Bu ne örgütlü fedakârlık
Köşe ortağı komiser Uslu ile haklarında suç duyurusunda bulunulan Aytaç’ın “Yazıları ben yazdım” çıkışı fedakârlık mı, yoksa alabilecekleri cezayı hafifletme çabası mı?
Önder Aytaç ve Emrullah Uslu hakkında Taraf’ta ortak imzayla yayımladıkları yazılarda suç unsuru bulunduğunu içeren müfettiş raporu doğrultusunda, TCK’nın 301. ve 125. maddelerinden suç duyurusunda bulunuldu. TSK’yı karaladığı ve devletin kurumları arasında çatışmaya neden olduğu iddia edilen TESEV raportörü Aytaç, “Bu köşenin asli yazarı benim ve Emre bazı konularda bana yardımcı oluyor” diyor.
Aytaç, sekiz yıl “okyanus ötesine uçamayarak” şimşekleri üzerine çeken devlet memuru ortağını korumaya mı çalışıyor?
Yoksa... Aytaç ve Uslu’nun yöntemine başvurup niyet yargılaması yapacak olursak, bu fedakarlık şovunun altında yatanın “örgütlü suç”tan yırtma girişimi olduğunu söyleyebilir miyiz?
Suçun halkaları
Nitekim Aytaç’ın “Yazıyı ben yazdım ama Emre yardım etti” demesinden yola çıkarak, “Emre’ye de yardım eden birileri var mı?”, “Yardım eden kişilerin niyetleri ne?”, “Suça konu yazılar başkasının yardımıyla yazıldığına göre bu azmettirme olabilir mi?”, “Yayınlayan kişi de, yardımcıların niyetlerinden haberdar mı?”, “O hangi niyetle yargıladı?” diye birbirine ekleyebileceğimiz merak halkaları bizi “Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini, Devletin yargı organlarını, askerî veya emniyet teşkilatını alenen aşağılamak (301/2)”, “Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden yakıştırmalarda bulunmak veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldırmak(125)” için örgütlenilmiş olduğu sonucuna götürür mü?
Eğer götürürse; malum bu suçların basın yoluyla ve kamu görevlisine karşı işlenmesi cezayı arttırıyor, Aytaç buna bir de “suç işlemek için teşekkül oluşturmak” gibi yeni bir ağırlaştırıcı gerekçe eklenmesin diye düşünüp “ben yaptım, ben yaptım” diye kendini ortaya atmış olamaz mı?
Eski Japon hukukunda “İmparator aleyhinde gizli ittifak teşkili”, Eski Yunan’da “Cumhuriyet rejimi yerine krallık tesisi”, Eski Mısır, İbrani, Hint, İran ve Çin’de devlete karşı fiiller, Roma da yasadışı birleşmeler, Osmanlı’da “fesat tahriki” örgütlü suç kapsamındaymış. Uslu ve Aytaç için işletilmek istenen 301. madde de “Devletin egemenlik alametleri ve saygınlığına karşı” işlenen suçları düzenliyor. Eee Uslu’nun 657 sayılı Kanuna rağmen bu ortaklığın Taraf’ı olması da pek yasal bir birleşme sayılmayabilir değil mi?
Zamanlama kardeşliği
Örgütlü suçların sosyal, siyasal değişiklerden kaynaklanan çelişki ve çatışma dönemlerinde, “statükoyu koruma eğilimi” yanında/karşısında ortaya çıktığı vurgulanıyor. Ne yaman bir zamanlama kardeşliği değil mi?
Basın yoluyla işlenen suçlarda “örgütlülük” varsayılmasa da, “asrın davası”nda tazecik tecrübe ettiğimiz gibi ‘basın’ örgütlü suça zemin hazırlama aracı(!) olarak kullanılabiliyor.
