Bu ne biçim mücadele, ne biçim müzakere
Türkçenin nefis, yarım saatte anlatılabilecek bir meramı, bir cümleye indiren atasözleri, deyimleri vardır. 4000 senelik bir milletin 85 milyon kilometrekare olan Eski Dünyanın yani Asya, Avrupa ve Afrika’nın 55 milyon kilometrekaresinde yaşamış, savaşmış, bu coğrafyayı tarihin değişik devirlerinde egemenlik ve yaşam sahası haline getirmiş olan ataların tabii ki nefis sözleri olacaktır. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu da bunlardan birisidir.
2011 seçimlerinden hemen sonra Erdoğan’a bir büyükelçinin “Hem müzakere edelim hem mücadele edelim” şeklinde bir strateji benimsetmesi sonrasında devletin resmi yaklaşımı bu oluyor. Ancak PKK, Suriye sürecinden faydalanıyor. Hareket alanını Türkiye ve Suriye’de büyük ölçüde geliştiriyor. Aldığı yerel destekler ile Türkiye’de terörü tırmandırıyor. AKP içinde hükümette de temsil edilen iki yaklaşım çarpışıyor. Müzakerelerin mimarı başbakan yardımcısı müzakere sürecinde ısrarcı olmaya devam ediyor. İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin ise mücadeleyi savunuyor. Artan ve can yakan PKK terörü karşısında iki hafta önce Erdoğan “artık müzakere falan yok” açıklamasını yapıyor.
Öte yandan PKK terörünün inisiyatif üstünlüğünü ele geçirdiğini gören örgütün müzakerecisi Zübeyir Aydar, “Oslo’ya gelin” çağrısında bulunuyor. Çünkü PKK, yaz ve sonbahar boyunca artırdığı terörü 2012/13 yılında kentlere taşıma hazırlığı yapmanın dışında, bu sonbahar Güneydoğu Anadolu’da küçük bir kentte ayaklanma girişiminde bulunma arayışı içinde. PKK, tırmandırdığı terör ile hükümeti yıldırmayı, korkutmayı ve Oslo masasına daha yüksek tavizler almak için oturtmayı planlıyor.
Zübeyir Aydar’ın çağrısının yapıldığı gün, pazartesi günü Türkiye’nin PKK ile mücadelesinin yeni askeri yöntemlerini konuşan bir ülke, salı günü Adalet Bakanı’nın Abdullah Öcalan ile müzakere edilmesi gereğini gündeme getirmesi ile yola devam ediyor. Çarşamba günü Erdoğan, Adalet Bakanı’na destek veriyor. Böylece, “müzakere falan yok” açıklaması unutuluyor ve daha önce gizlice görüşülen ve görüşüldüğü inkar edilen terör örgütü liderini resmi muhatap haline getirme sürecine giriliyor.
Peki, terörle hem müzakere hem mücadele süreci 2006’dan bu yana zaten denenmedi mi? Denendi ise sonucu ne oldu? Sonucu 1000’e yakın şehit ve yükselen PKK terörü. AKP Hükümetinin Kürtçe televizyon, Kürtçe seçmeli ders ve diğer tavizlerine rağmen Güneydoğu Anadolu bölgesinin yönetiminin PKK’ya devredilmesini isteyen, bölgenin adının Kürdistan olmasını talep eden bir PKK ve BDP ile karşı karşıyayız. Bu sürecin diğer sonucu ise terörle mücadele konusunda inisiyatifi yitiren/yitirtilen bir TSK’dır.
Oysa, müzakere ve mücadele birlikte yürüyebilen stratejiler değildir. Nasıl iki ülke arasındaki barış görüşmelerinin başlayabilmesi için ateşkese ihtiyaç vardır, terörle müzakere de terör devam ederken olmaz. Olur ise böyle olur. AKP Hükümetinin ağır basan ekseninin terörle gerçek anlamda mücadele etmek gibi bir niyeti yoktur. Bunun nedeni, bu kadroların PKK’yı, inanmadıkları milli ve üniter devleti dönüştürme konusunda bir araç olarak görmelerdir. Bundan dolayı müzakere AKP Hükümetinin ana çizgisidir. Ancak bunun da doğru yapılması lazımdır.
1) Müzakereler Türkiye’nin en güçlü, PKK’nın en güçsüz olduğu zamanda başlamalıdır.
2) Müzakereler için Hükümet hevesli görünmemeli, aksine PKK müzakereler için yalvarmalıdır.
3) Müzakerelerin başlangıcında, tarafların eşit taraflar olmadığı kabul edilmelidir.
4) Müzakereler asla terör örgütü ile değil, TBMM’de temsil edilen bir parti ile yürütülmelidir.
5) Müzakerelerin başlama şartı, PKK’lı teröristlerin tamamen Türkiye sınırları dışına çıkmaları ve Türkiye’de terör eylemlerinin durması olmalıdır.
6) Müzakereler başlarken Hükümet küresel ve bölgesel dengeleri iyi değerlendirmeli, PKK dış müdahalelerden olabildiğince uzak tutulmalıdır.
Bugün bu altı şartın altısı da yerine getirilebilecek durumda değildir. Yeni müzakere süreci başlarsa bundan Türkiye zarar görecektir.