Bu hale böyle geldik
Deneyimli gazeteci Hasan Pulur, Milliyet’teki köşesinde bugün milletin başına musallat olan belanın baş sorumlularını hatırlattı.
1984’te PKK, Eruh baskınını yaptığı zaman Başbakan olan Özal, “Üç beş çapulcu işi” diyordu, Cumhurbaşkanı olduktan sonra, “Türk Kürt federasyonu sakızını çiğnemeye başladı: Ben federasyon demiyorum, federasyon tartışılsın diyorum” diyordu. Sonra sırasıyla herkes sazı eline aldı....
Turgut Özal: “Federasyon tartışılsın diyorum.”
Süleyman Demirel: “Kürt realitesini kabul etmeliyiz.”
Mesut Yılmaz: “AB’nin yolu Diyarbakır’dan geçer.”
Tayyip Erdoğan: “Kürt sorunu benim sorunumdur.”
Hele Tayyip Erdoğan’ın dağdakileri siyaset meydanına davet edişi...
PKK da iki gün sonra, dağdakilerin cevabını verdi: 12 şehit... Başbakan bari oldu olacak, dağdakileri siyasete davet ederken “Ada” dakini ihmal etmeseydi!..
* * *
KİM BİLİR içinizde Barzani ve Talabani’ye ne kadar kızanlar var. Dünün aşiret reisleri, bugün Türkiye Cumhuriyet’ine kafa tutuyorlar, hele o Talabani...
“Bizim Türklere verecek kedimiz bile yok!” diyor.
Çok kızdınız değil mi?
Hiç aldırmayın, ikisini de Çankaya Köşkü’nde kırmızı halı sererek karşılayan, ceplerine Türkiye Cumhuriyeti’nin kırmızı pasaportunu koyan siz değilsiniz ki!
Bu hale durup dururken gelmedik...
*Hasan Pulur / Milliyet
Talabani ile Barzani’nin kronik kaypaklığı
1993 yılında Demirel’in başbakanlığında kurulan DYP-SHP koalisyonunun Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin’di.
Bakanlıktaki odasında kendisiyle bir söyleşi yapıyordum.
Teybi açıp soruları sıralamaya başladım.
Hikmet Çetin sorulara açık ve net yanıtlar veren bir bakandır.
PKK ve Kuzey Irak’ı konuşuyorduk.
O dönemde gerek Talabani, gerekse Barzani Türkiye’nin kulu kölesiydi.
İkisi de Türkiye’nin verdiği kırmızı pasaportlarla dünyayı dolaşıyorlardı.
Türkiye onlara her türlü yardımı yapıyordu.
Çetin’e şu soruyu sordum:
“Sayın Bakan, Talabani ile Barzani’ye güveniyor musunuz?”
Güldü. Sonra da teybi kapamam için eliyle işaret etti.
“Kesinlikle inanmıyorum. Hiçbir sözlerine güvenmiyorum” dedi, sonra da şöyle devam etti:
“Ama onlarla diyaloğu sürdürmem gerekiyor. Çünkü Batılılara karşı onların bizim yanımızda görünmeleri benim işimi kolaylaştırıyor.”
Yıllar Hikmet Çetin’i haklı çıkardı.
Hem Talabani hem Barzani, sırtlarını Amerika’ya dayayınca cibilliyetlerini ortaya koydular.
Şimdi her ikisi de PKK’nın avukatlığını yapıyor.
Katilleri barındırıyorlar, besliyorlar ve Türkiye’ye geçip cinayetler işlemesine göz yumuyorlar.
Yani ikisi de Türkiye’yi arkadan hançerliyor.
Türk halkı affedicidir.
Ama hainleri ve ihanet sahiplerini hiç unutmaz.
Bir gün yine Türkiye’ye muhtaç olurlar. O zaman bu ihanetlerin hesabı sorulur.
Bunu hem Talabani hem de Barzani unutmasın.
*Tufan Türenç / Hürriyet
GÜNÜN ŞÜPHESİ
Göstermelik harekat mı?
BİR ara sınır ötesinde ABD’nin gösterdiği boş bir alanda atış talimleri yapılıp, “Ordumuz sınır ötesi operasyon yaptı” mı denecek acaba? Ankara’nın ABD izni olmadan bir şey yapmamakta kararlı olduğunu bilmeyen kalmadı...
*Melih Aşık / Milliyet
Kedi ve Gaflet...
Cehaletimi bağışlayın, ‘Kürt kedisi’ diye bir deyişi ilk kez duydum; Amerikan işgali altındaki Irak’ın PKK işbirlikçisi Cumhurbaşkanı Talabani demiş ki:
“- PKK elebaşılarının teslim edilmesi gerçekleşmeyecek bir hayal!.. Biz Türkiye’ye bir Kürt kedisini bile vermeyiz...”
Ama, Türkiye Kuzey Irak’a neler de neler veriyor?..
