Bunları yapmanızı da milli irade mi istiyor!

Halkın yüzde 80’inden fazlasının ABD politikalarına karşı olduğu bir ülkede nasıl oluyor da ‘milli irade’, ABD politikalarını uygulamakla yükümlü partileri ve politikacıları işbaşına getirecek biçimde ‘tecelli’ ediyor? Bir terslik yok mu bu işte!

Ey “Biz katile katil deriz” diyen Recep Tayyip Bey, Irak’ı kan gölüne çeviren katil Amerikan askerlerine “kahraman” demenizi ve bu katiller sürüsünün “evlerine sağ salim dönmeleri için dua etmenizi” sizden “milli irade” mi
istedi?
Türk halkının yüzde 94’ünün karşı olduğunu bildiğiniz halde, Irak halkının tepesine nükleer bomba yağdıran Haçlı uçaklarına hava sahamızı kullandırmanızı sizden “milli irade” mi istedi?
Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesine Eşbaşkan olmanızı, bu proje içinde Diyarbakır’ımızı bu projenin merkezi ve yıldızı yapmanızı sizden “milli irade” mi istedi?
ABD’nin İran’a ve tehdit olarak algıladığı bölge ülkelerine karşı kullanacağı ’Füze Savunma Sistemi’nin topraklarımıza yerleştirilmesini kabul etmenizi sizden “milli irade” mi istedi?

***

Durmadan “Halkın yüzde 47’sinin teveccühü bu... Milli irade bizi seçti...
Milli irade böyle tecelli etti...
Milli iradeye saygılı olun...
Atanmışların değil, seçilmişlerin üstünlüğünü kurmaya çalışıyoruz...” deyip duruyorsunuz
Peki, gerçeğe uygun sözler midir
bunlar?
Sırasıyla bakalım.
“Halkın yüzde 47’sinin oyunu aldık” diyorsunuz. Peki, doğru mu bu?
Seçim rüşvetlerini, sandık hilelerini bir yana bırakarak, resmi rakamlar üzerinden aldığınız oyların gerçek yüzdesi hiç yüzde 47 olmuş mu, ona bakalım önce.
İş başına geldiğiniz 3 Kasım 2002
Genel Seçimleri’nde, toplam 41 milyon 407 bin 015 seçmenden, 10 milyon 848 bin 704 seçmenin oyunu almışsınız.
İşte 3 Kasım 2002 Seçimleri’nde
aldığınız oyun gerçek yüzdesi:
10.848.704 x 100 / 41.407.015 = Yüzde 26,2
Çarpık seçim sisteminin sağladığı avantajla, aldığınız yüzde 26,2’lik oy oranına karşın, Meclis’teki 550 milletvekilliğinden 365’ini kazanmışsınız. Yani yüzde 26,2 oy oranıyla Meclis’te yüzde 66,4’lük temsil hakkı elde etmişsiniz. (365 x 100 / 550 = Meclis’in Yüzde 66,4’ü)
22 Temmuz 2007 Seçimleri’nde ise toplam 42 milyon 537 bin 305 seçmenden, 16 milyon 327 bin 291’inin oyunu almışsınız.
16, 327,291 x 100 / 42, 537,305= Yüzde 38,4
Yani 22 Temmuz Seçimlerinde de toplam oyların yüzde 38,4’ünü almışsınız.
Çarpık seçim sisteminin sağladığı avantajla, aldığınız yüzde 38,4’lük oy oranına karşın, Meclis’te 341 Milletvekili kazanmışsınız. (341x 100 / 550 = Meclis’in Yüzde 62’si) Yani toplam oyların yüzde 38,4’ünü alarak, Meclis’te yüzde 62’lik bir temsil hakkı elde etmişsiniz. Peki, bu çarpıklığın neresi ’ demokrasiyle’ örtüşüyor? Kendine ’demokratım’, ’seçmen iradesine saygılıyım’diyen hangi parti ya da politikacı bu çarpıklığı içine sindirebilir? Bu çarpıklığı gidermek için hiçbir şey yapmayıp, bu çarpıklığın üzerine bağdaş kurarak gönül rahatlığıyla oturabilir? İçiniz rahat olduğuna göre bu konuda ’demokrasi’ anlayışınıza ters gelen bir durum yok demek ki...
Gelelim 29 Mart 2009 Yerel Seçimleri’ne. Bu seçimde de toplam seçmen sayısı 48 milyon 049 bin 446.
2007’den 2009’a iki yıl içinde seçmen sayısında 5 milyon 512 bin 141 kişilik bir artış olmuş. Bu anormal durumu da bir yana bırakarak, yine resmi rakamlar üzerinden, aldığınız oy yüzde 47 olmuş mu ona bakalım.
Toplam 48 milyon 049 bin 446 seçmenden, 15 milyon 353 bin 553 kişinin oyunu almışsınız.
15, 353, 553 x 100 / 48, 049, 446= Yüzde 31,9 Hani nerede, aldığınızı iddia ettiğiniz yüzde 47 oy?

