Bu işte bir terslik var
Oktay Ekşi istifa etti, kendilerinden başka herkesin annesini “sütü bozuk”lukla itham eden siyaset ağzı bozukları ve iktidarın hoşlanmadıklarına küfür eden medyanın ağzı bozuklarıysa görevlerini yapmaya devam ediyor
Oktay Ekşi’nin istifasını üzüntüyle karşıladığımı söyleyerek başlayayım.
Sanıyorum bu Türk basınında ilk kez oluyor: Bir yazar nasıl olduğunu kendisinin de açıklamakta zorlandığı bir cümle yazıyor, sonra bunun için özür diliyor ama üzerine o kadar geliniyor ki sonunda istifa ediyor.
İstifa elbette kişisel bir durumdur. Dediğim gibi kişisel olarak bu karara üzüldüm ama saygı duyuyorum. Bazen istifa etmek, saatlerce konuşmaktan daha çok şey anlatabilir çünkü.
Öte yandan bu istifanın esas olarak Hürriyet’i koruma kaygısından kaynaklandığını da düşünüyorum. Başbakan’ın yazı yayımlandığı gün “Ben bunlarla mücadele etmem, savaşırım, görün bakın neler olacak” dediğini unutmayalım.
Başbakan’ın nasıl savaştığını, bu savaşta devletin gücünü nasıl kullandığını gayet iyi biliyoruz, Oktay Ağabey de biliyordu. Çalıştığı kurumu korumak için istifa etti.
Olayın bir de karşı cephesi var tabii: Oktay Ekşi’yi özür dilediği halde istifa etmeye zorlayan, istifasını sevinçle karşılayanlardan söz ediyorum. O çevreden “Ananı da al git” cümlesini duyduğumuzda hiç yadırgamıyoruz. “Bizde sütü bozuk yok” diyerek, kendilerinden başka herkesin annesini “sütü bozuk” olmakla itham eden de o çevrenin içinden çıkıyor! Makyaj yapan kadınlar için “Kaportası bozuk otomobil gibiler” diyen de öyle! Bunları söylediği için istifa etmedi, istifasını isteyen de olmadı. Neden acaba? Bunları söylemesi “normaldir” diye düşünüldüğü için mi? Medyanın gerçek ağzı bozuklarına gelince: Onlar sanatlarını icraya devam edecekler. Başbakan’ın, Cumhurbaşkanı’nın özel uçaklarında seyahat etmeye devam edecekler. Çünkü varlık nedenleri o köşelerde oturup, iktidarın hoşlanmadıklarına küfür etmek. Görevlerinin gereklerini yerine getirenler neden istifa etmek zorunda olsunlar ki?
* Mehmet Y. Yılmaz / Hürriyet
Veda notu...
Bazen habbenin (damlacığın) kubbe, kubbenin de habbe yapıldığı dönemlerden geçersiniz.(...) 1966 yılından beri mensubu olduğum, 1974 yılından beri de “Başyazar”ı sıfatını taşıdığım Hürriyet Gazetesi’nden ayrılmaya karar verdim.
Bugüne kadar ülkem ve mesleğim için hangi görüşleri savundumsa ömrümün sonuna kadar onları savunacağımın bilinmesini isterim.
* Oktay Ekşi / Hürriyet
Hürriyet’in pruvasına beyaz bayrak çekildi
Hani bir laf vardır; ‘Vuruşa vuruşa çekilmek’. Tıpkı Emin Çölaşan ya da Bekir Coşkun gibi. Böyle olmadı. Açıkça kabulleniyoruz; ‘Duayen gazetecinin, meslek hayatında en büyük yanlışıydı’. Kendisi hep reddedecek olsa bile, iyi biliyoruz ‘İstifaya zorlandı’. Sebebi gayet net; ‘Doğan Grubu’nun içine düştüğü -Düşürüldüğü- ekonomik dar boğaz’. Yazarlar birer birer gönderilmekte. Tıpkı balonun yere çakılmaması için, sepettekilerin tek tek atılması gibi. Ertuğrul Özkök’ün görevden alınışı, Radikal’e Eyüp Can’ın atanması bunlardan. ‘Kellesi istenenler’arasında Yılmaz Özdil’in de olduğunu duymayan yok.
