Bu yolu da PKK mı kapattı?
İstanbul kuşatma altındaydı. Önce Sarayburnu, sonra Topkapı Sarayı’nın önünden geçerek Dolmabahçe’ye demirledi İngiliz zırhlıları, İtalyan dretnotları...
Rumlar Türk bayrağını indirip yerine Yunan bayrağı astı. “Taş atan Rum çocuklar”a teslim olmuştu şehrin çoğu sokağı.
“Tedbiren” ilk iş “yollar kapatıldı”; İstanbul’da karşıdan karşıya geçmek bile yasaktı.
Önceki gece İstanbul Şişli’de çekilen bu fotoğraf bana işte o yılları hatırlattı!
***
16 Mart 1920 sabahı... Aynı zamanda devleti yönetenlerin “müttefiki”de olan “düşman” ın ilk hedefi Şehzadebaşı; 10. Kafkas Tümeni’ne bağlı karakol basıldı; 6 şehit, 10 yaralı.
Harbiye Nezareti ablukaya alındı...
Harbiye Nazırı’nın evi sarıldı, canı alındı...
Hükümete talimatları “Türkçe kullanma zorunluluğu kaldırılacak... Aleyhte yayın yapan gazeteler kapatılacak... Silahlar toplatılacak... Vali atamaları onlara sorulacak”tı; Oslo’nun atası!
Ve sorsan endişeye mahal yoktu; “müttefikleri padişahı” koruyordu, kendilerine hoşgörü ve misafirperverlik gösterilmeliydi!
Dünkü yandaş gazetelerde Lice kepazeliğine karşı “Öcalan’ın bayrak hassasiyeti”nden dem vurulması misali, o gün de iktidar sahipleri “müttefiklerinin milli izzetinefsimizi incitmemek” konusundaki duyarlılıklarına dair masallar anlatıyordu.
Sonuç:
Kimi milletvekilleri tutuklandı, sürgüne yollandı, kiminin evden çıkması yasaklandı.
Milliyetçi paşalar, genç subaylar, gazeteciler, aydınlar -haklarında hiçbir suç delili olmaksızın- kelepçelenip hapse atılırken, hapishanelerde bulunan “müttefik uyruklular” salıverildi.
Türkler öz vatanlarında “resmen” tutsaktı; boyunları bükük, ezik, sinik...
Kadınlar, kızlar tecavüze
uğradı; kocaları, oğulları “faili meçhul”!
“Devlet” buharlaşmış gibiydi, ismi var cismi kayıp...
Anadolu “uyanmasın” diye telgrafhaneler zapt edildi.
“Müttefikler” anlaşmalarına sadıktı:
Ordu dağılmış, millet
parçalanmıştı ama padişah
tahtındaydı!
***
Süleyman Nazif, tarihe “Kara bir gün” diye not düşmüştü tanık olduklarını:
“Almanya orduları 1871 senesinde Paris’e dahil olarak -Napolyon’un kazandığı zaferlerin taşlaşmış bir şiiri olan- Tâk-ı Zafer altından geçerken bile Fransızlar bizim kadar hakaret görmemişti. Ve bizim dün sabah saat dokuzdan on bire kadar hissettiğiz yeis ve azabı duymamıştı. Çünkü (Fransız) namını taşıyan her ferd, çünkü yalnız Hıristiyanlar değil, Yahudi Fransızlarla Cezâyirli Müslümanlar o matem-i millî karşısında aynı üzüntü ve utanç ile ağlamış ve kızarmışlardı.
Biz ise mevcûdiyet-i millîye ve lisâniyyelerini bizim gönlümüzün yüceliğine borçlu olan bir kısım halkın şamata çığlıkları ile matem-i muazzezimize en acı hakaretlerin birer tokat şeklinde atıldığını gördük. Buna müstahâk değil idik diyemeyiz. Müstahak olmasaydık bu felakete dûçâr olmazdık...”
***
O gün bugündür!
***
Bu yazıdan sonra Malta’ya sürüldü Süleyman Nazif...
Bizi sürebilecekleri daha fena bir yer kaldı mı?
Süleyman Nazif’in işgal altındayken yazdığı kadarını da yazmaktan aciz miyiz?
Silah dipçikleri enselerinde olduğu halde sorduklarını soramayacak kadar mı kaybettik damarlarımızda akan kandan aldığımız cesareti:
Lice’de Türk’ün yolunu kesen “eşkıya” ise, “terörist” ise, İstanbul’un göbeğinde, Şişli’de Türk bayrağının yolunu kesen kim? Ne? Onu da bir söylesene!
Önceki gece “Türk bayrağının önüne TOMA’lardan barikat kur” talimatını kim verdi polise?
PKK mı?
İçişleri Bakanı, yetkilerini İmralı’daki caniye mi devretti?
Madem “askerin, polisin mazereti olamaz”, madem “Türk bayrağının dalgalanması için gereği neyse yapmaya mecbur”; İstanbul’da Türk bayrağını dalgalandıran gençleri durduranlar hakkında da soruşturma başlatacak mısın mesela?
***
Mütareke İstanbul’unda Türk bayrağı hakarete uğradığı vakit, dönemin gazetelerinde “İstanbul’un surlarındaki kararmış bayraklarımızı hüzünle izleyen Fatih” tasvirleri yayınlanmıştı;
Farzet ki “Ulubatlı”ydı önceki gece Mecidiyeköy’den Taksim’e yürümek isteyen gençlerin her biri...
Bu fotoğraftan sonra Fatih’e de sığınamazsın;
Ne yapacaksın bakalım
şimdi!