Bu günlükleri unuttunuz mu?

12 Mart muhtırasını öven Çetin Altan demokrasi isteyenlere şöyle sesleniyordu: Olmayan demokrasiyi savunma numaralarına hiç mi hiç yatmamak gerek!


14 Mart 1971/ Ve Şahmerdan güm diye indi sonunda:
Aklıma Demirel’in daha işe başlarken savurduğu, orduya karşı iki yüz bin kişiyi silahlandırma kuru sıkısı geliyor. O zaman tanıdıklara: Sonunda asarlar bu komisyoncuyu, demiştim. Asılmaktan beter şekilde gitti. Bir Başbakan gibi değil, bir Başbakan gölgesi gibi de değil, ayak sesi duymuş bir kalpazan çırağı gibi gitti. (.....) Şimdi ilk uykusuz geçirdikleri gecenin çentiğini çizmektedirler yattıkları odaların duvarlarına.

16 Mart 1971/ Halkın tutsak olduğu demokrasi:
.....Tıpkı 27 Mayıs’tan sonra olduğu gibi bütün soygunlar ve soytarılar takımı devrimci ve zinde güçlere nasıl madik atarız diye kafa kafaya vermiş binbir plan hazırlamaktadırlar. Hele hele olmayan demokrasiyi savunma numaralarına hiç mi hiç yatmamak şarttır. Çünkü tuzağın en püf tarafı orasıdır.

17 Mart 1971/ Niyetler ve metodlar:
[CHP Genel Başkanı] ille de seçimlere gidelim, diyor. Seçim kampanyası adı altında orduya sövdürecek, ortalığı büsbütün karıştırıp kendisine karşı çıkılmasının intikamını alacak. (...) Ordu temsilcileri herhalde bütün bu oyunların hesabını yapmakta ve politikacıların kendilerine hazırladıkları tuzakları görmektedirler. (.....) Parlamentonun kendi kendisini feshetmesi şarttır.

18 Mart 1971/ Yüz surat Hacı Murat:
Ordu, iktidar kadar parlamentoyu da suçluyor. Kalk da bana akıl öğret demiyor onlara. ‘Sen Anayasanın öngördüğü reformları tahakkuk ettiremedin, Türkiye Cumhuriyetinin geleceğini ağır bir tehlike içine düşürdün’ diyor. Politikacılara vız geliyor bu suçlama... Onlar da kendi buldukları yuvarlak klişe deyimle ‘Aşırı akımları’ suçluyor ve aynı zamanda demokrasinin devamını istiyorlar. Her işine gelmeyen şeyi ‘Aşırı akım’ diye suçlayıp sonra da demokrasi aşığı görünme. Bu da Türkiye’de rastlanabilecek türden bir gariplik rekoru. (.....)
Şimdi akılları fikirleri orduyu bölüp birbirine düşürmek, zaman kazanmak ve onu bunu suçlaya suçlaya eski oyuna yine devam etmek...

19 Mart 1971 /Fasulya gazı reformu:
...Asıl amaç, içinde ne de olsa devrimci atılımlar bulunan CHP örgütünü bir kez daha iğdiş ettikten sonra, orduyu da büsbütün prestijsiz duruma düşürmektir. Bazı önemli kişiler yıllardan beri bunun için görevlendirilmişlerdir. Ve bu görevlerini başarıyla yürütmektedirler.

20 Mart 1971/ Nihat Erim:
Geniş dünya görüşü, temel sorunların bilinci içinde olması ve sağlam bir hukuk kültüründen gelmesi, biz radikal dönüşümlere inanmış devrimcileri, herhalde ciğerimize oturacak acı hayal kırıklıklarına uğratmayacaktır.

24 Mart 1971/ Devrimci program uygulama gücü kimdedir?
Bir de bakıyoruz ki bizim inandığımız programı ordu temsilcileri Orgeneral Batur’un imzasıyla bir muhtıra halinde Cumhurbaşkanı’na vermişler. Demek ki aynı programda birleştiklerine göre ordu da devrimcilerin müttefiki... Bu güçlü müttefike sırt çevirerek bizim programı hiçbir zaman uygulamasına imkan bulunmıyan tutucu parlamentodan yana artık hiç olamam. (.....) Gayet açık söylüyoruz, biz bizim inandığımız programın daha ilk harfini görünce delilik krizleri geçiren feodal gölgeli parlamentoyu değil, Orgeneral Batur’un imzasını taşıyan muhtırayı ve onu destekleyip benimseyen güçleri tutuyoruz.
*Oray Eğin / Akşam

“Biz, bizim inandığımız programın daha ilk harfini görünce delilik krizleri geçiren feodal gölgeli parlamentoyu değil, muhtırayı ve onu destekleyip benimseyen güçleri tutuyoruz.”