* * *
Çoktandır fısıldananlara da değinmek zorundayız. Aydın Doğan köşeye sıkışmış durumda. Petrol Ofisi’nin Avusturyalılara devri, bir yerde ‘Petrol rafinerisi kurma sözü’nün Ankara tarafından engellenmesinin sonucudur. Yabancılardan alınan avans, böyle ödenebildi. Murdoch’un satın alma girişimine hükümetçe onay tanınmadığı yine konuşulanlar arasında. Onun yerine ‘İktidara yakın bir konsorsiyum oluşturulduğu’ biliniyor. Bütün bu gelişmelerin sonucunu, 2011 seçimlerinden önce birlikte göreceğiz.
* * *
Gelelim ‘Amiral Gemisi’nin Seyir Defteri’ne. Kaptan Kirk’in yazdıklarına benzetelim; ‘31 Ekim 2011. Hürriyet’in pruvasına beyaz bayrak çekildi’. Neden mi? Gazetenin sol alt köşesinde Oktay Ekşi’nin vedası yer almakta. Sürmanşetinde ise ‘Başbakan’ın Yaşamından Özel Kareler’. Enis Berberoğlu komutasındaki yayın organının tercihi bu. Hüseyin Besli-Ömer Özbay ikilisinin hazırladığı ‘RECEP TAYYİP ERDOĞAN. Bir Liderin Doğuşu’ adlı kitap taaa tepelerde. Aydın Bey’in naralar attığı ‘Küçük dağları ben yarattım’ havası bastığı dönem olsa, kesinlikle ilaveye atılırdı. En çok kanımıza dokunan ‘Şeyini şey ettiğim’in mucidi Bülent Arınç’ın ‘Yetmez. Basın Konseyi’nden de istifa etsin’ çıkışı. Kendisi, etti mi?
* Burhan Ayeri / Akşam
Kellesini de istiyorlar
Şu İstanbul basınını da iki gün boş bırakmaya gelmiyor. Bir gittik geldik ki; eyvahlar olsun yer yerinden oynamış. Oktay Ekşi, limanları, dereleri, tarım topraklarını, mülkleri, KİT’leri... neyi bulursa satan zihniyete tepkisini, AKP’ye destek veren yüzde 58’in de eminim pek sık kullandığı bir ifade kalıbı ile dile getirince, soluğu istifa müessesesinde almak zorunda kalmış... Üç gündür yazılıp çizilenlere şöyle bir baktım da dün;
Yetmiyor! Kalemini alanlar kellesini de istiyor Ekşi’nin. Bu yüzden, “kan, kan, kan” diye tamtamlar çalışları yaktıkları intikam ateşinin etrafında.
Manzara gerçekten korkutucu,
büyük bir iştahla, salyalarını akıtarak dönüp duruyorlar muhalefet
edenlerin etraflarında.
Hiçbirinin; “Analarını bile satanlar” nitelemesini bir vahamete dikkat çekmek için, ayıplanası bir çağrışım aracı olarak kullanan Oktay Ekşi’yi linç ediyoruz da, “anasını satmayan” ama “anasıyla arasındaki sevginin doruğu olarak ensest ilişki yaşayan”ların hamiliğine soyunan sapıklıktan taraf Ahmet Altan’la neden kol kola yürüyoruz“ iç sorgulamasını yapmayacaklarına emin olduğum için merakla bekliyorum:
“Bakalım sıradaki kim olacak?”
Ha bir de Yenişafak’ın çift kimlikli yazarına iki sorum var müsaadenizle:
1. Başınız göğe erdi mi?
2. Kulis köşesinde yıllardır istikrarlı biçimde yürüttüğünü “kulis” çalışması sonuç verdi vermesine ama siz de elinizdeki yegane malzemeyi kaybettiniz böylece. Eee şimdi ne yazacak, kimi jurnalleyeceksiniz.