Habur sınır kapısı vızır vızır...
Kuzey Irak’ın solunum borusu Habur...
Bölgeye, halkın yaşayabilmesi için ne gerekliyse Habur’dan giriyor...
Kuzey Irak’ın solunum borusu ve midesi Türkiye’ye bağlı...
Komedya nerede?..
İşte bu Kuzey Irak’a girelim mi, girmeyelim mi diye yüksek düzeyde düşünülüyor... Girsen ne olacak?.. Girmesen ne olacak?.. Yaşatıyorsun ya...
Besliyorsun ya... Türkiye’ye dönük terör üslerinin yuvalandığı ABD işgalindeki Kuzey Irak’a köktenci bir ambargo uygulayamayan AKP iktidarı, Anadolu’da Amerikan taşeronluğu yapıyor... Hem de nice can pahasına...
Kuzey Irak’ı besliyor AKP...
Ama, PKK terörünü besleyen Talabani bizimkilere ne diyor:
“- Sana bir Kürt kedisi bile vermem...”
Vay.. vay.. vay... Biz ona neler veriyoruz.. O bize bir kedi bile vermiyor...
Peki, bu bizim AKP iktidarının hali nedir?..
Yoksa “gaflet, dalalet, hatta ihanet” içindeler mi?..
*İlhan Selçuk / Cumhuriyet
Haydi RTÜK, İngiltere Başbakanı Brown’u engelle!
8 askerimizin PKK’nın elinde olduğunu (resmi olarak) ilk kim söyledi?
Düşünün...
Hükümet mi? Genelkurmay mı?
İki gün önce Savunma Bakanı Vecdi Gönül, PKK’nın “elimizde 8 Türk askeri var” iddiasını soran gazetecilere “bu yalan bir haberdir” yanıtını verdi. Barzani aynı günün akşamı askerlerimizin, sınırlarımız içinde rehin tutulduğunu söyledi. Ardından PKK askerlerin isim listesini yayınladı. Ve nihayetinde TSK “8 askerimizle irtibatımız kesildi” diye kısa bir açıklama yaptı. Resmi söyleme göre askerlerimiz rehin değil, kayıp. Yani onlarla irtibat kuramıyoruz... Dün Başbakan Erdoğan ile İngiltere Başbakanı Gordon Brown’ın basın açıklamasını dinlediniz mi?
Brown, 8 Türk askerinin terörist PKK tarafından esir alınmasını kınayarak söze başladı.
Bir Türk vatandaşı olarak askerlerimizin esir olduğunu bir başka ülkenin başbakanından duyduk. Yanında da bizim başbakan vardı. Belli ki kapalı kapılar arkasında bu durumu anlatmış; Brown da basın toplantısında ağzından kaçırmıştı. Bu arada meğer hükümet, RTÜK’e başvurmuş ve şu istekte bulunmuş: “Hakkari’nin Dağlıca bölgesinde meydana gelen terörist saldırılarla ilgili olarak; kamu düzenini ve halkın moral değerlerini olumsuz etkileyen, güvenlik güçlerine dönük zaaf imajı yayan, toplumsal psikolojiyi olumsuz etkileyen radyo ve televizyon yayınlarının durdurulmasını istiyoruz.”
RTÜK de ilgili kanunun 25’inci maddesinde yazan “kamu düzeninin ciddi şekilde bozulması kuvvetle ihtimal dahilinde ise Başbakan veya görevlendireceği bakan yayını durdurabilir” hükmüne dayanarak hükümetin isteğini yerine getirdi elbette... Bu noktada itiraf etmeliyim ki, moralimi Türk televizyonları değil, İngiltere Başbakanı’nın sözleri bozdu... Kabul edelim. TSK da hükümet de bu olayda iletişim kanallarını kullanma konusunda büyük bir beceriksizlik gösterdi. Askerlerimizin teröristlerce rehin alınmasını gizlemek yerine olayı tüm açıklığıyla kamuoyuyla paylaşmak gerekiyordu. Derhal bir grup gazeteci, o bölgeye götürülmeli, fotoğraf, haber, bilgi akışı sağlanmalıydı. PKK’nın kayıpları gösterilmeliydi. Hiçbirimiz, Türkiye’nin bundan sonra atacağı askeri ve siyasi manevraların neler olacağının açıklanmasını beklemiyoruz. Ama PKK’dan daha hızlı bilgi akışı sağlamak da hükümetin görevi olmalı. Her gün 5 milyona yakın kişi internet kanalıyla haberlere ulaşıyor. Televizyonların yayınlarını yönlendirmek yerine yasak getirenler, bu kadar kişinin girdiği sitelerin denetimi nasıl sağlayacak? İletişim uzmanlarının söylediği gibi, “iletişim kanallarını doğru bilgilerle doldurmazlarsa başkaları kendi bilgileri ile doldurmak yoluna gider.” Bugün olan budur!
*Yavuz Semerci / Akşam