Bunları yazmanı da eşin mi istemişti!
769 Yahudinin hayatını kaybettiği Struma faciasını anlatan romanıyla gündeme gelen Halit Kakınç “Nazi hakları savunucusu” çıktı. İşte çok tartışılacak, Goebbels’in pabucunu dama atacak o satırlar...
Halit Kakınç, 2. Dünya Savaşı sırasında Nazilerden kaçan Yahudileri taşıyan ve bir Sovyet denizaltısı tarafından İstanbul açıklarında batırılan Struma’nın romanını yazmış.
Karaya çıkmalarına izin verilmediği için 769 kişinin trajik biçimde can verdiği bu “katliam”ı unutturmamak uğruna neleri göze aldığını, Güvenç Dağüstün’le söyleşisinde bakın nasıl anlatıyor Kakınç:
“İsrail’in adamı denecek. Zaten bu İzmir’li, Selanik dönmesi denecek. Şu denecek, bu denecek...”
Söylediğine göre yıllardır bu konu üzerinde incelemeleri, araştırmaları, çalışmaları varmış ama facianın romanını yazma kararını eşinin “Bunu roman yap” ısrarı üzerine almış.
***
Kakınç’ın hedefinde, “Hitler yanlısı, faşizan” dediği dönemin Cumhuriyet gazetesi ve “Almanlar bozguna uğrayana kadar Hitler’e övgüler düzen” politikacılar da var:
“1942 yılına kadar Cumhuriyet gazetesi son derece faşizan, Hitler yanlısı yayınlar yapıyor. Mecliste Hitler ve Mussolini’ye övgüler düzülüyor. Ne yapacağını bilemiyor hükümet. Meşhur “varlık vergisi”nden önce sanki bir tür toplama kampıymışcasına iki yıl askerlik yapmış insanları -ki bunların yüzde 95’i gayri müslim, çoğunluğu da yahudi- “amele taburları” diye tekrar askere alıyor. Nedir; bir şekilde Bulgaristan’dan Almanlar girerse “işte biz bunları zaten enterne ettik” denmek mi isteniyor, bilemiyorum. Ama o devrin hükümetinin kişiliksizliği çok ortada. Ne zaman ki 1942 yılında Almanlar bozguna uğramaya başlıyor, Rusların karşısında geriliyorlar, o zaman bizimkiler inanılmaz demokrat olarak ortaya çıkıyorlar ve 180 derece ters yayınlar yapıyorlar...”
***
Kakınç’ın birkaç gün önce yayımlanan röportajına dönmeden önce sizinle 9 Kasım 1976 günü, -es kaza rüzgar kalpağını uçursa “siyonist örgütlerden, Yahudi dönmelerinden” bilecek kıvamdaki- Mehmet Şevket Eygi’nin “Büyük Gazetesi”nde, “Nürnberg Mahkemesinin Zalimane Kararları” başlığıyla yayımlanan tam sayfa makaleden “özet” niteliğinde bir tek satır paylaşacağım:
“Nürnberg mahkemesi, galibiyet sarhoşluğuyla Yahudi kininin birleşmesinden meydana gelen ve dünya adalet tarihinde kara bir hatıra olarak kalacak bir zulüm mahkemesiydi.”
İmza:
Halit Kakınç!
***
Şimdilerde dokunaklı bir dille Nazi zulmünden kaçan Yahudilerin uğradığı felaketten bahseden Kakınç, 36 yıl önce bugünün aksine Nazilerin “mağduriyeti” nden muzdaripmiş!
Şimdilerde “İsrail’in adamı”, “dönme” diye yaftalanmak pahasına Yahudilerin uğradığı katliamı anlatan Kakınç, 36 yıl önce, Yahudileri toplama kamplarında kurşuna dizen, gaz odalarında imha eden, “daha pratik” bir “toplu temizlik” metodu olarak “öldürme fabrikaları” oluşturan, vücutlarına petrol enjekte etmek, vücut yağlarından sabun üretmek dahil türlü dehşet verici uygulamada bulunan Nazileri, “mağlup olan bir devletin emirlere itaat etmekten başka suçu bulunmayan askerleri” olarak nitelendirmiş!
