Burada bir gün yatmaktansa idamı tercih ederim

Emin Çölaşan’ın annesi vefat etti. Bekir Coşkun göz ameliyatı geçirdi. Ahmet Hakan’ın işi çıktı. Utku Çakırözer Çin’e gitti. Yalçın Doğan “bir dahaki sefere” erteledi.
Derken...
“Nöbet Çadırı” nda buluştuğumuzda bir de baktık bendeniz, Soner Yalçın (Oda TV), Şükran Soner (Cumhuriyet), Mehtap Akbaş Çiftçi (Dünya), Tahsin Ceylan (Kadroya Balbay’ın yakın dostu kontenjanından dahil olan ünlü sualtı fotoğrafçımız) ve İzmir’den gelip “ev sahipliğimizi” yapan Türkiye Gazeteciler Federasyonu Başkanı Atilla Sertel’den oluşan az-öz bir kadro kalakalmışız.
Çadırda soba başında çayla iliklerimize kadar ısındıktan sonra doğru demir kapıların, taş duvarların ardına...

Allah kavuşturmasın
Soner Yalçın’ı görünce içimden “rehberimiz sağlam” diye geçiriyorum ya nerdee;
“İçeriyi sorun anlatayım da buraların yabancısıyım” diyor daha girişte!
Bu durumda “Aylık Olağan Gazeteci Görüşü” geleneğini yaratan Sertel önde biz arkada, bir, iki, üç... Kapılar aşarak, üstümüzü aratarak, otobüsle aktarma yaparak, retinamızı taratarak, ayakkabılarımızı çıkararak prosedüre göre rutin, insanoğlunun duyularını/duygularını yitirmemiş olanına göre “geren” bir yolculukla varıyoruz görüş odasına.
Allah’tan personel güler yüzlü, tatlı dilli... Bir alaka, bir ilgi...
Tamam itiraf ediyorum Soner Yalçın’ın gölgesinde kalıyoruz bu anlarda. 20 gün öncesine kadar devam etmiş bir “cezaevi arkadaşlığı” aralarındaki, nasıl rekabet edebiliriz ki!
Yalçın’ı gören infaz koruma memuru “oooooo” deyip sarılıyor;
“Özledik abi!”
Allah kavuşturmasın! Böyle durumda ne denilebilir ki!
(İnfaz koruma memurları yıpranma paylarını soruyor; ilgililerin bilgisi ola...)

Yeşili gördüm
Pek renkli cezaevi; ekpresyonizm başyapıtı olmaya aday duvar boyu resimlerle kaplı her yan. Kız Kulesi’ni bile getirip kondurmuşlar, o derece. Ama her yanını şeker hamuruyla kaplasanız ne “cezaevi” işte! Pet şişeden yapılmış çiçeklerle kaplı duvarlara bakınca sanırsınız botanik parkı; ama sonuçta “suni” o “ışıltı” . (Bir de görüş salonundaki Pinokyo, Keloğlan, Alaaddin’in Sihirli Lambası “Ergenekon gibi hepsi birarada” masal duvarı ne Allah aşkına; kimse kırılmasın ama şimdiki çocuklar kanmıyor böyle masallara!)
Bizi kapıda karşılayıp, kapıya kadar uğurlayan Cezaevi Müdürü Soner Yalçın’a “çıkınca kilo almışsın” diye takıldıktan sonra yarı şaka, yarı ciddi “içeridekiler” in nasıl beslendiğini, nasıl spor yaptığını öyle bir anlatıyor ki; “gelmişken kalalım bari” diyesi geliyor insanın!!!
(Sizden ricam bu kısmı okurken “Allah yazdıysa bozsun” deyin lütfen.)
Beklerken, tavana yakın, minik, mazgallı pencereleri işaret ediyor Soner Yalçın:
“İki yıl boyunca yeşili gördüğüm tek yer burasıydı. Başımı uzatır, böyle bakardım işte...”
“Gördüm” dediği yeşil, cezaevi blokları arasından güçlükle seçilebilen tarlalarda bitenden ibaret!

