada?
Karabağ'dan "Revan"a mı yürüyor?
Hücumbotuna atlamış, Ege Denizi'nde, Yunanistan'ın iskana açtığı, üs kurduğu, silahlandırdığı "Türk adaları"nı temizlemeye mi gidiyor?
Devasa küresel çarkın dişlilerine çomak sokan, kapitalizmin amiyane tabirle anasını ağlatacak, bütün ülkeleri birbirine eklemleyen "bağımlılık" zincirinin Türkiye halkasını kırarak bütün "mazlum milletler(!)"e rol model olacak bir ekonomik devrime mi hazırlanıyor?
Cumhuriyet Bayramı töreninde, Misak-ı Milli kulesine doğru yürürken kime karşı dik durması bekleniyor Cumhurbaşkanı'nın Anıtkabir'de?
Cumhuriyet, bizatihi Türk'ün "eğilmeyişi"nin neticesinde elde ettiği zaferin adı değil mi zaten?
Anıtkabir, "Türk'ün dik duruşu"nun abideleşmiş hali değil mi Ata'nın ruhunda?
Ben olsam o kadar emin olmazdım
Eski başbakanlardan Mesut Yılmaz'ın vefat haberini alan mevkidaşı Tansu Çiller, daha Yılmaz'ın cenazesi bile kalkmadan yaptığı açıklamada, "Koalisyonların ülke için zor dönemleri getirdiğini gördük. Bugünkü başkanlık sistemi bu koalisyonları bertaraf etmeye daha yatkın. Bugün hayatta olsa Mesut Yılmaz da bunları söylerdi" demiş.
"Söyledikleri, yaşasaydı söyleyeceklerinin teminatıdır" deyip, hızlıca arşivi taradım.
En çok, 1997'de, Süleyman Demirel, konuyu tartışmaya açtığında konuşmuş Mesut Yılmaz "Başkanlık" üzerine. Yalan yok, "Tüm değil, ama yarı başkanlık sistemininin Türkiye'de uygulanabileceğini düşünüyorum" da demiş demesine de eklemiş:
- Başkanlık sistemi, güçlü demokratik geleneklerin bulunduğu ülkelerde başarılı olabilir. Demokratik gelenekler, Türkiye'de, başkanlık rejimini başarılı kılmaya yetecek ölçüde gelişmiş değil…
Anlayana "tek adamlaşma" ikazı, anlamaya davul zurna az…
Bu arada, Yılmaz'ın konuşmalarını tararken rastladım, bu vesileyle hatırlatmış olayım:
AK Parti iktidarının, neredeyse her icraatını atfettiği Adnan Menderes'in oğlu Aydın Menderes, "Esas olan parlamenter sistemin iyi işletilmesidir, bu tür tartışmalar kafa karıştırır" diye karşı çıkmış o gün "Başanlık" tartışmasına.