Şimdilerde, 1940’ların “Alman yanlısı” kişi ve kurumlarını “faşizan” diye eleştiren Kakınç, 36 yıl önce (iddialara göre 6 milyon) Yahudinin soykırımının sorumlu ve uygulayıcılarını yargılayan Nürnberg Mahkemesi’nin Nazileri “ağır cezalara çarptırarak hukuk kaidelerini ayaklar altına aldığını” savunmuş!
Makalesine yerleştirdiği fotoğraflarda infaz görevlisini “ABD yahudisi cellat” diye tanımlayan Kakınç, mahkum edilen Nazileri ise Goebbels’i dahi kıskandıracak bir üslupla “Milliyetçi Almanyanın sivil ve askeri büyük şahsiyetleri” diye nitelendirmiş!
Kakınç “Struma” gibi bunları da eşi “ısrar ettiği” için yazmadı herhalde!
***
Romanı “Struma” dan bahsederken “Siyasi yönden bakılırsa Türkiye’nin geçmişiyle hesaplaşıp özür dilemesi gereken çok konu var” diyen Kakınç, olur da kendi geçmişiyle hesaplaşmaya karar verirse, “Büyük Gazete”
arşivini seve seve göndeririz kendisine!
Selcan Taşçı
BASINDAN SEÇMELER
Gelin Ahmet Kabaklı Türkçesiyle şu işin adını koyun:
Milliyetçi misiniz, değil misiniz?
Başlıkta aynen şöyle diyor:
“Ulusçulukla hesaplaşma zamanı geldi”.
(...)
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Hürriyet’ten Cansu Çamlıbel’e verdiği demeçte aynen böyle
diyor.
***
Türk Dil Kurumu’nun “Büyük Türkçe Sözlüğü” nü açtım. “Ulusçuluk” maddesinin karşısında 4 ayrı anlam var.
Her birini aynen aktarıyorum:
* BİR: “Milliyetçilik”.
* İKİ: “Her ulusun kendi kültür değerlerini, çıkarlarını ve bağımsızlığını her şeyin üstünde tutarak ve koruyarak varlığını sürdürebileceğine inanan, çok kez bölgesel, uluslararası ya da başka tür değerler üzerinde durmayan görüş”.
* ÜÇ: “Her ulusun kendine özgü kültür ve geleneklerine bağlı kalıp kendi varlığını her şeyin üstünde tutarak yaşaması gereğine inanan görüş”.
* DÖRT: “Yabancı baskısı ve sömürüsünden kurtulmayı, kendi ulusunu sevip onu yüceltmeyi amaçlamaktan, kendi ırkını bütün başka ırklara üstün görüp onları egemenliği altına almayı istemeye dek varabilen öğretilerin genel adı”.
***
Şimdi dikkatimi çeken noktaları alt alta yazayım.
BİR: Sayın Bakan’ın geldiği siyasi gelenek, yeni Türkçeyi pek sevmez. Öyleyse, neden TDK sözlüğünde “milliyetçilikle” eşanlamlı görünen bu kelimeyi tercih etmiş?
(...)
İKİ: Sayın Bakan, Türk Dil Kurumu sözlüğünde “ulusçuluk” kelimesine verilen tariflerle mutabık mı?
Mesela “Her ulusun kendine özgü kültür ve geleneklerine bağlı kalma” arzusu, onun partisinin temel felsefesine aykırı mı...
(...)
Bir yandan, “Bu bölgeye biz nizam veririz” diyeceksin...
Bir yandan “Yeni Osmanlılık” kavramını ortaya atacaksın...
Bir yandan da “Ulusçulukla hesaplaşma zamanı geldi” diyeceksin.
Hesaplaş öyleyse...
Ama önce başka bir konuda hesaplaşalım.
Ben sorumu, Oktay Akbal Türkçesiyle değil de, Sayın Bakan’a daha yakın olan rahmetli Ahmet Kabaklı Türkçesiyle sorayım.
Siz milliyetçi misiniz, değil misiniz?
Tabii cevabı da Ahmet Kabaklı Türkçesiyle bekliyorum...