Namert faşizmi
İlk görüştüğümüz gazeteci Mustafa Balbay’dı ama Tuncay Özkan öyle güzel (acının tarifi nasıl güzel olacaksa!) anlattı ki “araf” ta olma halinin üzerlerindeki etkisi, ondan başlamak istiyorum yazmaya.
İçeri girdi, hepimize sıkı sıkı sarıldı ve durmadan, ama hiç durmadan anlattı:
“376 ajandamı, 70-80 tane büyük defterimi aldılar. Notlarımı ’devlet sırrı’diye kasaya kaldırdılar. Onlardan yargılanıyorum ama bana vermiyorlar. Bir tanık çıkarıp hakkımda konuşturuyorlar, soru sordurmuyorlar. Savcıya ’Sen sor’diyorum, ona da hayır.
AİHM benimle ilgili verdiği yanıtında Muzaffer Tekin’i, Poyrazköy’ü anlatıyor... Suçun şahsiliği vardır, böyle şey olur mu!
22 ay sonra sıra gelmiş, savunmamı yapacağım, savcıya ’Delil varsa göster. Suçumu söyle’diyorum. Karşılık:
- Sanık en iyi kendisi bilmektedir o anlatsın!
Beni ve Öcalan’ı sorgulayan Atilla Uğur’u PKK’yı yöneten 17 kişinin içinde gösterdiler! Türkiye’de kimse eceliyle ölmedi. Özal dahil herkesi biz öldürdük. Bari adımızı da ’ecel’koysunlar.
Ne yapmışım?
Cumhuriyet Mitingleri!
O mitingler izinsiz değildi ki!
Yok efendim ya o insanlar dağılmasaymış! Ama dağıldılar. Olmayan şeyden suçlanır mı insan! Şöyle pankart açılmış. Açanları neden al(a)madın o zaman!
Faşizmin bile ahlakı var. Bu namert faşizmi! Bana muhalifsin de yatayım. Çünkü muhalifim. Bunu kabul ederim. 1908’in hesaplaşması diye ağızlarından kaçırıyorlar. Onu da kabul ederim. 100 yıllık hesaplaşmanın parçası de. Suçun Cumhuriyeti savunmak de. Ben bu suçu üstlenirim. Ama ” teröristsin “ diyorsun. Bir tane üyesi olmayan örgüt olur mu! Suç yok, suçlu yok sadece yafta var! Ve bu yaftalar ebediyen bizim üzerimizde kalacak.
Bu şekilde bir gün yatmaktansa muhalif olarak idam edilmeyi tercih ederim. Bu çok daha insani. O zaman idam sehpamı kendim tekmelerim. Ailem de arkamdan üç gün ağlar, sonra hayatına devam eder. Ama şimdi bunu yapamıyorlar. Son görüşe annem, Nazlıcan ve Duygu beraber geldi. Acı gözlerimizde iz gibiydi. Sadece bakıştık. Bu arafta onlar da kendilerine bir hayat kuramıyorlar.
Hakkında suçlama olmayan biri olarak benim kendi adıma ne mücadelem olabilir!”
Öfkeyle, sitemle, heyecanla, umutla, çaresizlikle; duygular kaosunun ortasından haykırıyor bunları Özkan. Dili çok güçlü, kuvvetli ama bahsettiği o “acının izi” gözlerinde öyle belirgin ki...
Rengi; soluk yüzü, sapsarı elleri; “çalınan yıllarının” belgesi. Kim Özkan’ın hâlâ 2008’deki adam olduğu iddia edebilir ve kim o adamı geri getirebilir ki!

