Bugün Allah için ne yaptın?
Öncelikle değişmeğe karar verdim bugün Allah için. Üzerimdeki gömleğin ne kadar eskidiğini, köhnediğini, hiçbir kapıyı açmadığını ve toplum içinde hiç de muteber olmadığını fark ettim ve değişmeğe karar verdim.
Gömleğimi değiştirdikten sonra dilime pelesenk olmuş bâzı kavramları, zihnimi dûmûra uğratmış bâzı eski düşüncelerimi de değiştirmek gerektiğinden, yeni bir jargon ve yeni fikirler edindim kendime. Yeni kavramlarım, demokrasi, insan hakları, AB kriterleri, her türlü açılım, kişi hak ve hürriyetleri, çalıştay gibi kavramlardı. Yeni fikirlerim ise, ana dilde eğitim, istinaf mahkemeleri, zinayı suç olmaktan çıkarmak ama kürtaja karşı çıkmak, komşularla sıfır sorun gibi fikirlerdi. Bunlarla ilgili aynanın karşısında yoğun seslendirme idmanları yaptım.
Geleceğimizi kurguladım ve önemli bir değişiklik olarak, ‘Müslüman her şeyin en iyisine lâyıktır’ retoriğine inandım ve çevremi de inandırdım. Müslüman her şeyin en iyisine lâyıktı ve ‘bir lokma bir hırka’ kadar saçma bir bakış açısı olmazdı hayatta.
Bu sebeple devletin pek çok kurumunu ‘babalar gibi’ sattım, her şeyin en iyisine lâyık zenginler ürettim, ülkemi zenginleştirmeğe başlamıştım işte. Benden öncekilerin hedefi ‘her mahalleye bir mülyoner’di, ‘benim memurum işini bilir’di, ‘verdimse ben verdim’di, benim hedefim ise ‘Müslüman her şeyin en iyisine lâyık’tı, benim hedefim içlerinde en iyi ve en ‘damardan’ olanıydı, evet, evet bu değişim çok ‘fâideli’ bir değişimdi.
Tabii dostları da değiştirmek gerekiyordu. Yeni dostlar, liberallerden olmalıydı. Özellikle ‘Altangiller familyası’ muhakkak yakîn dostlarımızdan olmalıydı, sonra Hasan Cemal, Cengiz Çandar, Oral Çalışlar gibi aydın gazeteciler yanımızda yöremizde olmalıydı. Tüm dostlar liberalizmin rahle-i tedrîsinden geçmiş olmalıydı ki ben ‘babalar gibi’ satarken alkışlamaktan elleri patlasındı, ben değiştiysem onlar beni sürekli alkışlamalıydılar. Bunun karşılığında bir şey de istemiyorlardı, insan hakları, ana dilde eğitim, genel af, İmralı’daki ‘sayın’a mecbûrî ikâmet, ‘barışçı çözüm’ gibi istekleri vardı. Kavgada yumruk sayılmazdı artık. Tarihimizin netâmeli bahis ve dönemleriyle alâkalı özür dileme seansları düzenledim. Seçim meydanlarında işkembe-i kübrâ’dan sallayarak Dersim’de 50 binin üzerinde insanın öldürüldüğünü söyledim, zaten ezbere bildiğim ‘Son Devrin Din Mazlumları’ için devlet adına herkesten özür diledim.
Birkaç askerimizin başına çuval geçirildi diye hiç moralimi bozmadım, bunun için savaş ilân edecek hâlimiz yoktu ya, itidâlimi hep muhafaza ettim. Öfkeyle kalkan zararla otururdu ve keskin sirkenin zararı küpüneydi, ticârî hayatımdan bilirdim, zarara hiç tahammülüm yoktu.
Dilim sürçmüş gibi yaparak İmralı’dakine ‘sayın’ dedim, ‘üç beş kelle hesabı’ dedim, ‘askerlik yan gelip yatma yeri değildir’ dedim. Her şeyi yavaş yavaş, alıştıra alıştıra yapıyordum, benimle beraber ülke ve devlet de değişiyordu.
Benim direkt söyleyemeyeceklerimi hep o yeni liberal dostlara söylettirdim, yazdırdım, çizdirttim. Kimsi ‘onu paşa yapalım’ dedi, kimisi ‘onu muhatap almadan terör meselesi çözülmez’ dedi, kimisi Kandil’deki elebaşından ‘barış isteyen adam portresi’ çıkardı. Benim için çok fedâkârlık yaptı bu yeni dostlar. Ben de bunun altında kalmadım tabii ki. Habur’da savcılara, kaymakama, yani devlet erkânına davullarla, zurnalarla karşılamalar yaptırdım Kuzey Irak’tan gelen turist kâfilesi için. Sıkı bir sorgudan geçirdi savcılarımız onları. Savcılarımız, “o örgütle ilişkiniz var mı” diye sordular, onlar da “hayır” cevabını verince, hepsini serbest bıraktırdım. Aman pek memnun oldu yeni dostlarımız. Beni yere göğe sığdıramaz oldular. Memnun olan yalnızca yeni dostlarımız değildi tabii, ‘en iyisine lâyık olduklarına inananlar’ da üç dönem üst üste bizi, yani ‘en iyi’yi seçtiler, mesajı iyi almışlardı.
Açılımları daha da açmak için benim tâlimatımla ‘Oslo görüşmeleri’ başladı. Terörün kökünü kazıyacak ve ülkeye barış getirecektik, barışın önündeki ‘ayrık otları’nı zaten temizlemiştik, ortalık süt limandı. Bu arada bir ‘barış düşmanı’ Oslo görüşmelerini sızdırdı basına ve her şeyin içine etti. Ben barış için, çözüm için saçımı süpürge ederken başladılar gene karakollara saldırmaya, yolları kesmeye, şantiyeleri basmaya, adam kaçırmaya. ‘Birkaç Mehmet için’ Meclis’i toplayıp, onları gündem bile yapmadım...
Yüzlerine, gözlerine dursun onlar için yaptıklarım, onlara kendi dillerinde televizyon kanalı kurdum, dillerini seçmeli dil olarak müfredâta koydum, her bir şeyleri yaptım, ama onlar ne yaptı? Gidip dağdaki eli silahlı teröristlerle kucaklaşıp, öpüştüler, beni mahçûb ettiler ele güne karşı, olacak şey değildi, nankörlüktü bu.
Bu aralar başım sıkışık. Canım sıkkın. Moralim bozuk anlayacağınız. Liberal dostlar da kıvırmaya başladılar. Sağda solda hakkımda yazılar yazıyorlar, yok açılımdan vaz geçmişim, yok çözümden caymışım, yok sertlik yanlısı olmuşmuşum, felân türlü iftirayla üzerime geliyorlar. Zaten başımız komşularla belâda. ‘Komşularla sıfır sorun’ dedik, dilimize eşek arısı sokaydı da demeseydik, komşusuz kaldık, komşudan kül istesek vermeyecekler. Uçağımızı düşürdüler, ulan biraz alttan alın, yok efenim ne alttan alması, yine de atara, gidere devam ediyorlar herifler.
Hâlbuki bütün bunları ben ‘Allah için yapmış ve değişmiştim’. Şimdi n’oluyordu herkese de bana cephe alıyordu? Allah’tan yanımda muhalefet liderleri vardı. Birisi “Kandil’e gir, arkandayız” dedi geçenlerde. Deli gönül, ulan bir kere değiştin bir şey olmadı, gene değişeyim ve gireyim anasını satiim Kandil’e diyor ama, n’apsam girsem mi acaba? Ben bir düşüneyim bunu. Bugün de Allah için değişsem mi acaba?.