Yine Aytaç’ın iyi bildiği gibi bu suçlar “devlette çürümeye yol açtığı ve sosyal, ekonomik ve siyasi kurumların temelini sarstığı için”, suçların belirlenip kovuşturulması, kanıtların sağlanması, zanlıların konumu, koruma tedbirleri ve yargılama yöntemine ilişkin istisnai ceza yargılaması kuralları uygulanabiliyor. Zanlı için öngörülen adil yargılama kuralarının sınırlanması, demokratik haklarının ihlal edilmesi normal karşılanabiliyor. Ve bu suçların ‘daha ağır cezalandırılması’ öngörülüyor.
Tabii bir de ‘gizli ittifak’ riski var. ‘Belirli bir veya birkaç suçu işlemek üzere iki veya daha çok kimsenin, mesela Aytaç ile Uslu’nun müzakere ile karar aldıkları’ ortaya çıkarsa, iş komploya kadar uzanır ki, oradan sonrası Fehmi Koru’nun uzmanlığına girer...
Aytaç’ın “bütün suç benim” kahramanlığı, bu kaosun içine girmemekten kaynaklanıyor olmasın?
Apolitika köşesi dün Önder Aytaç’ın tek resmi ve imzasıyla yayımlandı. Taraf, Uslu ve Aytaç’ın ortak yazılarını internet sitesinden de kaldırdı.
++++++
Kime hizmet ediyordu ki?
Taraf’ta düne kadar Önder Aytaç ve Komiser Emrullah Uslu’nun ortak yazdığı köşenin altına, dün şöyle bir not düşülmüştü: “Sözde Emre, bundan sonra özde ve gözde Emrullah olarak bu köşeyi bütünüyle bana bırakacak ve devlete özde hizmet edecek. Ben de sözde kendim olarak Taraf’ta yazmaya devam edeceğim. Önder Aytaç”
Emrullah daha önce devlete sözde mi hizmet ediyordu? Ne demek “bundan sonra devlete özde hizmet edecek”?
657 sayılı Kanunun tarafsızlık ve devlete bağlılık başlıklı 7’nci maddesinde “Devlet memurları görevlerini yerine getirirlerken dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep gibi ayırım yapamazlar; hiçbir şekilde siyasi ve ideolojik amaçlı beyanda ve eylemde bulunamazlar ve bu eylemlere katılamazlar. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına ve kanunlarına aykırı olan, memleketin bağımsızlığını ve bütünlüğünü bozan Türkiye Cumhuriyetinin güvenliğini tehlikeye düşüren herhangi bir faaliyette bulunamazlar. Aynı nitelikte faaliyet gösteren herhangi bir harekete, gruplaşmaya, teşekküle veya derneğe katılamazlar, bunlara yardım edemezler” diyor.
Bu kanun, Nisan ayı ortasında Türkiye’ye dönen, Mayıs başında da fiili olarak Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesindeki görevine başlayan, ancak düne kadar düşünceleri ile “Taraf” olan Uslu’yu bağlamıyor muydu?
++++++
Uçak parasıyla, mayını temizle!
Başbakan’a 61 milyon dolara “üçüncü VIP uçağını alan” Türkiye, 216 bin hektarlık mayınlı araziyi temizleme masrafı olan 35 milyon doları bulamıyor. 70 milyon kişinin cep telefonlarının dinlediği Türkiye’de “Mardin’in Suriye sınırındaki arazinin mayından temizlenmesi için hazırlanmış kanun tasarısının” Meclis’te görüşülmesi “kapalı oturumla” yapıldı. Türk ordusunun, vatanın korunması amacıyla 1956 yılından beri mayınladığı sınır toprağının temizlenip, tarıma açılması için hangi milletvekilinin ne dediği, neyi tartıştığı halktan gizlendi.
BM’nin Ottawa Sözleşmesi gereğince 55 ülkenin mayınlarını, kendi orduları temizlerken bizim Genelkurmay, “Ben temizleyemem, çünkü 35 milyon dolar masrafı var” diyormuş.
Topraklar yabancıya
Herhalde doğru ki; yabancı şirketlere “Gelin mayınlarımızı temizleyin, organik tarım yapılabilecek altın değerindeki 216 bin dönüm araziyi 44 yıl işletin” diyenkanun Meclis’ten, hem de gizli oturumlarla, çıkartılmaya çalışılıyor.
