"Bu zihniyet"le ittifak yapanlar; sahi kim onlar
PKK terör örgütünün palazlanmasıyla son bulan "çözüm süreci"nin "akil insanları" arasında da yer alan, 'MHP kökenli eski AKP milletvekili' Vedat Bilgin, adının "Türkçüler Günü"nden "Milliyetçiler Günü"ne dönüştürülmesinden duyduğu memnuniyeti de ekleyerek 3 Mayıs 1944 olaylarını andı dün. Dönemin "farklı düşünmeye, farklı fikirlere tahammül edemeyen baskıcı tek parti rejimi"nden yakındı. "Edebiyatçı, siyasetçi ve yazarların uydurma bahanelerle yıllarca hapislerde süründürülmesini" eleştirdi.
Son tahlilde de, "Atsız Bey'in bir dergide çıkan eleştirisine tahammül gösterilmeyip, aralarında Alparslan Türkeş, Nihal Atsız, Orhan Şair Gökyay, Zeki Velidi, Fethi Tevetoğlu gibi isimlerin bulunduğu milliyetçilerin tutuklanmış ve işkence altına alınmış" olmalarından bahisle, "Milliyetçilerin, Tek Parti Rejimiyle karşılaşması, bu zihniyete karşı tavrı o gün açıkça ortaya konulmuştur. Bugün bu zihniyetle ittifak yapanlara ne denilmelidir!" diye sordu.
Hayli uzun zamandır ben de sorguluyorum bunu;
"Devlet" sisteminin her alandaki işleyişinin, tek bir partinin hatta tek bir parti liderinin iki dudağının arasına terk edilmesinin sonuçlarını çok ama çok acı şekilde tecrübe edip de, parlamenter sistemi, -devlet bürokrasisinin kurumlarını adeta iktidar partisinin birer organı gibi çalışacak hale getirmek üzere- tasfiye edenlerle ittifak yapanlara ne denilmelidir?
İktidara hakim olandan başka ideolojiye, inanca, düşünceye özellikle de "Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu fikri"ne hayat hakkı tanınmamasının bedelini, kıyas götürmez ağırlıkta ödeyip de, milliyetçiliği ayaklar altına alan, muhalefeti demir parmaklıklar ardına koyanlarla ittifak yapanlara ne denilmelidir?
Böyle "sağlık devrimi" görülmemiştir!
Bende namuhterem duygular uyandırmayan bir tek yazısına rastlamadığım kronik alerjik zatlardan biri, mealen "Atatürk'ün sağlık devrimi yaptığını savunmak alıklıktır; tıp fakülteleri dahil ne yapıldıysa Osmanlı döneminde yapılmıştır, Atatürk'ün tek yaptığı tıp dilinde Latinceye geçiştir" buyurmuş.
Tıbbiye açıp, sonra da memleketin özellikle de askerimizin "doktor"a en çok ihtiyacı olduğu dönemde, İstanbul'un işgaline direniyorlar diye Tıbbiyelileri "haydut" ilan edilmek ve "kafalarını ezmek" devrim ise doğru tabii, bu zatın hayranlıkla andığı dönemdekinden büyük devrim gerçekleşmemiştir herhalde sağlık sektörüne!!!
Kaç intihar bir idrak eder….
İşleri korona virüsünden etkilendiği için bozulan ve ekonomik anlamda zor günler geçirenlerin yaşadığı sıkıntı ortada. Bir de, işleri korona virüsünden önce ülkenin ekonomik gidişatı paralelinde bozulan ve salgına kriz ortamında yakalananların sıkıntısını düşünün…
Mektup, sayılarının 350 bini aştığı söylenen çek mağdurlarının seslerini duyurmaya çalışan S. Temiz'den geldi.
Çek kanununda yapılan düzenlemeleri "dağın fare doğurması" diye tanımlayan, alacaklıya da, verecekliye de yaramayan "üç aylık erteleme"nin intiharın eşiğindeki esnafla dalga geçmek demek olduğunu savunan Temiz, "Bu insanların çoğu darmadağın oldu. Bir kısmı 2 ay sonraki hapsi beklemekte, bir kısmı kaçak. Çoğu 30 -40 yıllık esnaflık geçmişine sahip olan bu insanlar üretim yaptılar, istihdam sağladılar, vergi verdiler. İşlerinin bozulma sebebi genel ekonomik durumdu. Geçen yıllardaki konkordato ilanları ve resmi kurumların hakedişlerini zamanında ödememeleri nedeniyle işleri bozuldu. Bir çekini ödeyemeyince çatı çöktü. İşi bilene iş anlatmak kolay fakat mesleği siyaset olanlara iş anlatmak mümkün olamadı.Çek mağduru olan binlerce esnafa dolandırıcı gözüyle bakıldı. Büyük balık küçük balığı yutar misali küçük esnafı da büyük şirketler ve bankalar yutmak üzere. Çare gidip hapis de yatmakla olacaksa yatalım. Fakat 350 bin esnafı yok etmiş olacaklar. Ölen ölür kalan sağlar bizimdir anlayışı ile bu gün sıra bizde; yarın kimde olacağı belli değil" yazmış.
Nice dolandırıcının bırakın cezalandırılmayı, en yüksek temsil makamlarıyla ödüllendirildiği bir dönem ve ülkede, zincirleme bir iflasın halkası olarak çekini ödeyemeyenlerle, bunu organize bir tokatçılık faaliyetine dönüştürmüş olanları ayırmak bu kadar zor olmamalı…
Ayırdıktan sonra gereğini yapmak ise zor olmamanın dışında, kendine "kimsesizlerin kimi" diyenler için bir de "sorumluluk" olmalı.
Bunun idraki için daha kaç gariban gözlerimizin önünde canına kıymalı?