***


Gelelim şu ’milli irade’işine.
Türk halkının Amerikan karşıtlığı en iyimser anketlerde bile yüzde 80’in üzerinde görünüyor.
Peki, halkın yüzde 80’inden fazlasının ABD politikalarına karşı olduğu bir ülkede nasıl oluyor da ’milli irade’, ABD politikalarını uygulamakla yükümlü partileri ve politikacıları işbaşına getirecek biçimde ’tecelli’ediyor?
Nasıl oluyor da gerçek “milli irade” ABD politikalarına karşıyken, sandıkta tecelli eden ’milli irade’ABD’ye uyumlu politikacıları ve partileri işbaşına getiriyor?
Bir terslik yok mu bu işte?
“Her şeyi yabancılara satın” diyebilecek bir ’milli irade’olabilir mi ki, Bakanınız Ali Babacan: Her şeyi yabancıya satarız diyebilmiştir? Hiç, ülkenin varlıklarını “babalar gibi satan” bir “milli” irade olur mu ki, Maliye Bakanı’nız Kemal Unakıtan, ülke varlıklarını “Babalar gibi satmakla” övünebilmiştir?
Dahası hangi ’milli irade’, ABD tarafından ’Deliğe süpürülmeyip kullanılmayı’talep eder ki, danışmanınız Cüneyd Zapsu, sizin için ABD’ye “Bu adamı deliğe süpürmeyin, kullanın” mesajını götürmüştür.
ABD tarafından deliğe süpürülmeyip kullanılan bir iradeye ’milli’irade mi denir, ABD iradesi mi denir?
ABD tarafından deliğe süpürülmeyip kullanılan bir iradenin “milli” olduğu söylenebilir mi? ABD tarafından deliğe süpürülmeyip kullanılan bir iradeye, ister ’seçilmiş’olsun, ister atanmış olsun nasıl saygı duyulabilir?
Bir de “Atanmışlara karşı, ’seçilmişlerin’üstünlüğünü kurmaya” çalıştığınızı söylüyorsunuz... Hangi seçilmişlerin, “milli irade” tarafından seçilmişlerin mi, ABD tarafından ’seçilmişlerin’ mi?
* İrfan Tuna



+++

Toprağın küsmesi ölüm demektir
50-60 yıl öncesine kadar, insanlar toprağın analığına saygıda pek bir kusur da etmemişler. Hani, arada bir savaşlarda toplarla bombalarla yarmışlar bağrını... Ama hep kısa sürmüş. Sona ermiş ve durulmuş. Yakın zamana kadar insanlar toprak ananın verdikleri ile yetinmiş. Daha fazlasını almak için birbirleri ile savaşmış. Ama bu hırs ile toprak anaya yönelen bir saldırganlık olmamış. Ta ki, endüstrileşme denilen meretin ortaya çıkışına kadar! Endüstrileşmenin üzerinden en fazla 300 yıl geçti. Ama bu sürenin bile çoğu hazırlık ve gelişme aşamalarını içerir. İnsanlar kendi varlıklarını tehdit eden bir üretim hızına ve hırsına son 60 yılda ulaştılar. Üretme özgürlüğü insana ’sonu gelmez’gibi görünse de bu işin sınırları öyle çok uzaklarda değil.
Okyanusta, karadan çok uzak noktalarda batan gemilerden kurtulup denizde kalan kazazedeler en çok neden ölür, bilir misiniz? Köpek balıklarına yem olarak ölmezler. Ya da açlıktan da ölmezler. İlk anda ’kurtuldum’diye sevinen o insanlar, eğer güvenli bir yere ulaşamaz yada başka gemiler tarafından bulunamazlar ise susuzluktan ölürler. Evet dünyanın en büyük su kütlesinin ortasında, susuzluktan ölürler. Ya ölürler ya da balık olmaları gerekir. Üzerinde yaşayacak toprağa, o toprağın bize vereceği yiyeceklere ve suya ihtiyacımız var. Toprak ananın küsmesi ölüm demektir. Kötü yanı; üzerinde oturduğumuz bu topraklar görüp görebileceğimiz son topraklar. Pisletince bırakıp gidebilme şansımız ne yazık ki yok. Bizi alacak bir geminin gelmesi ihtimali ise: sıfır! Ya o pislik denizinde bulduğumuzu yiyeceğiz yada öleceğiz.
İşte endüstrileşme ile kirlettiğimiz topraklar, dereler, çaylar, nehirler yaşanamaz hale geldikten sonra ne işe yarar? Bugün çeşmelerden akan suyu içmeyi bırakalı yıllar oldu. Ağzını sokak çeşmesine dayayıp kana-kana su içmeyi bilmeden yaşayan bir nesil geldi. Yarın:
Evlerde, sokak kapılarının yanlarına gaz maskeleri asacağız.
Sokakta dolaşmak için ’maske’ şart olacak!
Evlerimize hava izolasyonu yapan firmalar kurulacak.
Damacana su alır gibi havacıdan nefes satın alacağız.
Bu nefesi sadece zenginler evlerinin odalarında kullanabilecek.
Fakirler, evlerinde bile maskeli dolaşmak zorunda olacak.
Şebeke suyunun kullanımı alanı iyice
azalacak.
Tümüyle arıtılmış ticari suları kullanacağız.
Sebzeler, izolasyonlu özel seralarda yapay güneş ışığı ile yetiştirilecek.
Temizlenmek için bulaşık makinesi gibi özel makinelere gireceğiz.
Sanayicimiz, üretiminin sadece müşterilere giden kolilerle sınırlı olmadığını bilmelidir. Bu tablo tümüyle onun eseri olacak. Bu eser, en az, her fırsatta övündüğü ihracat rakamları kadar, şirket ciroları kadar gurur duyacağı bir başarıdır.
Tüm insanlığı büyük bir atık denizinde yüzmeye mahkum etmenin başarısı!
* Murat Sevgi