++++++
Ortalama bir İvedik menüsü
Şefe fikir verir, Ahmet Hakan’ın deyimiyle “İvedik”lerin bir öğününü, Nur Çintay A.’nın kaleminden okuyalım: “Süzme yoğurt, çerkeztavuğu, gavurdağı, çiğköfte, lahmacun, haşlama içli köfte, humus, yuvarlama, antep dolma, soğanlı kebap, oruk kebabı, fıstıklı kebap. Gözümüz dönmüştü. Öyle bir hale geldik ki... Hayatımızda hiç yapmadığımız bir şeyi yaptık: Son kebabı yarım bıraktık. Tatlıya ise elimizi dahi değdirmedik; paketlediler, eve götürdük. Sonuç: Midemiz kaynamadı. Hiçbir ağırlık hissi olmadı. Sabaha karşı dörtte uyanıp baklavadan tattım; nefisti.”
++++++
Mutfak teyakkuzda; Nur Çintay A. işe başladı!
Ata Demirer’in muazzam Trakya tiplemeleri değil yazımızın konusu ama olsun; “eyva, eyva!..” Gönlümüzde olmasa dahi yerküre üzerinde kapladıkları yer açısından “çap”ları Demirer’le yarışan bir çiftten havadis var. Emre Aköz’ün -namı diğer E.A.- yeni Radikal’e sığamayınca açıkta kalan refikaları Nur Çintay A. “eş durumdan” olsa gerek Sabah kadrosuna alınmış...
Her kurumda olduğu gibi Sabah’ta da bir karar alınırken “olası riskler” göz önünde bulunduruluyor olmalı... Haliyle teyakkuza geçirilmiştir mutfak personeli...
E.A. ile refikaları Nur Çintay A.’yı kesecek bir menü hazırlanacak... Mönü hazırlanana kadar bütün kilerler, buzdolabı, çekmece, raf ve diğer mutfak dolapları, markete, meyve-sebze haline, kasaba giden araç kasalarına kilit vurulacak...
Mutfak personelinden sonra temizlik görevlilerine de “vardiya” uygulaması getirilecek; malum lahmacun ve pizza kutuları, dürüm kağıtları, hamburger paketleri, kuru fasulye çömleği, yapış yapış künefe, su böreği tepsisi, baklava, vezir parmağı, bülbül yuvası tabaklarından çöp dağını imhayla da görevli olacaklar artık... Bisküvi, çikolata, cips gibi “kayıntı” paketlerini söylemiyorum bile... Eee isli viski şişesini kaldırıp atmak kolaydı; şimdi kasa kasa kolaların, biraların teneke kutularını ara dur masa, sandalye altlarında... Teyakkuz yetmez; seferberlik ilan edilmeli Sabah’ta bence... Ha bir de size bir Kemal Derviş lazım şekerim; “gıda” kaleminde artan gideri karşılayacak bir “gelir kapısı” yaratmalı... Hayale kapılan varsa zor Çintay’ın iki Emine Erdoğan güzellemesi yetmez kar-zarar dengesini tutturmaya.
++++++
Ümitleri boşa çıkmış... CHP’deki Genel Başkan değişimi AB’yi neden ırgalar anlayan varsa beri gelsin... Hem şu ümitlenme formülünü de açıklasanız diyorum; kendi kendinize gelin güvey mi oldunuz yoksa önünüzden geçerken, içinde vaat ettiği ümitler yazılı oyalı mendil mi bıraktı biri kucağınıza?..
++++++
Bombanın sahibi açılım tablosunda
Kendini canlı bomba yaptı; polis otobüsüne girmeye çalışırken ateşlendi.
Ateşkesin bitmesinin son günüydü ve belli ki Taksim’de çok sayıda polisin ve sivilin canına son vermeyi hedef almıştı.
Tetikçi belli.
Tetikçi parçalanarak öldü.
Bombanın sahibi kim?
