Bu yaraya dayanamaz Mehmetler!
Söz bugün de yine sizde. 6 Ekim 2013, “Türk Ordusu” nun seneler boyunca düşman işgali altında inleyen İstanbul’a girişinin 90. yıldönümüydü. Sadece üç gün sonra, aynı Türk Ordusu, “esir düşman askerine” reva görülmeyecek bir “son”a -ki her son bir başlangıçtır aslında- mahkum edildi; aynı İstanbul’da.
İstanbul Barosu Genel Sekreteri Avukat Hüseyin Özbek’in “Kurtuluş Yıldönümünde İşgal Özlemi”ni yazdığı aşağıdaki makalesi -bugünleri düşünerek-, tekrar tekrar okunmaya değer bence:
Donanmanın namluları camilere doğru
“13 Kasım 1918’den 6 Ekim 1923’e işgal çizmeleri İstanbul kaldırımlarıyla birlikte Dersaadet ahalisinin şerefini, ırzını, onurunu da çiğneyip duracaktır. Seferden dönen Orduyu Hümayunun tuğlarından, zafer sancağından gayrisini tanımamış İstanbullular esaretin simgesi yabancı bayrakları görmemek için işgal süresince gözlerini yerden kaldıramayacaklardır.
13 Kasım 1918, Sarı Paşanın da Filistin Cephesinden İstanbul’a dönüş günüdür. Boğaza demirlemiş 55 parçalık Müttefik donanmasının namlularının çevrildiği selatin camilerin minareleri suskun, yenilginin, esaretin utancı altında ezilen Türkler sessiz, şaşkındır. Gizlemeye gerek duymadıkları bir coşkuyla evlerini, işyerlerini düşman bayraklarıyla donatıp, işgali alkışlayan Osmanlının Hıristiyan uyrukları, kendileriyle yıllarca ekmeğini bölüşmüş Türk komşularını aşağılamakta, alaya almaktadır.
And içtiler
Sarı Paşa Dersaadet’e ayak bastığı gün, düşman zırhlıları arasından Boğazı geçerken davetsiz konukları geldikleri yere göndermek için imparatorluğun uzak coğrafyalarında kalan Mehmetler üzerine and içer.
İşgal namlularının altında Saltanat ve Hilafet makamına kurulmuş Vahdettin; “Umutlarımı Allah’tan sonra İngiltere’ye bağladım” dese de İngiliz diplomatlarına ve komutanlarına Londra’dan verilen talimat bambaşkadır: “Türklere yüz verilmeyecek ve ağır şekilde cezalandırılacakları kuşkuya yer bırakılmayacak şekilde kendilerine anlatılacaktır”.
Anadolu’da başlayan milli direnişle çıldıran Müttefikler 13 Kasım çıkartmasının yeterince caydırıcı olmadığını düşünmektedirler. 16 Mart 1920’de İstanbul’un resmen işgali başlar. Fındıklı’daki Millet Meclisi (Meclis-i Mebusan) başta olmak üzere İstanbul’un askeri ve sivil tüm stratejik noktalarına vahşice el konur. Sabahleyin Şehzadebaşı’ndaki 10. Tümen Karargahı’nı basan İngilizler uykudaki Mehmetlerin üzerine ateş açar. 5 er şehit olur, 9’u yaralanır. Vatanseverler derdest edilip Bekirağa Bölüğü’ne tıkılırken görevde 1. haftayı henüz dolduran Salih Paşa Hükümeti halka; “Tam bir sükunetle iş ve gücüyle meşgul olmasını” tavsiye etmektedir! Rumca yayınlanan Neogolos Gazetesi işgalin ertesi günü olan 17 Mart’ta; “Irkımız için yeni ufuklar, mukaddes dakikalar” başlığıyla çıkar!
O gün de subayların apoletleri sökülmüştü
İstanbul sokaklarından, hele Pera’dan Tatavla’dan üniforma ile geçme gafletinde bulunan Türk polislerinin, subaylarının apoletleri sökülmekte, şapkaları kapılmakta, ay yıldızları üzerinde tepinilmekte, işgalci bayraklarına, askerlerine selama zorlanmaktadır.
İşgal altında yaşamanın, öz vatanında köleleşmenin utancı, acısı içine işlemiş İstanbullular, Yunan ordusunu 9 Eylül 1922’de Akdeniz’e döken Mehmetleri kucaklamak, al sancağa yüz sürmek için 6 Ekim 1923’ü bekleyeceklerdir.
Lozan Barış Antlaşmasıyla bağımsızlığı tescillenmiş Türkiye’nin Gazi Ordusu 6 Ekim 1923’te Şükrü Naili Paşa’nın komutasında 5 yıldır işgal altında yaşayan kente girer. Mütareke Hükümetlerinin işbirlikçi Sadrazamı Damat Ferit Paşa da kaçıp sığındığı Fransa’da Nice şehrinde Türk Ordusu İstanbul sokaklarında resmigeçit yaparken aynı gün hücceten ölüverir!
Pera’nın Cadde-i Kebir’inin İstiklal Caddesi, Tatavla’nın Kurtuluş, Şişli Caddesinin Halaskargazi oluşu aynı zamanda esaretten özgürlüğe ulaşmanın da kısa öyküsüdür.
Helalleşirler mi dersiniz
Gazi Ordunun Gazi Mehmetlerine Şükrü Naili’nin komutasında Dersaadet’e ayak bastıklarında, gün gelip adlarının mahyalardan silinip, minarelerden apar topar indirileceğini söyleselerdi inanırlar mıydı dersiniz? İstanbul’a girişlerinde dökülen gözyaşlarını, al bayrağa sürülen yüzleri, kendilerine dokunmak, terlerini koklamak için birbirini çiğneyenleri görünce, haklarını kat kat helal edip huzur içinde dünyadan ayrılan Mehmetler şimdikilerle helalleşir mi acep!
(...) yattıkları yerden doğruluverseler, sivil sıfatını kullanan her yaştan fonlu sefillere ilk sözleri ne olurdu Gazi Mehmetlerin? Mahyalardan Ne Mutlu Türküm Diyene - Ordumuza Şükran Borçluyuz - Kurtuluşun Kutlu Olsun - Önce Vatan - Milli Birlik Esastır yazılarını indirten Damat Ferit mirasçılarına şöyle bir bakıp yeniden uzandıklarında neler hisseder, neler düşünür dersiniz Mehmetler?
Çölün amansız sıcağına, Sarıkamış’ın imansız soğuğuna, düşmanın yağlı kurşununa, şarapneline bana mısın demeyen Mehmetleri biliniz ki aldıkları bu son yara hepten öldürür. Bu yaraya dayanamaz Mehmetler!”