Uzun bıçaklar gecesi
Tarihte bu davanın bir eşinin daha olmadığını söyleyen Özkan hakimlerin tutumunuysa biraz 12 Eylül yargılamalarındaki “siyasi komiserler” e, biraz da Alman yargıçların, Hitler’in 85 kişiyi katlettirip ordu hakimiyetini ele geçirdiği “Uzun Bıçaklar Gecesi” sonrasındaki tutumlarına benzetiyor.
Hem gam, hem keder mi. Kazara iyi şeyler de olmuş. Mesela 15-20 yıldır konuşmayan Özkan ile Yalçın’ı “kötü bir şey yapmak üzere” yanyana getirenler farkında olmadan barışmalarına vesile olmuşlar.
Yaşadıkları “trajikomik” olunca, gülmeceleri de oradan çıkıyor haliyle. Özkan’ın kızı Nazlıcan, okulda “Şişşşt, ben ETÖ’nün TÖ’sünün, NÖ’süyüm” diye takılıyormuş üstüne gelen arkadaşlarına! Kahkahayla anlatıyor bunu Özkan.
Son söz:
Her şeye rağmen umutlu:
“Önümüzdeki 10 yılda bugünkü iktidar sahiplerinin hiçbiri olmayacak Türk siyasetinde!”


Mahkeme bize tutuklu
Şartlara zerre uymayan garip bir ışık var Mustafa Balbay’da. Daimi bir tebessüm; ya gülüyor, ya da güldü gülecek. Konuşurken gözleri parlıyor. Bir cümle bitmeden ikincisine başlıyor gibi, sözleri iç içe coşkuyla zincirlenmiş halde.
“Filinta gibi” derler ya, o havada giriyor içeriye. “Bu ne şıklık” diyoruz. “Sizin için hazırlandım” oluyor cevabı. Bir nevi düğün, bayrammış bu görüşler “içerideki” ne. “Bazen ailemize telefon etmeye bile böyle hazırlanarak gidiyoruz” diyor.

Her şeylerini kaybedecekler
Balbay (aslında hepsi öyle) 18 Şubat’a odaklanmış:
“18 Şubat’ta her şeyi bekliyoruz.”
Bunu iki ayrı anlamı var:
“1. Mahkemeden her türlü kararı bekliyoruz.
2. Toplumdan her türlü desteği -13 Aralık’ı aşacak şekilde- bekliyoruz.”
Davaya ilk defa bu kadar uzun ara verilmesini (5 hafta) “zaman kazanma çabası” olarak yorumluyor Balbay:
“Mahkeme bize tutuklu! Bu mahkemenin varlık nedeni biziz. Bu dava biterse her şeylerini kaybedecekler. Bitecekler. Özel yetkileri, maaş fazlaları, şoförleri, korumaları, makam araçları hepsi gidecek...”
Balbay, “dava bağlama” ları da bununla ilişkilendiriyor:
“Yeni dava açamayacaklarına göre süreci ancak davaları ekleyerek uzatabilirler. Yoksa 2006’da başlayan Danıştay Davası’nın ” silah sağlayanları “ neden 2012’de dosyaya eklensin! Bu zamana kadar aklınız neredeydi!”

Ergenekon çok kozmopolit
Konuştuğumuz bütün gazetecilerin kilit cümlesi aynı:
“Bu davada hukuk yok!”
Dolayısıyla davayı ya siyasetin ya da toplumun çözeceğine inanıyor. Ama toplumun çözebilmesi için bugüne kadar oluşturulan ezberleri bozmak gerektiğine işaret ediyor:
“Balyoz’da sahte cd’ler, Odatv’de virüslü belgeler... Ya Ergenekon? Ergenekon çok kozmopolit. Bu davayla ilgili insanların kafası karışık. Balbay’ı, Özkan’ı görmeye gelen bakıyor hemen arkasında Alparslan Arslan oturuyor. Bu ezberi bozmak lazım. Bu davayı karara bırakmamak lazım. Karara kalırsa ne olacağını Balyoz’da gördük. Eskiden ’Yargıtay’dan döner’mantığı vardı. Şimdi avukatlar Yargıtay’a gitmeye korkuyor. Bu yüzden, bunlar en kritik günler. 18 Şubat çok önemli. 26 Ocak Adana Adalet Mitingi çok, çok önemli. ”

