“Bu işte ABD’liler Var!..”
Vücudunun bir bölümünü terörle mücadelede bıraktığı halde hayattan kopmayan Gazi Üsteğmen Serdar Öztürk, Hukuk Fakültesini bitirerek insanlığa hizmete devam ediyordu. Türk ordusunun yüz akı, Özel Kuvvetlerin efsane ismi Albay Levent Göktaş’a tezgâh kurulunca Serdar’ın bigane kalamazdı. Üstelik her ikisi de gazi her ikisi de avukattı... Komutanı, ağabeyi Levent Göktaş’ın tezgâha düşürüldüğünü ilk o fark etti. Göktaş, “Bu iddialardan bir şey çıkmaz. İfademi verir çıkarım” dediği anda ilk Serdar itiraz etti. “Komutanım, bu tezgâh Türkiye sınırlarını çoktan aşmış. Bunu ortaya çıkarmak, ülkemizin başına örülmekte olan çorabı sökmek namus borcumuzdur” diyerek kolları sıvadı. Levent Göktaş’a İstanbul Emniyeti’nde: “Bir asker ismi ver, bir kaç olay anlat git” dediler. Böyle bir soruşturma olabilir mi?
***
Levent Albay’ın avukatı olarak İstanbul Emniyeti’ne koşan Serdar, orada ABD’lileri, görebilen tek gözüyle tespit etti. Nitekim son savunmasında: “Soruşturmanın içinde Amerikalıların olduğunu öğrendik. Sonra da gözlerimizle gördük. Bir yerde ABD’liler varsa, orada cinayet, örtülü operasyon, kirli işler vardır. Bunu 12 Eylül’de gördük. Güneydoğu’da PKK’ya malzeme atarken gördük. ABD’lileri görünce kırmızı görmüş boğa gibi oluyorsun” sözleri ile ifade etti. İpucunu yakalayan Serdar operasyonun hedefinde TSK olduğunu fark edince Genelkurmay’a derhal dilekçe yazıp: “Hedef TSK. Durum, savaş hali kadar ciddi” diye yazdı. Ama bu dilekçeyi ciddiye almayanlar birkaç yıl sonra sıranın kendilerine geleceğini bilmiyorlardı... Bir avcı gibi iz süren Serdar, ABD adına casusluk yapanları da isim isim belirlemeye başladı. ABD Kongresine, bu işleri yapan ABD istihbaratçılarının ismini verip, “Yasal işlem yapın, yoksa Türk Milleti gereğini yapacaktır” mealinde bireysel bir nota verdi. Kapıcıları Kemal’e Naci Uslu adına kayıtlı bir cep telefonu verildiğini ve istihbaratçılarla mesajlaştığını tespit etti ki o kapıcı daha sonra ev ve araba sahibi olup sınıf atladı. Levent Göktaş ve kendi bürosuna evrak ve CD bırakanları isim isim verdi. 43 parmak izinden birinin bile sanıklardan hiç birine ait olmadığını ispatlarken polislerin parmak izini istedi ama vermediler. Bürosuna konan tabanca mermilerinin hangi ülkeden hangi kuruma tedarik edildiğini ortaya çıkardı. Lüksemburg’a giden polis müdürü Hüseyin Avni Şahin’in de adını verdi. İfadesi bile alınmadı. Bürosunda keşif yapan ve kamuoyunda Adnan Hocacılar olarak bilinen kadınların telefon görüşmelerinin dökümünü çıkardı. Emniyet istihbaratıyla, ABD’yle, ABD Büyükelçiliğiyle, AKP’lilerle, İsraillilerle, İtalyan’larla görüştüklerini belgeledi. Çok olmuştu Serdar... Digital terör çetesini suçüstü yakalamak üzereydi. Ve içeri tıktılar...
***
“ABD’lilerin hedefinde TSK’yı çökertmek vardır. Bunlar Öcalan’ın affını istiyor. Bir hedef de ılımlı İslam projesidir. Verilecek karar bizim hakkımızda değil, ABD, İsrail, Cemaat hakkında verilecektir. Onların aleyhinde olacak veya bundan sonrası için onların Türkiye’deki konumunu belirleyecektir” diye haykırdı...
Serdar Öztürk’ün fedakâr, cefakâr avukatı Demet Reçber “Gerçekler, resim ortada. Buradan aklanarak çıkamayacağımızı 4 yılda gördük ama tarih önünde aklandık” sözleriyle özetledi her şeyi... Mahkeme heyeti ise Öztürk’ün tek tek verdiği ve suç duyurusunda bulunduğu isimlerle ilgili “incelendikten sonra değerlendireceği” kararını verdi. İsimler ortada ama incelenip, suç duyurusunda bulunacağını hiç sanmıyorum. Yine de Allah’tan umut kesilmez. Bekleyip, göreceğiz...