Bu sefer de söylediğiniz yalan çıkarsa!
Uçağımızın Suriye tarafından füze ile vurulmadığına dair bilgiler Milli Savunma Bakanlığı tarafından da kabul edildi. Bu bilgi, Türkiye’nin bugüne kadar ileri sürdüğü, “Uçağımız uluslararası hava sahasında vuruldu” tezinin çöpe atılması demek.
Yani Başbakanı, Dışişleri Bakanı, Genelkurmay Başkanı ile Türkiye’nin kendi milletine ve uluslararası camiaya yalan söylemiş olması demek. Dünkü Yeniçağ’da okudunuz; Türkiye, Suriye’den insanlar kaçsın ve Türkiye’ye sığınsın diye herkesin cebine 100’er dolar koyuyormuş.
Hatırlayanlar vardır; Tayfun Talipoğlu, Suriyelilerin kaldığı kamplara gitmiş, görmüş ve 5 Nisan günü TV8’de yayınlanan röportajında:
“-Gelenlerden sadece yüzde 20’si Esad rejiminden kaçtığını söylüyor. Diğerlerine bazı vaatlerde bulunulmuş ve öyle gelmişler. Hiçbiri kaçmış gibi değil, yanında güvercinlerini getirenler bile var.”
Demiş ve eklemişti:
“-Askerlerimiz kampta silahsız nöbet tutuyorlar. Dışişleri görevlileri de her ihtiyacı karşılamaya çalışıyor. Ama buna rağmen en ufak bir talepleri karşılanmadığında oturma eylemi yaparak devlet görevlilerini şikâyet etmekle tehdit ediyorlar. Biraz sinirlenince ‘Bana Başbakan Erdoğan’ı bağlayın’ diye bağırıyorlar.”
Biz, “Erdoğan’ın ilk mağlubiyeti” başlıklı yazımızda..
“Erdoğan’ın Suriye politikası Türk kamuoyundan destek bulamadı. Erdoğan ne derse desin, Türk milleti Suriye ile savaşmak istemiyor. Şehit pilotların anne babaları bile, ‘hayır’ diyorlar, ‘Türkiye, Suriye ile savaşa girmesin.’ Farkında mısınız, Erdoğan’ın başına, on yıllık iktidarı boyunca böyle bir şey ilk defa geliyor. Bugüne kadar Erdoğan ne söylerse söylesin ve o söylediği ülkenin ne kadar aleyhine olursa olsun Türk kamuoyundan yüzde 40’ın üzerinde kimi zaman yüzde 50’leri aşan bir destek görürdü. Çünkü insanlar bunda ‘bir hikmet’ararlardı. İş peşine binip, ortada hikmet falan olmadığı açıkça görülünce, Türk milleti, Erdoğan’a bu sefer ‘hayır’ dedi, ‘yanlış yoldasın’. Sayın Erdoğan’ın bu ilk mağlubiyeti. Millet; ‘Hayır, bu konuda sana inanmıyorum, bana doğruları söylemiyorsun’diyor ve işte Erdoğan’ın içine sindiremediği de işte bu ‘inandırıcılığını yitirme kâbusu’ ve işte bu mağlubiyet.
O istiyor ki...
ABD, NATO veya kim olursa olsun Esad’ın işini bitirsin. Onlar bitiremiyorsa, Rusya ve Çin aradan çekilsin, Suriye’yi destekleyen İran da İsrail ve ABD tarafından halledilsin, Esad’ın işini Türkiye bitirsin. Maliyet ne olursa olsun amma kendisi haklı çıksın, Esad’sız Suriye’nin Türkiye ile ilişkileri Esad’la Türkiye’nin ortak Bakanlar Kurulu toplantıları yaptığı günlerdeki haline gelsin; Türk halkı bunu görsün ve bir defa daha, ‘Erdoğan haklı imiş’desin... Ve kendisi de şu andaki kamuoyu mağlubiyeti ile değil, işte öyle olumlu bir kamuoyu algısıyla seçimleri kazanıp Köşk’e çıksın...”
Bu yazımızı okuyan Sayın Selçuk Kınıklı da:
“O mutlak hâkimiyet istiyor. Bunu da ancak bir ‘savaş’kazanarak yapabilir. Muzaffer bir komutana hiç kimse muhalefet edemez.
1- Üstelik savaş süresince -ki bu kısa süreli ve yüksek yoğunluklu değil, uzun süreli ve düşük yoğunluklu olacaktır- muhalefet yapmak ‘vatana ihanet’ olacaktır.
2- Böylece var olan cılız muhalefet de tamamen susturulacaktır.
3- Doğudaki, emperyalizmin isteklerine endeksli ve teslimiyetçi politika halkın dikkatinden kaçırılacaktır.
4- Karşı tarafın karşılık vermesi ile oluşacak can ve mal kaybıyla toplum -gayri ihtiyari- iktidar etrafında birleşecektir.”
Eklemesinde bulunuyor ve böylece iktidarın Türkiye’yi bölücülerin beklentileri doğrultusunda kolayca dizayn edeceği ikazını yapıyor ve bir duasını bizimle paylaşıyor:
“Halik, aklı olana aklını kullanma; aklı olmayana da sezgilerini kullanarak doğruyu bulma yetisi versin. Başka denebilecek bir şey yok. Yoksa ülkenin geleceği yamandır...”
Biz bunları yazıp çizdiğimiz günlerde Erdoğan da Obama’yı, “Suriye’ye bir an önce girelim” yani “Türkiye, Suriye ile savaşsın, sen de bize destek ol” diye sıkıştırıp durmaktaydı.
O acelenin altında yatan sebeplerden birinin de Türk tezinin yalan çıkmasının an meselesi olmasının verdiği endişenin bulunduğu yavaş yavaş ortaya çıkıyor gibi...
Oysa “O uçağın orada ne işi vardı” diyenlere ne hakaretler etmişlerdi...