Bahçeli sevindirdi
“Bu kısmını sana özel söylüyorum” diyor ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin ziyaretinin hem cezaevindeki komutanları hem de kendilerini çok sevindirdiğini anlatıyor. MHP’nin buradaki “adalet arayışı” na katkısının, iktidarın oluşturduğu ezberi bozma konusunda kritik bir önemi olduğunu söylüyor. Yalçın destekliyor:
“Bahçeli’nin Silivri’ye dönük bir cümlesi çok şeyi değiştirir.”
Bir de daveti var Balbay’ın:
“MHP’den de birkaç milletvekili gelip duruşmaları izlese, hukuksuzluğa tanıklık etse... ”
Elçiye zeval olmaz.
CHP’ye gelince;
Bülent Tezcan’ın çabasından özellikle bahsediyor.
Özellikle bahsettiği birileri daha var:
Avukatlar.
Onlara duyduğu güveni “Silivri’de avukatlar var” diye özetliyor.
Süreçte karşı karşıya kaldıkları “garabet” hallerle ilgili onun da örnekleri var:
“Bir duruşmada avukatlar ortak dilekçe veriyor. ’İşte’diyor savcı ’örgüt olduğunun delili’. Başka bir duruşmada herkes ayrı telden çalıyor. Bu kez de ’Örgüt içi çatışma olabilir’diyor!”
Genel afla salıverilmeye nasıl baktığını merak ediyorum. Cevabı kısa ve net:
“İki eksi bir artı etmez.”
Bir de mesajı var Balbay’ın:
“Siyaseti sevdim ve kalemimi bırakmadan siyasete devam edeceğim.”
Uğurlarken, karne gününde takdirname getirmiş öğrenci havasıyla paylaştığı bir “küçük mutluluğu” da var:
Görme engelliler için Homeros’tan (Onun da gözlerinin görmediği rivayetini düşününce ne anlamı bir seçim) yaptığı okumaları tamamlamış sertifikasını almış, bu nedenle pek gururlu...

Öcalan “Ergenekon”da gizli tanık mı?
Ümraniye davasının “en belirleyici” (bu tanım Hikmet Çiçek’e ait) unsuru “gizli tanıklar” .
Bu işin kitabını yazmaya soyunan Hikmet Çiçek’in verdiği bilgiye göre için toplam 835 tanığın dinlenmesine karar verilmiş. “Dinlenen” tanık sayısı -94’ü savcının 57’si savunmanın olmak üzere- 151!
Diğerleri mi?
Davaya yeni bir şey katmayacakları kanaatine varan mahkeme heyeti onları dinlemekten vazgeçmiş!
“Gizli tanıklık” müessesesi(!)nin ilk kez ve en çok bu davada kullanıldığına dikkat çeken Çiçek, (Yasa Ümraniye operasyonlarının başlamasından 14 gün önce çıkarılmıştı) sistemin “kanunsuz” işletildiğini savunuyor. Dediğine göre polislerin “itirafçılar” yahut “hapisten kurtulmak isteyen gaspçı, tecavüzcü gibi sabıkalılar” arasından seçtiği gizli tanıkların ifadelerinin alınması dahil her aşamada usulsüzlük var. Bazılarının ifadelerinde imza dahi bulunmadığını ileri süren Çiçek, mahkemede bu konudaki itirazını dile getirmek isteyince bakın nasıl karşılık verilmiş kendisine:
“Tanıkla tartışmayın, imza attım diyorsa atmıştır!”
O kadar! Gizli tanık ne diyorsa o!
Gizli tanıkların 20’den fazlasının 2009 yılında bulunduğuna dikkat çeken Çiçek “Ergenekon ve KCK davalarının ’kod adları farklı’ortak gizli tanıkları olduğunu” düşünüyor.
Gizli tanığa “yalan söylüyorsun” dedi diye hakimin kendisine 16 celse men cezası vermesini, savcının gizli tanığın anlattıklarına iftira diyen şahsa hakaret davası açmasını (Hakaret şikayete bağlı suç olduğundan muhatabı açabilir olağan hallerde) hatırlatan Çiçek, durumu “Mahkeme gizli tanıkların avukatı gibi davranıyor” diye yorumluyor.
(Bu arada, Çiçek’in bundan sonraki kitap projesi de “tanıklar” üzerine. Bu kez “Savcının Tanıkları” nı yazacak. Alper Görmüş, Recai Birgün... Kimler yok ki aralarında. )

