Bu soruları cevaplamam gerekiyor
İbadet dilinin Türkçe olması talebinin ve Ezanın Türkçe okunması ısrarının doğru olmadığını, biraz daha ömrü olsaydı Atatürk’ün bu işten mutlaka vazgeçeceğine inandığımızı yazmıştık. Çünkü Rahmetlinin hayatında böyle örnekler vardı, olmayacak şeyde ısrar etmezdi: Güneş Dil Teorisi gibi..
Bu yazıdan sonra değişik tepkiler geldi. Biz de o günlerde rahatsızlığımızın bilgisayar tuşuna basmayı zorlaştıracak kadar fazla olması sebebiyle cevabımızı daha sonra vereceğimizi söylemiştik. İnsan söz verdi mi, yapmalıdır. Aksi, Allah korusun, münafıklık alametidir. İtirazların ortak özelliği, “Türkçe ibadet ve Türkçe Ezan dinimizi Arap İslâm’ı olmaktan kurtarmaz mıydı?” ve “Bilmediğim bir dilde niye dua edeyim?” noktalarında düğümlendi.
Bu köşe akademik bir köşe ben de İslâm âlimi değilim. Ankebut suresinin 45’inci ayetinde namaz kılarken Kur’andan okunmasını emreden bizzat Allah(c.c.) olduğuna ve Allah’ın Peygamberine Cebrail, müminlere de Allah resulü namazı Kuran okuyarak kılmayı öğrettiğine, Arapların dışındaki biz Türkler dâhil sonradan Müslüman olan her kavim ve millet alimleri bunu böyle anlayıp böyle uyguladığına, yani bu konuda icma birliği olduğuna göre mesele bitmiştir.
Zaten ben “Arap İslâm’ı” tabirinden hiçbir şey anlamıyorum. Topyekûn bir Arap unsuru yok ki, bir “Arap İslâm’ı” olsun, bu bir. Dinin sahibi Allah ve Resulüdür. Ne Arap İslâm’ı olur, ne Çin İslâm’ı, ne Türk İslâm’ı. Kavimlerin İslam’a kendilerince ekleme ve çıkarma yapmaları Allah(c.c.) ve Resulü(s.a.v)’ne hâşâ, “Sizin bu konuda yanılgınız var, aslında bu iş böyle olması lazım” demekle eşdeğerdir. İslâm’da elbette örfün yeri vardır amma bu İslâm’ın aslına bırakınız dokunmaya, gölge etmeye bile asla izin vermez. Namaz için öğrenilmesi gereken sure sayısı bir elin parmakları kadardır. Bir insan işyerindeki on bin çeşit malın markasını ve her gün değişen fiyatlarını öğrenir, zor gelmez de ebedî âlemde kurtuluş için mecbur olan namaz için bu kadar zahmete girmeyi göze almazsa, o ayrı bir konudur.
“Bilmediğim dilde dua” meselesi ise, sorulmaması gereken bir sorudur. Duayı istediğimiz dilde, hatta dilsiz bile yapabiliriz. Ezan’ın Türkçe okunması konusunda ise deniyor ki, “Tanrı uludur” aynı anlamı vermiyor mu? Hıristiyanlar kilise çanını millîleştiriyor mu? Hıristiyan Güney Afrikalılar çan yerine vuvuzela çalar mı? Üstelik elbette aynı anlamı vermiyor. Ama diyelim ki aynı anlamı verse bile bu yine doğru bir şey değil.
Niye değil?
Şunun için... Bizzat Allah, “Bana Allah” deyin diyor. Biz tutup, hayır sana Tanrı diyeceğiz diye nasıl deriz? Dersek bile bu doğru olur mu? Diyelim ki adı Sâlih olan birine biz tutsak, “Uygun, elverişli, dinin gereklerine uyan” desek o kişi dönüp bakar mı? Bizim bu hitabımızı kabul eder mi? Kendi kabul etse bile Bay Sâlih Finans kurumundaki parasını “Ben dinin gereklerini yerine getiren kişiyim” deyince çekebilir mi, sandık başında ben “Uygun, elverişliyim” derse, oy kullanabilir mi? Biz kul olarak bunu kabul etmiyor isek ve böyle bir şey bu dünyada bile kabul görmüyorsa “Bana Allah deyin” diyen Allah’a “Hayır sana Tanrı diyorum” diyerek yani Allah’a itiraz ederek Allah’ın rızası kazanılabilir mi?
***
Bir kardeşimiz de “İbadetleri gizli yapmak gerekmez mi?” şeklinde özetleyebileceğimiz bir soru sormuş. Gizli olan ibadet vardır açık olan ibadet vardır. Türkiye Kuzey Kore yahut Stalin Rusya’sı değil ki bir Müslüman burada namazını gizli kılsın. Hıristiyan kiliseye gizli mi gidiyor? Yahut namaz ayıp bir şey midir ki gizli kılınsın? Namaz da oruç da, Hac da gizli olmaz, olamaz. Gizli olan “sadaka” gibi hayırlar “teheccüd” gibi nafile ibadetlerdir. Yani, namaz kılan bir insana “Gösteriş yapıyor” demek o kişinin imanını tehlikeye sokabilir. Hatta namaz kılmanın değil kılmamanın gizlenmesi gerekir. Çünkü normal olmayan namazın kılınmamasıdır.