O çocukların babası
Hasan Cemal ve eski solcu yeni liboş arkadaşlarının tahrik ettiği ortamda yapılmış 12 Mart askeri darbesine övgüler düzerek demokrasiyi tanımadığını ilan eden Çetin Altan ile “dış irade”nin sivil darbenin işbirlikçiliğini teklif ettiği oğulları arasında fark var mı?

++++++

Paşam sen ne efsunkâr imişsin...
Genelkurmay eski başkanı Özkök’ün ifadesinin alınışı sırasında ve sonrasında ’yaşanmayanlar’, soruşturmanın artık gelenekselleşen ’usul’ düzenini alt üst etti

Genelkurmay eski başkanı emekli Orgeneral Hilmi Özkök’ün ifadesine başvurulması olayı bir çok ‘ilk’i yaşamamıza vesile oldu.
İlk defa bir gelişmeyi ‘yandaş medyanın müneccimleri’nden değil de, ‘merkez medya’nın haberinden öğrendik.
Milliyet’ten Tolga Şardan ‘muhabirlik’ yapmasaydı, belki de Özkök bir nevi ‘gizli tanık’ olacaktı. En azından ifadesine başvurulduğu ilan edilmyecek, gizlenecekti.
Ertuğrul Özkök, Fikret Bila, Murat Yetkin, Güngör Mengi... Dün birçok köşe sahibi Özkök’ün ifadesini yazdı.
Sütun sütun akan o yazılarda ‘mıştır.., muştur...’lar dışında hiçbirşey yazmıyordu. “Acaba ne anlattı” merakı dışında birşey sezmek mümkün değildi. Oysa, ‘normalleşme hareketleri kapsamında’ daha zanlılar adliyeden çıkmadan ifadelerinin canlı yayında tartışılabilmesine, tutuklama veya salıverilme kararlarını mahkeme kapısında bekleyen zanlı yakınlarından önce, hasbel kader televizyonun açık olduğu bir ortamda bulunan Ayşe teyze, Hüsmen dayı, Mehmet emminin filan öğrenmesine alışmamız bekleniyordu.
Ümraniye soruşturmasında ilk defa, üzerinden neredeyse 72 saat geçmesine rağmen, bir ifade basına sızmadı.
Gizli tanıklara bile ulaşanlar, ‘kendi modalarına uygun’ kaş tasarımı yapayım derken göz çıkarıp bu kişileri deşifre edenler, ilk defa bir ifadeyi manşete taşıyıp, onun üzerinden ‘sonraki hedefi’ işaret etmedi.
İlk defa bir ifade için, bırakın bir sabah ansızın,q derdest edilip ‘götürülmeyi’, kokarcalaştırmayı, yalıtılmayı, mum gibi eritilmeyi... Savcılar bilgi edinmek üzere, Ertuğrul Özkök’ün ifadesiyle “özel ihtimam göstererek” tanıklarının ayağına kadar gitti. Yemekli iş toplantısı misali, köfte ekmek eşliğinde sorgu yaptı...
İlk defa “sanığın olmaz ama tanığın saygını olur” tezinin benimsendiği açık verildi...
Kimilerinin en başından beri iddia ettiği gibi, galiba “işin sırrı Özkök’te”ymiş...
İfadesi ile “geleneksel Ümraniye operasyon / sorgu teknikleri” düzenini değiştiren Özkök’ün yaşattığı bunca ilkten sonra söyleyecek söz bulamıyor insan, dili tutuluyor, büyüleniyor...
Paşam meğer sen ne efsunkar imişsin....
Bakalım sihirli güçlerin meselenin dava boyutunda da olmazları da olduracak mı?

++++++

Döllenme evresi
Eğer Amerika’ya giden danışmanınız:
- Bu adamı deliğe süpürmeyin, kullanın, demişse...
Siz bu danışmanı anında işten atmamış, o sözleri yalanlamamışsanız... İktidarda kalmak için dış güçlere hayati derecede bağlıysanız... Barack Obama’nın sizinle oynamasına şaşırmayacaksınız...
* Melih Aşık / Milliyet

