Bunlara da haddini bildir!
Bağımsız bir devletin Başbakan’ı olduğunu hatırlayan Tayyip Erdoğan, ülkesinin
ve makamının etrafında Peres ve Ignatius gibi daha niceleri olduğunu biliyor mu?
Türkiye’de yayın politikasını, bir siyasi partiye destek veya köstek olmak biçiminde belirlemeyen bir gazete olabileceğine en çok gazeteciler inanmıyorlar. Bu nedenle Başbakan’ın Davos çıkışından sonra attığımız ‘Helal Olsun’ manşetini, nereye koyacaklarını bilemediler.
Kimin, benimsemediği bir siyasi Türkiye Cumhuriyeti’nin milli menfaatlerine sahip çıkıyor diye, o menfaatlerden vazgeçme lüksü olabilir? O zaman, ‘bir zamanlar birbiriyle çatışan grupları “Söz konusu vatansa gerisi teferruattır” çizgisinde buluşturan ulusalcılık rüzgarı”nın ne anlamı kalır?
Yeniçağ Erdoğan’ın, Peres ve İgnatıus’a karşı, ’o an’ ki tavrına “aşağı tükürsek sakal, yukarı tükürsek bıyık” hesabına girmeden tepki verdi. Bu manşet, Başbakan’a kendi milletinden gelen samimi alkışın, Ortadoğu ve Avrupa’ya karşı geri dönülmesi zor adımlar atmaya iteleyenlerin yapay sırt sıvazlamalarından değerli olduğunu hatırlatmaya yararsa ne ala... Şimdi sahne Erdoğan’ın. Taşıdığı sorumluluk, bugüne kadar yapmadıklarını aşıp, bundan sonrası yapması gerekenlere uzandı bile. Bu nedenle, Peres’e kaşı mazlum bir milleti, İgnatıus’a karşı da devlet onurunu korumaya kalkışması, bir kabile reisi olmadığı cümlesinin arkasında durabildiği sürece anlamlıdır.
Mesele Peres’e karşı bütün dünyanın tercümanı olan Erdoğan’ın, müstemleke valilileri ve işbirlikçilere karşı da milletinin tercümanı olup olamayacağı meselesidir.
Erdoğan Cumhuriyet Bayramları’nda Türk bayrağının gölgesini, Papa X. Innocenizo’nunkine tercih edebilecek midir?
Sözde Ermeni iddalarını tanıyan ülkelerin devlet başkanlarına örneğin Sarkozy’ye de “Siz soykırımı iyi bilirsiniz” diyebilecek midir?
Barzani’ye “Kerkük’ün Misak-ı Milli’ye dahil bir Türk şehri” olduğunu hatırlatacak, Kuzey Irak ile diplomatik temasa kalkıştığı gün Cumhurbaşkanı’nın karşısına dikilip “Türkiye aşiret liderleriyle pazarlık yapmaz” diyebilecek midir?
Obama’ya “Siz işgali iyi bilirsiniz, çıkın Irak ve Afganistan’dan” veya “Gün gelir başınıza çuval geçiren çıkar, Türk askerini uysal koyun mu sandınız” diyebilecek midir?
ABD ve İsrail çıkarlarınının yılmaz savunucusu yazar-çizer takımına “Türkiye Cumhuriyeti dışarıdan nemalanan işbirlikçilerin fikirleriyle yönetilemez” diyerek uçağın kapısını gösterecek midir?
Paris Kürt Enstititüsü ile işbirliği yaparak Kürt Dili Edebiyatı bölümü kurmak isteyen YÖK Başkanı’na, ülkesinin bölünmez bir bütün olduğunu hatırlatacak mıdır?
Eş Başkanı olduğu BOP’tan “Türkiye taşeron değildir“ diyerek, Medeniyetlar İttifakı’ndan da “Hoşgörüyü, İslam kültürünü yok etmek için taş taş üstünde bırakmayanların torunlarından öğrenecek değiliz” diyerek ayrılabilecek midir?
II. Cumhuriyet ve halifelik düşü kuranlara karşı üniter devlet yapısını savunabilecek midir?
Erdoğan’ın tarihe bir lider olarak geçip geçmeyeceğini, o ‘an’ın coşkusu değil, bu devleti nasıl yönettiği yani bu soruların cevapları belirleyecek.
+++++
Arap sokağı
Başbakan Erdoğan önceki akşam Peres’e tepki göstermeseydi, ben dahil bütün gazeteciler ‘Burada kaplan, orada kuzu’ türünden yazılar yazıyor olacaktık. Nitekim Türk halkı bu tepkiye sahip çıktı. Arap dünyasında, Türkiye lehine hava esmeye başladı. Bunlar güzel gelişmeler; kendinizi kaptırmamak kaydıyla. Çünkü bir gün önce Saddam’a canım feda diyen, ertesi gün resimlerini ayakları altına alan da aynı Arap sokağıdır.