+++

Pentagon’un alt birimi NATO
Bilindiği gibi Amerikan füzeleri, NATO şemsiyesi altında Türkiye’ye yerleştirilmek isteniyor. Türkiye, 19 Kasım’da Portekiz’in Başkenti Lizbon’da yapılan NATO toplantısında AKP’li Abdullah Gül’ün imzasıyla Amerikan füzelerinin topraklarımıza yerleştirilmesini kabul etmiştir. Neymiş efendim, Türkiye İran’ın füze tehdidi altındaymış, bu Amerikan füzeleri de Türkiye’yi İran füzelerinden koruyacakmış. Yani Amerika Türkiye’yi çok seviyormuş. Ey Toroslardaki çoban, sen bu yalana inanıyor musun? Bunu, çobanları küçümsediğim için değil, söz gelimi söylüyorum. Topraklarımıza yerleştirilecek Amerikan füzelerinin hedefinde İran’ın olduğunu, Gül’ün ve Erdoğan’ın halktan gerçeği sakladığını bilmeyen bir tek kişi var mıdır? Bu konuda AKP iktidarını aylardan beri uyaran İran, 19 Kasım’da Abdullan Gül’ün attığı imza ile uyarılarının bir yararının olmadığını gördü ve İran ordusunun bir kolu olan Devrim Muhafızları’nın Komutanı General Hacızade, “Topraklarını bize karşı füze fırlatma rampası olarak kullandıracak her ülke düşman muamelesi görecektir” dedi. Görüldüğü gibi Erdoğan ve Gül ikilisi İran’ı tahrik etmekte ve Türkiye’ye savaş açmaya zorlamaktadır.

***


Bu, 5237 salıyı Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 34’ncü maddesine göre suçtur. Bu kanunun 34’üncü maddesi aynen şöyle demektedir:
“Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne karşı savaş açması veya hasmane hareketlerde bulunması için yabancı devlet yetkililerini tahrik eden veya bu amaca yönelik olarak yabancı devlet yetkilileri ile işbirliği yapan kişi, on yıldan yirmi yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” Abdullah Gül ile Tayyip Erdoğan ikilisinin füze konusundaki tutum ve davranışları TCK’nın bu 34’üncü maddesine tıpatıp uymakta, Obama ile yaptıkları işbirliği, İran’ı tahrik etmekte ve Türkiye’ye karşı savaşa zorlamaktadır. Her şey bu kadar açık.