Sahibini belki de “analar ağlamasın” söylemlerinin başladığı günlere giderek aramak gerekir. Terör örgütü, liderleri, askeri kanaat önderleri, sivil uzantıları, “ne kadar çok ana ağlatırsak o kadar çok istediklerimizi elde ederiz” yolunu keşfetmişlerdi. Kaç yaşındadır, kimdir, necidir, nereden gelmiştir, şimdilik bilmediğimiz, bedenini canlı bomba yapmış olanı Taksim’e gelmeye çağıran bu “analar ağlamasın” altı boş süreciydi.
Apo ile adada görüşüyorlardı.
İkiyüzlülük!
Kürtçülere şirin görünüyorlar.
Türklere, “Biz terör örgütüyle görüşmeyiz, devlet görüşür, muhatap almayız, terörle mücadele edeceğiz” diyorlardı.
Öcalan da haber yolluyor, “31 Ekim’e kadar beklerim. Sonra aradan çekilirim” diyordu.
Taksim’de canlı bomba patladı.
Tarih 31 Ekim’in sabahıydı.
Cumhuriyet’in tek dil... Tek millet... Tek bayrak... Tek ordu... Tek toprak... Tek ve kesintisiz laiklik ilkelerinden hangisini nasıl değiştireceğini çok net söylemeden “Kürt bölücülüğüne şirin görünmeye” çalışarak oy topladılar.
Bir yandan da; “Kürtçe eğitimi ve özerkliği unutun. Sizin için otoriter ve jakoben devleti sevecen (müşfik) devlet haline getiriyoruz, onunda yetinin” demeye çalıştılar.
Bombanın sahibi işte bu tabloda.
* Necati Doğru / Sözcü
++++++
Siz İmralı’da pazarlık ederken
bizim buralarda insanlar öldü
Hala saf saf ’Mücadele edilerek çözülmüyor. Oturup konuşalım. Pazarlık edelim’ derseniz olacağı bu. Çünkü siz kiminle oturup konuştuğunuzun farkında değilsiniz.
* * *
Siz pazarlık ederken ’Bak gördün mü? İstersem Taksim’in göbeğinde bomba patlattırabilirim’ diyen adamın ayağına gidip pazarlık yapıyorsunuz...
Siz işine giderken, kızını dershaneye götürmek üzere yanına almış subay babanın servis otobüsünün geçtiği yola bomba koyan, gencecik kızının hayatını alanlarla konuşuyorsunuz...
Siz Güngören’de ilk bombayı patlattıktan sonra ’İnsanlar toplansın. İkinci bombayı o zaman patlatırım. Daha çok insan ölür’diye düşünebilen mahluklarla pazarlık ediyorsunuz...
Siz akşam evine dönmek için bindiği belediye otobüsünde atılan molotofla yanarak ölen Serap’ın katilleriyle oturup konuşuyorsunuz...
Üstelik o katillerin de işine yarayan ’taş atan çocuklar affını’ çıkardıktan sonra bile taviz vermeye devam ederek.
* * *
Demokratik açılım, açılmaya devam ediyor. Bugün 1 Kasım. 31 Ekim’e kadar verilen süre sona erdi. Son mesaj da verildi.
Bakalım arkadaşlar İmralı’da buluşup ne konuşacaklar?
Daha ne kadar demokratikleşeceğiz acaba?
* Nihat Sırdar / Akşam
++++++
MİNİ YORUM
B. ile Ö.
Baktılar kimseden hayır yok; hayrı dokunsun diye çırpınanlar da susturuluyorlar birer birer; en iyisini yaptılar; Mustafa Balbay sordu Tuncay Özkan yanıtladı. Tuncay Özkan sordu Mustafa Balbay yanıtladı. İkilinin Cumhuriyet’te devam söyleşisinde Balbay “B”, Özkan da “Ö” olarak yazılıyor soru-cevap başlarına. Yanyana getirince oluyor size “BÖ”. Yanlış anlamayın size derken... Size değildir elbette ama bir “BÖ” röportajı bu aslında: “Hücreye atılmaktan korkanlar yazmayabilir ama bizi daha nereye atacaksınız ki; böööö!”