Bunun için teşekkür mektubu bile yazmamış mıydınız…
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener'in kesin bir dille yalanladığı, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun 'Yapsak ne olur, suç mu' tonunda meydan okuduğu "Anayasa çalışması" tartışmasının merkezindeki isim olan Prof. Dr İbrahim Kaboğlu üzerinden nostaljik bir tura çıkalım mı?
Öyle ya, Kaboğlu'nun bundan çok daha popüler olduğu zamanlar var yakın tarihte…
***
Sene 2003…
Bünyesinde, Adalet, İçişleri, Dışişleri, Maliye, Milli ğitim, Sağlık, Çalışma ve Sosyal Güvenlik, Kültür ve Turizm, Çevre ve Orman Bakanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı, Avrupa Birliği Genel Sekreterliği, Emniyet Genel Müdürlüğü Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü, Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü, Özürlüler İdaresi Başkanlığı, Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü İnsan Hakları Merkezi, Adli Tıp Kurumu, üye sayısı yüzbinin üstünde olan memur ve işçi sendikaları konfederasyonları, Türkiye Esnaf ve Sanatkarları Konfederasyonu, Türkiye Sakatlar Konfederasyonu, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu, Türkiye Barolar Birliği, altı il barosu, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, Türkiye Ziraat Odaları Birliği, Türk Tabipler Birliği, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Basın Konseyi, Yurtdışında Yaşayan Vatandaşlar Danışma Kurulu ile İnsan Hakları alanında faaliyet gösteren ve Üst Kurul tarafından belirlenen sivil toplum kuruluşlarından temsilcilerin, insan hakları alanında çalışan öğretim üyeleri, araştırmacı ve yazarların, uluslararası mahkemelerde görev yapmış Türk uzmanların bulunduğu devasa bir "İnsan Hakları Danışma Kurulu" oluşturulmuştu.
"Başbakanlığa bağlı" olarak çalışan bu kurulun başında, şimdi CHP Milletvekili olan ve AK Partililerin hunharca eleştirdiği Prof. Dr. Kaboğlu vardı. Bağlı çalıştığı "Başbakan" da Tayyip Erdoğan'dı.
***
"İnsan haklarının geliştirilmesi ve korunmasına ilişkin konularda görüş bildirmek, tavsiyelerde bulunmak, öneriler ve raporlar sunmak, yürürlükteki mevzuatın ve yasa tasarılarının insan hakları temel ilkeleri, uluslararası belgeler ve mekanizmalarla uyumlu hale getirilmesi için uygun gördüğü konularda idari önlemlerin alınmasını tavsiye etmek" ve benzeri daha birçok görevi bulunan kurulun çalışmaları sırasında Kaboğlu, en çok "Türk milliyetçileriyle" uzlaşmakta zorlandı.
O kadar ki, şimdi İYİ Parti Milletvekili olan, o gün "Türkiye Kamu-Sen'in temsilcisi" olarak kurulda bulunan Genel Sekreter Fahrettin Yokuş, "oy çokluğu"yla kabul edilen "Azınlık raporu"nun kamuoyuna ilan edildiği basın toplantısında, Kaboğlu'nun elindeki raporu aldı ve kameraların, dolayısıyla da bütün Türkiye'nin gözü önünde yırtıp attı. Bu sebeple "kana susamış ve ırkçı" olmakla suçlandı.
Yokuş'un "eşit değil, hukuki değil" diyerek içeriğine itiraz ettiği raporla ilgili, Erdoğan'ın tepkisi "izlenen yola" karşıydı. Erdoğan, kendi talepleri olmadan hazırlanan raporun, kendileriyle paylaşılmadan kamuoyuna sunulmasını "etik olarak yanlış" bulduğunu açıkladı ancak süreç içinde "Türk değil Türkiyelilik" tezine verdiği destekle "şahsi görüşleri" dediği "esasına" sahip çıktı.
***
"Yeni Anayasa hazırlığı"na gelince…
"Darbe dönemleri" hariç, Türkiye'de bu konudaki en ısrarlı çalışma AK Parti tarafından yapıldı. "Allah kelamı değil ya" denilerek, değiştirilemez maddelerin değiştirilmesi bu dönemde gündeme getirildi. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını "Türk" kabul eden Anayasa maddesi, -aslında tam da "Azınlık hakları raporu"na uygun şekilde- bu dönemde tartışmaya açıldı.
2011 yılında, "Yeni Anayasa" hazırlıkları kapsamında TBMM'deki oluşturulacak "Uzlaşma Komisyonu" çalışmalarına başlamadan önce, dönemin Meclis Başkanı Cemil Çiçek'in "yöntem" konusunda görüşüne başvurduğu "Anayasa profesörleri"nden biri de İbrahim Kaboğlu'ydu. Hatta sonrasında, Çiçek, aralarında Kaboğlu'nun da bulunduğu 24 Anayasa profesörüne, katkılarından dolayı bir teşekkür mektubu da göndermişti.
***
Demem o ki…
Bugüne kadar ki siyasi mücadelesini "Türk Milliyetçisi" kimliğiyle sürdürmüş olan, "Anayasa'nın değiştirilemez maddeleri" ve "milli kimlik", "kırmızı çizgisi" dahilinde bulunan kişilerin "Kaboğlu'yla Anayasa çalışması" iddiası karşısında refleks olarak huylanmasını, soran, sorgulayan, anlamaya çalışan ve dahi hesap soran bir tutum takınmasını anlayabilirim de, muhalefetteki muhalefetten nemalanma telaşı içindeki iktidar çevrelerini hiç anlamıyorum.
Daha dün Anayasa konusunda "ilmine başvurdukları" Kaboğlu üzerinden, üstelik de yine daha dün "Ne olur siz de yeni Anayasa çalışmamıza katılın" diye yalvar yakar oldukları muhalefeti, "anayasa çalışması" yapmakla suçlamak fazlasıyla sakil durmuyor mu!