++++++

Bizim piyon, vezirliğe terfi edebildi mi ki?
Washington Büyükelçisi’ni çeksenize

Diplomaside büyükelçi geri çağırmak protesto biçimlerinden biri. Etkili de olabilir. Ancak, benzer durumlarda benzer tavrı göstermek koşuluyla. Obama, 24 Nisan’da Türkiye’de iktidarıyla muhalefetiyle herkesi ayağa kaldıran söz söylüyor. “Soykırım” demeden “soykırım” diyor. Haydi kolaysa çeksenize Washington Büyükelçisini de geri. Kanada tepkisi o zaman anlam kazanır. Amerika’ya kabadayılık mı, çaktırmadan koltuk elden gider de, kimse ne olduğunu anlamaz.
* Yalçın Doğan / Hürriyet


++++++

‘Önce kendi içimizde normalleşelim’
Temel, Ali Rıza’ya borç verir. Ali Rıza borç aldığı parayı afiyetle yer; sonra da Temel’e boş verir. Temel de Ali Rıza’yı mahkemeye verir. Yargıç, Ali Rıza’ya sorar: Bu adamı tanıyor musun?
Anasının gözü Ali Rıza: Hayır, ben bu adamı tanımıyorum...
Temel’in tepesi atar, güzelim şivesiyle yanıtlar: Ulan, ben de seni hiç tanımayrum...
Ermenistan, Türkiye sınırını tanımıyor... Türk topraklarında iddiası, talebi, gözü var demek... Cümle âlem Erivan’ın Ağrı Dağı’na dek tırmanan niyetlerini biliyor... Ermenistan, bir de, Azerbaycan topraklarını işgal etmedi mi...
Obama bizimkilere diyor ki: Ermenistan’la ilişkilerinizi normalleştirin... Bizimkiler Amerika ne derse kendilerini yapmaya mecbur sayarlar... Sanki Amerikan mandasıyız... Ortaya çıkan sorun düpedüz mantığa da aykırı. Ermenistan Türkiye sınırını tanımıyor. Biz komşumuzun tanımadığı sınırı açacağız. Tanınmamış sınırı açmak, sınırın tanınmamışlığını sineye çekmek değil mi? Tanınmamış sınırı, sınırı tanımayana tanıtmak yerine açmak, normalleşmek mi? Yoksa anormalleşmek mi?.. Bilmiyorum devletler arasında şimdiye dek, böyle bir işlemin bir eşi daha var mı?.. Türkiye son yıllarda öylesine anormalleşti ki Ermenistan’la ilişkilerimizi normalleştirmek olanaksız... Önce biz kendi içimizde normalleşelim...
* İlhan Selçuk / Cumhuriyet

++++++

Yargının önünde ayrıcalıklı olmak
İlginç olan savcıların Özkök’ün ifadesini “gizlice” almaları. Sadece gizlilik de değil, savcılar, yargının önünde dağdaki çobanla eşit olan emekli Genelkurmay Başkanı’na ayrıcalık tanıyarak İstanbul’a kadar zahmet etmesine bile izin vermeyip kendileri İzmir’e gitmişler. Savcıların demokratlığına leke sürdürmeyen ve “Kimseye ayrıcalık tanınamaz” diyen sözde liberallerin ne diyeceklerini merak ediyorum.
Bir gerçeği daha öğrenmiş olduk. Demek ki ifade almalar, kişilerin onurlarına saygı duyularak yapılabiliyor. Ergenekon savcıları isteseler Özkök’ü sabahın köründe evinden alıp, uçağa “mevcutlu” bindirip İstanbul’a da getirebilirdi.
Emekli paşa “Bildiklerimi anlattım” demiş. Dün belirttiğim gibi eğer “Evet, bir darbe hazırlamışlardı, ama ben engelledim” dediyse bile görevi ihmal suçu işlemiş olacak.
Yok “Böyle bir şey kesinlikle yok, zaten ben de bu yüzden kendilerine birer şeref madalyası taktım” dediyse, bu kez de iddianame çok zayıflayacak.
Sanıyorum sırada Özden Örnek’in olması gerek. O günlükler doğru mu değil mi, kurmaca mı bunları henüz tam anlamış değiliz.
* Can Ataklı / Vatan


++++++

MİNİ YORUM
Haymatlos sistemi

Neoliberalizm hocası, ‘21. yüzyılın milliyetçilik yüzyılı olmayacağını’ ileri sürerek “Milliyetçi eğitimin belirlediği bir zihniyetin sürdürülebilir büyümeye, zenginlik ve özgürlüğe çağımızda katkısı olamayacağı açık. Bu tür bir eğitim zihniyeti ön plana çıkacak ise bu eğitimden hiç alınmaması daha hayırlı olabilir, bunu çok net söylüyorum” diye yazdı. Bunca zemin çalışması yaptığına göre Eser Karakaş’ın “milli eğitim”e alternatif “haymatloslaştırıcı” bir sistemi vardır herhalde...

Yazarın Diğer Yazıları