Ertuğrul Özkök / Hürriyet
+++
Davutoğlu’na üç soru
1) Her fırsatta eski sözcükleri kullanan bir siyasetçi olduğunuzu biliyoruz... Ama bu demeçte ısrarla “milliyetçilik” değil de “ulusçuluk” diyorsunuz... Bunun nedeni, partinizdeki milliyetçi kadroları ürkütmemek olabilir mi?
2) Ulusçuluğu yok ettiğinizde yerine neyi koyacağını açıklamayı unutmuşsunuz... Sahi; ulusçuluk tehlikeyse, sosyalistler gibi enternasyonalizmi mi savunuyorsunuz? O da değilse; kafanızda ulusçuluktan boşalacak yer için düşündüğünüz şey “ümmetçilik” olabilir mi?
3) Ulusçuluğa karşı çıkan bir bakan olarak, her seçim döneminde “Tek bayrak, tek vatan, tek dil” gibi “en milliyetçi” sloganı kullanan bir siyasi partide siyaset yapmayı nasıl başarıyorsunuz? Örneğin tek bayrak, tek vatan ve tek dil konusunda sizin düşünceleriniz nedir?
Mustafa Mutlu / Vatan
+++
Son mektup...
Kemal Bey sizi anlamakta gerçekten zorlanıyor insan...
“Cumhuriyeti yıkmak amaçları var, ülkeyi felakete sürüklüyorlar” diyorsunuz...
Birlikte anayasa yapıyorsunuz...
*
“Terörü bu hale getiren sizsiniz, siz orada oturdukça terör durmaz, bir defa niyetiniz kötü” diyorsunuz...
Arkasından kapılarına gidip “Sizinle bir araya gelelim” diyerek terörü birlikte çözmeyi öneriyorsunuz...
*
Valla bir âlemsiniz...
*
Hapistekileri kurtarmak için AKP ile kâğıt imzalayıp “Bu işi de güzel bir şekilde hallettik” dediğinizde 62 gazeteci tutukluydu...
Şimdi 102...
*
Tepkileriniz birer küçük balon gibi gözüküp gözüküp sönüyor...
Cumhuriyet tarihimizin en büyük yıkım projesi olan 4+4+4 için siz daha evde konuşma metni hazırlarken dün bir başka haber geldi: Harp okulları imam hatiplere açılıyor...
*
Kan ağlıyor Türkiye...
Sadece konvoy konvoy şehit tabutları değil... Gençleri, çocukları vuran... Geleceği karartan... Duyguları ve inançları yaralayan... Ağaçların ve derelerin dahi kurtulamadığı bir yıkımdır bu...
En saf insanlar dahi ülkenin nasıl bir tuzağa düşürüldüğünü anlamaya başladılar...
Hiçbir iktidar bu kadar
büyük günah işlemedi...
Cumhuriyet bitti...
Daha ne olsun...
*
Bu kadar çok kötü niyeti, suçu, kabahati ve günahı olan bir iktidarın orada bir gün dahi oturmamaları lazım...
Ama onları orada tutan tek şey var:
Böyle muhalefet...
Bir bakıma suç ortağısınız...
Tarih size soracak...
*
Neredesiniz?..
(...)
Ve bu size son mektup...
Bir dahaki mektup size güvenip oy verenleredir...
*
Canı yandıkça...
Kendi dizine vurur
insan...
Bekir Coşkun / Cumhuriyet
+++
Kısa... Kısa... Kısa...
Bizim askerin, polisin canı can değil patlıcan. Amma velakin Suriye’de meşru hükümete karşı savaşan; El Kaide terör örgütü ile bağlantılı dinci militanlar çok makbul. Kelle keserken, ‘Allahu Akbaaar!’ diye bağırıyorlar ya...
Rıza Zelyut / Güneş
***
Duygusal olarak çürüyen bir topluma... Bu çürük toprak, otoriter bir liderlikle buluştuğunda sadece faşizmi yeşertir.
Tarih şahittir.
Can Dündar / Milliyet
***
Eskiden radikal mücahit idiler, sonra bozuk düzenin rantlarıyla semirip dehşetli radikal müteahhitler oldular.
Mehmet Şevket Eygi / Milli Gazete