Murat Yetkin / Radikal
+++++
Öfkenin ölçüsü
Başbakan “Şiddet, nereden gelirse gelsin kınıyoruz” şeklinde bir cümle sarfetseydi Şimon Perez’e söyleyecek söz bırakmayabilirdi. “İstanbul’a bomba düşse ne yapardınız?” sorusunun yanıtı da “Biz de PKK terörüne karşı savaşıyoruz ama çoluk çocuğu öldürmüyoruz” olabilirdi...
Melih Aşık / Milliyet
+++++
Hep özlediğim başbakan buydu
Hep böyle altı okka bi başbakanım olsun isterdim. Evlatlarımız kahpe pusularda şakır şakır şehit edilirken, açsın telefonu Barzani’ye, “eksküzmi” desin mesela... “Bundan böyle sınırdan kedi bile geçerse, çadırına F16 yağdırırım, nerden geldiğini şaşırırsın” desin... İsterdim. Kafamıza çuval geçirdiklerinde, isterdim ki, toplasın kabineyi acilen, “İncirlik’e kilit vurdum” desin... Çağırsın ABD Büyükelçisi’ni, “Bak arkadaş, ya çıkıp özür dileyeceksiniz, ya da topla tasını tarağını Nebraska’ya kadar yolun var, anca gidersin” desin... İsterdim.
Annan Planı’nı burnumuza dayadıklarında, kaldırsın telefonu, “Bizde güzel bir laf vardır dostum Kosta, senin anan güzel mi?” desin, şakayla karışık... Gitsin Kıbrıs’a, “Biz burdayız kardeşim, santim kımıldamayız, çok rahatsızsan ananı da al git” desin... İsterdim. Bize turistik vize bile verirken bin dereden su getiren ülkelerde bölücüler cirit atıyor, AB çatısı altında konferans filan düzenliyor... İsterdim ki, çıksın Meclis kürsüsüne, “Toprağıma, milletime yönelik bu husumet bitene kadar, AB ile ilişkilerimizi askıya alıyorum” desin... “Benim için bitmiştir, daha gelmem Brüksel’e” desin... İsterdim.
Uzatmayayım... Kıskandım. Ömrüm boyunca özlemini çektim. Hamas’a nasip oldu.
Yılmaz Özdil / Hürriyet
+++++
Yetti gayri deme hakkımız var
Siz olsaydınız ne yapardınız? Yani Davos’taki panelde karşınızdaki adama sizden daha fazla konuşma süresi tanıyan, sizi konuşturmayan, üstelik, eliyle omuzunuza birkaç kere dokunan, iteleyen, rahatsız eden, hatta taciz eden adama ne yapardınız?
O sizi rahatsız eden elini tuttuğunuz gibi iter, savurur, yüzüne çarpar, karşınızdakine de ağzınıza ne gelirse söyler, sonra çeker giderdiniz.
Başbakan Erdoğan için, meydanda kendisine bağıran, “Anamızı ağlattın!” diyen çiftçiye “Al ananı git!” demekle, İsrail Cumhurbaşkanı Peres’e “Siz insan öldürmeyi iyi bilirsiniz!” demenin bir farkı yok.. Bu bir tarz meselesi, tavır meselesi, anlayış meselesi...
Başbakan Erdoğan, bu tavrını, tarzını dünden bugüne elde etmiş değil, böyle yetişmiş, böyle yaşamış, etrafındakilere de bunu kabul ettirmiş...
Lakin, bir devletin başbakanına eliyle dokunarak, uyararak, iteleyerek engel olmak pek mi uygun, çok mu yakışıklı?
Hariciyeciler, diplomatlar, Başbakan Erdoğan’ın yanlış yaptığında oybirliği halinde...
Olabilir, biz de iki gün önce, sanki bugünleri görürmüş gibi, “Diplomasi, dış politika ince şeydir” demiştik... Evet, dedik ama, Türkiye Cumhuriyeti’nin meşru Başbakan’ını bir adamın itip kakmasını, omuzunu ellemesini de hoş mu karşılayacağız?
Sayın Erdoğan’ın ne eski, ne yeni partisine hiç oy vermemiş olsak bile, bundan sonra da vermeyi düşünmesek bile, bizim gibi düşünenlerin de “Yetti gayri!” demek hakkı yok mudur?
Bir dörtlük vardır:“Hasandağı arpalıktır, eğer saban yürürse / Her derede birer değirmen eğer suyu gelirse / Her kümesten birer tavuk eğer köylü verirse / Güzel gidiş bu gidiş, eğer sonu gelirse...” İnşallah gelir...