Daha 10 gün önce Mardin’de 44 kişinin ölümüne sebep olan korkunç cinayet işlendi. Bu cinayetin; “töreyle-cahillikle-gerilikle-eğitimsizlikle-aşiret düzeni-ağalık oligarşisi-tarikat yapılanması-korucu mafyalaşması-bölücülük terörü” ile beslenmesinin yanı sıra yoksulluğun çok yüksek ve topraksız köylülüğün çok yaygın olmasından doğmuş olduğu da biliniyor. Bağırasım geliyor: Uçağı geri verin. Parasıyla mayını temizleyin. Toprağı yoksula dağıtın.
* Necati Doğru / Vatan
++++++
Korku yandaşları panikletti
Cindoruk, onlara göre yaşlı, çağın dışında kalmış, zamanını doldurmuş bir politikacı değil mi?
Bu telaşa kapılanlar, başına geçtiği partinin küçücük bir parti olduğunu, eriyip gittiğini söylemiyorlar mı?
Yaşlı ve eskimiş bir politikacı, küçülerek yok olmakta olan bir partinin genel başkanlığına seçiliyorsa bu panik neden?
Bu paniğin üç nedeni var:
Birinci neden Cindoruk’un gücü: Demokratik ve saygın kişiliği, arkasında duran Demirel’in ağırlığı, oluşturabileceği “orta sağ ittifakın” gerçekten büyük olan potansiyeli.
İkinci neden AKP’nin zayıf noktası, “takıyyecilik”: Partinin bütün “Muhafazakâr demokrat oldum” (her ne demekse!) iddialarına karşın, dincilikten ve rejimi tehdit eden uygulamalardan kurtulamamış ve imaj olarak bile orta sağa yerleşememiş olması. Seçmenin artık “AKP orta sağı da temsil ediyor” aldatmacasını yutmadığını son yerel seçimlerdeki sonuçlarla da herkesin net olarak anlaması.
Üçüncü neden AKP’nin siyaset yapma biçimi: Şimdiye kadar pek çok örnekte görüldüğü gibi kendine karşı çıkma olasılığı bulunan sağ ya da sol muhalefeti daha başında boğmaya çalışmış ve buna alışmış olmak.
Bu yolda her yönteme başvurmayı meşru saymak.
İşte bu üç neden birleşince, Cindoruk’a karşı, Türkiye’de pek az politikacıya nasip olan(!) bir saldırı başlatıldı.
Peki Cindoruk orta sağdaki boşluğu doldurabilecek bir parti, bir ittifak oluşturabilecek mi?
İktidar ve yandaşlarının büyük telaşı da, Cindoruk’un şansının yüksek olduğunu göstermiyor mu?
* Emre Kongar / Cumhuriyet
++++++
Ya bekçinin namusu
Öğretilen şuydu: Bakmak değil görmek önemlidir. Sonra tecrübe ettik ki “bakış”ın rolünü de yabana atmamak lazım.
Misal; Cumhuriyet mitingi. “...Katılanlar 2 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılacaklar, tek tek görüntülenerek, Ergenekon Terör Örgütü’yle bağlantılarının araştırılacağı tahmin ediliyor” tehditlerine rağmen yüz binin üzerinde katılımcı meydanı doldurdu (Resmi rakamlar o gün Anıtkabir’i 159 bin kişinin ziyaret ettiğini bildiriyor)” diyebileceğiniz gibi... Şantaj bültenlerini yok sayıp, “Günler öncesinden yapılan duyurulara rağmen Ankara Tandoğan Meydanı’nda yaklaşık 35 bin kişi toplanabildi” de diyebilirsiniz. Nasıl daha önce tehdide “haber” dediyseniz, biraz ileri gidip bu sefer de “dedektifçilik oyunu”na “haber” deyiverirsiniz. O zaman ortaya kendi kendinizi gülünç duruma düşüren şu satırlar çıkar: “Herkes biraz tedirgindi. Kimi son dakikada gelmekten vazgeçtiğini iletiyordu... Endişeler bitmiyordu.”