Alternatif mütalaa hazır
Tanıklar üzerine çalışan diğer gazeteci de Deniz Yıldırım. Görüş salonuna girer girmez ilk cümlesi:
“Alternatif mütalaa hazırlıyorum!”
Pardon ya, nasıl atladım. Soner Yalçın’la Sneijder üzerine istişare ediyorlar önce; takımdan kimi keser, oyun düzenini nasıl etkiler!
Fanatik Galatasaraylı mıyız ne!
Futbol muhabbetinin bizi pek sarmadığını görünce başlıyor mütalaasını anlatmaya:
“Tanıkların dinlendiği 120 celsenin 10 bin 839 sayfalık tutanaklarını - 8 binini kağıttan, geri kalanının bilgisayardan- tek tek taradım.
Sonuç:
151 tanık arasında ” Ergenekon “u bilen bir tek kişi yok!
Biri ” Basından duydum “ diyor, biri ” Buradakilerin hiçbirini tanımıyorum “ diyor, öteki ” Ergenekon’u duymadım ama Egnene’yi duydum “ diyor, bir başkası ” Ya ifade verirsin ya 28 faili meçhulü üstüne yıkarız diye karakolda zorladılar “ diyor.
Tek başına bu bile davayı anlamanıza yeter!”
Merak etmenizi sağlayacak kadar bilgi verdik, gerisini de araştırmanın asıl emekçisinin kaleminden okursunuz artık.

Özkan’dan bomba iddia
Gizli tanıklarla ilgili en çarpıcı iddia Tuncay Özkan’dan geliyor.
Özkan, gizli tanıklardan birinin Öcalan olduğunu savunuyor:
“Zekeriya Öz’e Öcalan’ın yazdığı söylenen 30-40 sayfalık bir mektup gelmişti. Öcalan ” Anlatmak istiyorum “ dedikten sonra Savcının ” Anlatma Apocum “ diyecek hali yok. Öz, Öcalan’ın ” kendi el yazısıyla “ yazılmış ifadesini istedi. Ama o ifade dosyaya konulmadı. Ya Öcalan vazgeçti, ya da Şemdin Sakık’ın tanıklığının davaya verdiği zararı görünce buradakiler vazgeçti.”
Araya giren Soner Yalçın, Öcalan’ın “Ergenekon’u şimdi anlıyorum” açıklamasını hatırlatıyor.


Çıkarın artık daa...
Başlıktaki sözü söyledikten sonra “Selcan bunu aynen yazar” diyor Turhan Özlü. Çözmüş beni; yazdım gitti!
2009 yılında yayınladığı basın toplantısı dolayısıyla 2011 yılında “delilleri karartma ve kaçma şüphesi” yle tutuklanan Özlü haklı olarak soruyor:
- Karartacak olan iki yılda zaten karartmaz mı delilleri, zaten kaçmaz mı, bunun mantıklı bir izahı var mı?
Tezi şu:
“Buradan gazeteciyiz ayağına çıkılsa Balbay çıkardı, Özkan çıkardı, bizim Deniz çıkardı! Bizi ” uzatmaya dönük tavır “ deyip susturanlar 40 gün ara verdiğine göre 4. Yargı Paketini bekliyorlar.”
Hikmet Çiçek de katılıyor bu konuda Özlü’ye: “Paketi İmralı’ya pazarlık konusu yapacaklar. Onun için uzatıyorlar. Ben inanıyorum 2013’te bu işi noktalayacaklar.”
Bütün gazeteciler bunun bir “hukuk davası” olmadığı ve “hesaplaşma-öç alma davası” olduğu konusunda hemfikir. Hem tutuksuz meslektaşlarına hem de millete seslenen Özlü koyuyor son noktayı:
- Bizi çıkarın artık daa!

Yazarın Diğer Yazıları