***


Şimdi bazıları, bu füze kalkanı konusunda kararı Türkiye Büyük Bilet Meclisi versin diyorlar. Böyle bir şey olamaz. Sevgili Atatürk, ulusların egemenliklerini bıraktığı meclislere bile fazla güvenmemeleri gerektiği konusunda bizi uyarmıştır. Bugünkü Meclis, milli iradeyi ABD’ye ve AB’ye teslim etmiş, Tayyip Erdoğan’ın kuklası durumuna gelmiş, yasama görevini Erdoğan’dan gelen talimatlarla yapmaktadır. Bu füze olayı doğrudan doğruya referandumluk bir konudur. Bunun başkaca bir çözümü olamaz.
Türkiye’nin bir füze tehdidi altında olduğu doğrudur. Ama bu tehdit Doğu’dan, İran’dan değil, Batı’dan, Yunanistan’dan, Ege’deki Yunan adalarından gelmektedir. Silahsız olması gereken Yunan adalarına yerleştirilmiş olan S-300 füzelerinin yönü Türkiye’ye çevrili olduğu halde hiç kimse bundan söz etmemektedir.
NATO isminin kullanılıyor olması, bu füzelerin Amerikan füze sistemi olduğu, kumanda merkezinde tek başına Amerika’nın bulunacağı, düğmesinin de gene tek başına Amerika’nın elinde olacağı gerçeğini ortadan kaldırmamaktadır.

***


Yıllardır Türkiye’nin boğuştuğu sorunların tamamı NATO kaynaklıdır, arkasında hep NATO vardır. PKK’nın elindeki silahlar ve patlayıcılar hep NATO ülkelerinin malıdır. Üstelik başta Amerika olmak üzere işte o NATO ülkeleri PKK’ya kol kanat germekte, maddeten ve manen bütün desteklerini PKK’ya sunmaktadırlar.
Türkiye’nin tek kurtuluş yolu NATO’dan çıkmak ve AB kapısından bağlarını çözmektir. Hepsi bu kadar.
* Sefer Çetinkaya

+++

Çok gizli cevap
CHP Adana Milletvekili Tacidar Seyhan gündeme getirince öğrendik.
Neden Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı, tatile çıktığı açıklandığı bir zamanda Keşan/Edirne’de bir otelde Yunan İstihbarat Servisi Başkanı ile görüşme yapar.
Cemil Çiçek tarafından yalanlanmayan bu görüşme MİT yasası kapsamında GİZLİ olarak değerlendirilmiş.
Devletimizin ÖZEL HARP DAİRESİ dahil her yeri GİZLİLİK de neymiş denerek hallaç pamuğu gibi atıldığı bir zamanda MİT yasası kapsamında GİZLİLİK de neymiş?
Anlayan beri gelsin.
* Nihal Tabak

+++

Cumhuriyetin kuruluş felsefesi olan Türk Milliyetçiliğine, sistemli adı Türkçülük olan bu ulu ülküye bağlılığınızı yürekten kutluyorum. Lakin sizler Yeniçağ Ailesi olarak artık kağıt üzerindeki kelimeler değil, Türklük Ocağından yükselen büyük ateşin korlarısınız. Bu Ocağın ateşinin biz okuyucularını da pişirmesinin zamanı gelmiştir. Aklın ve ruhun birleşmesi için kan gereklidir. Bu kan bizlerin pişmesiyle ortaya çıkacaktır. Yalnız bu kan ne güncel yazılarla ne anılarla ne hikayeler ile olabilir sadece sistemli bir şekilde sürekli olarak verilen aşının içindeki öz ile bu kan ortaya çıkacaktır. Ziya Gökalp Türk Milliyetçiliğini nasıl sistemleştirip aşıladıysa siz de bize bu özden aşılama yapacaksınız.
* Mehmet Karahan

+++

VİKİÇAĞ!
Ortaya saçılan belgelerin en hayırlı sonucu Türk basınının Yeniçağ’ın değerini zorla da olsa anlamasıdır. Binlerce sayfa belgeleri okumalarına gerek yok aslında. Son birkaç yılın Yeniçağ arşivlerine göz gezdirirlerse ortaya çıkan ve deprem yarattığı söylenen bilgilerinin büyük bölümüne ulaşacaklardır. Biz Yeniçağ okurları olarak çıkan belgelere şaşırmadık bu yüzden.
Ne dersiniz Yeniçağ’ın kıymetini anlama furyasına TRT ve THY ’da katılır mı sizce?
* Eren Eler

+++

MİNİ YORUM
Taksiciler isyanda

Hep siyaset, hep siyaset, biraz da bizim sesimize kulak verin çığlığı yükseliyor Zeytinburnu’ndan. Olivium’un önündeki taksiciler İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin uygulamalarından şikayetçi. Kadir Topbaş’ın “ekmekleriyle oynadıklarına” inanıyorlar. Mesele herkese plaka vermeyi ve taksimetreyi akbil gibi ödetmeyi öngören yeni düzenlemelermiş. Taksici esnafı “maçın son dakikalarının oynandığını” hatırlatıyor Topbaş’a seçmen kimlikleriyle; duyurulur...

Yazarın Diğer Yazıları