Hasan Pulur / Milliyet
+++++
Hem suçlu, hem güçlü
Taraf, ne zaman köşeye sıkıştığını hissetse, Türkiye’de en denenmiş yol olan “mazlum edebiyatı”na başvuruyor. Foncular “biraz kemer sıkın” mı dedi, hemen birkaç ağlak satır: Batıyoruz, bitiyoruz, sersefiliz...
Gelsin saf yurdum okurundan, “maaşımın yarısı sizin” ilanları...
Kendilerine sızdırılan belge ve bilgileri, kişi ve kurumları karalamak için kullandıktan sonra adliye mesaisine mi başladılar... Yine bildik ağlak satırlar: “Davalardan başımızı alamıyoruz, baskı altındayız...”
Akıllarınca saf yurdum okuru bu kez de “nerede ifade özgürlüğü, bu nasıl demokrasi” vaveylasıyla takılacak peşlerine. Kim bilir belki, bir sonraki duruşmalarında Kadıköy Adliyesi’nin önünde “Hepimiz Yasemin’iz, Hepimiz Ahmet’iz“ dövizleri sallayan bir grupçuk da olur...
Altan, Çongar ve ekibi gerçekten böyle rüyalar görüyorlarsa ”yuh artık“ derim. Demek ki toplumu ”uysal koyun“ zannediyorlar.
Hem ”dava açıyorlar“ diye ağlaşacaksın, hem de dava açılacağını adın gibi bildiğin suçları işlemeye devam edeceksin...
Dünkü Taraf’ın birinci sayfasını ”mahkeme önü pozları“ süslerken, içeride bir kere daha yargının koyduğu kurallar çiğnendi.
Taraf’ın haklarındaki iddialara rağmen, görevlerini ve bildiklerini okumayı sürdüren Utah koruma kalkanıyla çevrili iki Emniyet mensubu yazarı, köşelerinde ETÖ ifadesini kullanmayı sürdürdüler. İkilinin ”yasa bana ne der“ pervasızlığı, mahkemenin ”kullanmayın“ dediği tanımı çekinmeden başlığa çıkarmalarını sağladı. Bakalım bu ikili ne zaman Taraf’ın dava gediklileri arasına katılacak.
+++++
Hayret! Memecan, çam devirdi
Daha iki gün önce Ahmet Hakan “Salih Memecan’ın karikatürlerindeki ana temayı bulan kişi Başbakan” deyip aralarındaki uyuma dikkat çekmişken... Memecan “Majestelerinin karikatüristi” unvanını bileğinin hakkıyla kazanmışken... Nasıl oldu da Bizimcity, koca bir çamın altında kaldı?
Memecan Erdoğan’ın İgnatius-Peres ikilisini geri püskürtmesini “çam devirmek” diye yorumlamış. Türk Dil Kurumu’nun sözlüğüne göre “çam devirmek”, “kötü bir sonuç doğuracak söz söylemek” anlamına geliyor. Kurum deyimi şu cümleyle örneklemiş: Bu hoppa oğlan, karısına ne diller dökecek, ne potlar kıracak, ne çamlar devirecekti.
Umarım Başbakan da TDK Sözlüğüne bakmaya kalkışmaz. Bakarsa ne mi olur? Karşısına çıkan ilk mikrofondan “Hoppa oğlan kimmiş siz iyi bilirsiniz. Yazıklar olsun” der.
Gazze’deki sivil katliamına rağmen, son ana kadar İsrail Dostluk Grubu’ndan istifa etmeyerek siciline gölge düşüren karısı Nursuna Memecan AKP milletvekili olan Salih Bey de, bir sonraki gün, “söz de değil, özde çamdeviren” başlığıyla kendisini çizmek zorunda kalır.
Şaka bir yana, karikatürist majestelerine karşı çıkma cesareteni nereden aldı, kimin söyleyemediklerine tercüman oldu acaba?
+++++
MİNİ YORUM
Haluk Hoca’ya Allah’tan rahmet..
Günün sürüklediği yere gidiyoruz çoğu kez. Oysa Karamağaralı ailesi ile güzel bir Ahlat günü geçirmişliğim olabilsin isterdim. Kasım başı Prof. Dr. Beyhan Karamağaralı’yı kaybettik. Önceki gün de Prof. Dr. Haluk Karamağaralı Hoca’nın eşine ve sonsuzluğa kavuştuğunu öğrendik. Adı bir sokağa verileli 10 gün oldu olmadı Haluk Hoca’nın. Gösterebildik mi tartışılır, ama değerini iyi bildiğimiz bilim insanlarındandı ikisi de. Vasiyetleri belli: Ahlat ve Selçuklu eserleri ayakta tutulabildiği sürece, isimlerini yaşatmış olacağız. Oradaki her taşın üzerinde yıllarca emek harcamışlıkları var.
Anne-babalarının emanetine canı gönülden sahip çıkan kızlarına başsağlığı, ömürlerini Türk sanatı tarihine adayan her iki hocamıza da Allah’tan rahmet diliyorum..