Ama yakışmaz... Eğreti durur... ‘Gazete’ kağıdı bu boyayı tutmaz... ‘Ali kıran baş kesen’ tavrıyla milyonlarca insanı korkutmaya çalışacaksınız. Sonra da “katılım beklenenden düşüktü” diye haber yapıp faşizan tatmin yollarına başvuracaksınız.... Sözde dalga geçeceksiniz, dalga geçilir hale bürünmek pahasına...
Yakışmaz... Ne gazeteciye, ne de mahallenin namus bekçisine yakışmaz... Önce tehdit, sonra aşağılama, bir de üzerine yalan... Namus sınırları bu kadar esnek olan bekçi bu mahallede kolay barındırılmaz...
++++++
Tehdit gazeteciliği işe yaramadı
Eskiden, kendilerini azınlıkta hissettikleri dönemlerde yazılar şu çerçevede olurdu.. Birbirimizi anlamalıyız.. Empati yapmalıyız.. Farklılıklarımız zenginliğimizdir.. Hoşgörü kültürü bu topraklara yerleşmeli..
Sanırdınız ki hepsi demokrat.. Aradan birkaç yıl geçti, palazlandılar, kendilerini çoğunlukta hissetmeye başladılar..Ne hoşgörü kaldı ne karşıt fikre saygı, sevgi.. Bir anda zart zurtçu oldular.. Kendi gibi düşünmeyenlerin kellesini uçurmak için kalem oynatmaya başladılar.. İnsanları sindirmek, bezdirmek, korkutmak, hedef göstermek günlük alışkanlıkları haline geldi..
Cindoruk’a yaptıklarına bakın.. Partiyi Ergenekon’cular ele geçirdi havası yaratalım ki oy verenler de yarın başımıza bir şey gelir mi diye düşünsün! Sinsinler.. Tandoğan mitingi için de aynısını yaptılar.. Polisin, savcıların katılanları fişleyeceği havasını pompaladılar.. Tehdit bile ettiler.. Sonuç; Tandoğan Meydanı doldu.. Korkutma oyunu tedavülden kalktı.. Artık kimse iplemiyor..
* Mehmet Tezkan / Vatan
++++++
DEĞİŞİM
Ortamın rengini alıyor
Adı, Mümtazer Türköne. Bir zamanların ülkücüsü.
Şimdi hem AKP’lileşmiş, hem de şeşleştirilmiş devlet televizyonunun vazgeçilmez görüş bildiricilerinden.
Tek ulus yaratmanın travma yarattığından, üniter yapının anlamsızlaştığından dem vuruyor. Hazır ABD Irak’tan çıkıyorken fırsatı kaçırmadan Türkiye’de kurulu yapının değiştirilmesini, herkesin eşit vatandaş -sanki değilmiş gibi- olması gerektiğini eviriyor çeviriyor.
Ağzı çok kalabalık. “İyi şeyler olacak” dedi ya, Abdullah Gül’ü alıyor Çankaya’dan, uçuruyor, uçuruyor, göklere çıkarıyor.
Dün Türkçüydü, bugün ateşli Kürt hakları savunucusu. Yarın? Hiç belli olmaz. Duruma bakar.
* Işık Kansu / Cumhuriyet
++++++
MİNİ YORUM
Sınırlı bağımsızlık kutlaması
Ankara’daki 19 Mayıs kutlamalarına dair gelen bilgiler, saha içinde Atatürk posteri olmayacağı, İstiklal Marşı okunmayacağı, askeri bando eşliğinde tören geçişi yapılmayacağı ve törensel kısımda sadece Polis Koleji öğrencilerinin yer alacağı şeklindeydi... Bugün Ankara’da, gençlerin bayramlarını coşkuyla kutladıkları, Ataları’na minnetlerini çekinmeden ifade edebildikleri bir bayram yaşanmasını dliyorum... 10 Nisan geride kaldı, bugün 19 Mayıs, bir sınıfın, bir meslek grubunun değil milli mücadele iradesi ile övünen bütün Türk gençlerinin bayramı...