Bu kadar da olmaz, ama oluyor işte!
Hani demek istemiştik ya, dört âyetlik bir namaz suresini diyelim ki yarım saatte ezberleyebilirsiniz ama odanızda bir yılan varsa değil yarım saatte bir haftada bile ezberleyemezsiniz, çünkü aklınız yılanda olur diye..
Kardeşler örneğimiz, ferdî psikolojinin sosyal psikolojiye uyarlanmasıdır. Sizin “işsiz kalma” kaygınız varsa, bu bir yılandır. Geliriniz asgari giderlerinizi karşılamıyorsa bu bir yılandır. Hasta iseniz ve tedavi imkânlarınız yoksa bu bir yılandır. İnançlarınızı kâmil anlamda yaşama imkânlarınız yoksa bir mümin için bu bir yılandır. Birileri, marka hastalığı ve tüketme zehrini bilinçaltınıza enjekte etmişse, bu bir yılandır. Ve sizin bütün dikkatiniz bu yılan(larda) olduğu için çevrenizde olup bitenle ilgilenemezsiniz, ilgilenseniz bile bu ilgi kabukta kalır.
Amaç da zaten toplumu özden uzaklaştırmak, kabukta tutmaktır.
Şimdi, iktidar olduğu günden beri söylem ve icraatlarına bakarak toplumun AKP bahsinde nasıl kabukta tutulduğunu birlikte görelim.
Bir: AKP ve destekçileri iktidar oldukları ilk dönemde var güçleri ile Avrupa Birliği üyesi olmaya kenetlenmemişler miydi? Kenetlenmişlerdi. “Ne pahasına olursa olsun Avrupa Birliği” diyor başka bir şey demiyorlardı. “Ankara’nın şerrinden Brüksel’in şefaatine sığınmayı” şeref ve kurtuluş bilen kalemleri hatırlayınız. O günlerde bize bu hal Tanzimat sürecinde kimilerinin yabancı hayranlığını hatırlatmış içimizi sızlatmıştı:
Tarih kitaplarımızda ’Batılılaşmanın öncü aydınları’olarak nitelenen Jön Türklerin de hiçbir özgün düşünceleri yoktu. Sultan II. Abdülhamid’in İngiltere’ye hiç güvenmemesini İngiliz taraftarı olmak için yeterli gören ve padişaha duydukları düşmanlık yüzünden tuhaf görüş bozukluklarına uğrayan Jön Türkler, İngiltere’yi dünyanın en medenî ülkesi zannediyorlardı. Bu körlük Jön Türklerin akıl almaz aptallıklar yapmalarına sebep olmuştur. Bir örnek vermek gerekirse meselâ Askerî Tıbbiyeli bazı öğrenciler bir ayaklanma sırasında, ne kadar hürriyetçi olduklarını göstermek için okullarına İngiliz bayrağı çekmeye kalkışmışlardı! Bir grup Jön Türk ise, II. Meşrutiyet’in ilânından sonra İstanbul’a gelen İngiliz elçisinin arabasındaki atları çözüp, arabayı kendileri çekmişlerdi (Beşir Ayvazoğlu, Tercüman, 7.05.2006)
İşte ilk dönem AKP ve destekçileri de o gençler kadar AB’ci idi.. AB yolunda burnu sürten AKP bugün artık “AB’siz de yolumuza devam ederiz” demeye başladı. AKP’nin o gününü alkışlayanlar bu gününü de alkışlıyorlar. Ya o günkü alkış yanlış, ya bugünkü alkış!
İki: İflah olmaz bu AB’ciler sonra tuttu başına “Yeni” konmuş bir “Osmanlılık” çıkardılar. Bu sefer cümlesi Osmanlıcı kesildi? Hem AB’ci hem Osmanlıcı olacaksın! Yahu Osmanlı’yı tarih sahnesinden silen AB şemsiyesi altındaki o ülkeler değil mi? Osmanlıcıysan Osmanlıyı tarih sahnesinden silenlerle ne işin var? AB’ci isen Osmanlı ile ne alakan olabilir?
Halkımız, “yılanlardan” dolayı bu çelişkiyi de görmedi, göremedi.
Üç: Bu dostlar AB’ci iken de, Osmanlıcı iken de Türkiye Cumhuriyeti’ni bir türlü sevemediler. Olabilir... Olabilir de, Mısır ve Sudan’da diktatörlere ve onların arkasındaki güçlere karşı direnen halklar Türkiye Cumhuriyeti’ni örnek aldıklarını söylemeye başlayınca bu sefer de tuttular, “Evet, Türkiye Cumhuriyeti iyi ve ideal bir örnektir” demeye ve Türkiye Cumhuriyeti ile övünmeye başladılar. Söyleyin Allah aşkına bu ne iştir?
Dünün AB’cileri, dünün Osmanlıcıları, dünün Türkiye Cumhuriyetini sevmeyicileri şu günlerde Erdoğan’ın Türkiye Cumhuriyetini iyi bir örnek olarak pazarlayışına destek vermekteler!
Dört: Bitmedi... Bir yandan Türkiye Cumhuriyeti ve bu cumhuriyetin sistemi ile övünüyorlar, diğer yandan da “İlle de Başkanlık sistemi” diyerek, övündükleri Türkiye Cumhuriyetini Mısır gibi “Başkanlık” haline getirme ve ABD gibi federasyonlara bölme hesapları yapıyorlar. Birbiri ile bu kadar zıt şey aynı kitle ve lider tarafından aynı dönem içersinde nasıl bu kadar tasvip görebilir? Cevabı “Yılan(lar)” değildir de nedir bu sorunun?