“Bu faşist cesareti karşısında” 'Pamuk eller cebe' dediler
Hakan, don ve atletle denize girenleri eleştiren Kırıkkanat’ın kişilik haklarına saldırdığı gerekçesiyle tazminata mahkum oldu
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, Mine Kırıkkanat için “faşist” sözünü kullanan Ahmet Hakan’ın yazdığı yazıda davacının kişilik haklarına saldırıda bulunduğuna karar verdi. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin verdiği kararı bozan Hukuk Genel Kurulu, Beyoğlu 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin verdiği kararın onanmasına hükmeti.
Kırıkkanat yazısında “Don paça soyunmuş adamlar geviş getirerek yatarken, siyah çarşaflı ve türbanlı kadınlar mangal yellemekte, çay demlemekte ve ayaklarında bebe sallamaktadır. Her on metrekarede, bu manzara tekrarlanmaktadır...” demişti.
Hakan da yazıyı eleştirerek şunları yazmıştı: “Bugüne kadar gelmiş geçmiş en kaba halk düşmanları bile, kinlerini ve nefretlerini bu denli üslupsuz dile getirmemişlerdi. Gelmiş geçmiş en baba ’faşistler’ bile, ırkçılıklarını en fazla ’kafatası ölçümü’ne kadar götürebildiler.”
Kırıkkanat’ın, kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu iddiasıyla Beyoğlu 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne açtığı dava sonucunda “Faşist cesaretli başlıklı yazı incelendiğinde, davacının daha önce yazmış olduğu yazılar nedeniyle küçük düşürücü ve incitici şekilde eleştirdildiği, bir takım ithamlarda bulunulduğu ve bu şekilde eleştiri sınırlarının aşıldığı, kişilik haklarına, onur ve saygınlığına tecavüzde bulunulduğu kanaatine varılmıştır. Davanın kısmen kabulüne, 5 bin YTL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmiştir” dendi.
* Anka
++++++
Yeni Ümraniye savcısı
Başbakan’ın kendini ‘Ergenekon savcısı’ tayin etmesinden sonra, yandaş köşekadıları hukuk alemine sızmak için bunu ‘emsal karar’ saydı. Hanidir iddianame hazırlayan, hüküm veren, temyiz yolu bırakmadan cezayı infaz eden ‘post-modern gazeteci tipi’nin farkındaydık. Ümidimiz, mahkemeyle ‘gerçekler’in medyada otokontrolü sağlayabileceği yönündeydi. Nasılsa, iddialar ispatlandıkça veya çürütüldükçe gazeteciye düşen karşısındaki somut vakı’anın fotoğrafını çekmek olacaktı. Ne oldu dersiniz?
Mahkeme başlayıp, söz savunmaya verilince, öncekinden de gözü dönmüş bir karartma uygulanmaya başlandı. Daha ilk savunmalar veriliyordu. Ama yargının işlevini uhdesine alan sözde meslektaşlar, yazdıkları iddianamedeki bütün suçların sabit olduğu hükmünü verdi. İnfazın bir an evvel yapılması için baskıya başladı. Özetle mahkemeyi yok saydı. Bunun asrın davasının heyecanı ve karanlıkları aydınlatma hevesiyle yapıldığına kim inanır?
Bülent Korucu’nun önceki gün Zaman’da yayımlanan yazısı gazetecinin mahkemenin görev ve yetkilerine el koymaya kalkışımasına örnek sayılamaz mı? Şöyle diyor: “Mahkeme heyetinin savunma hürriyetini koruması güzel, ama savcılara yönelik tavrın asıl muhatabının halk olduğu gerçeğini göz ardı etmemek gerekiyor. Eskilerin ‘mahkemenin mehabeti’ dedikleri şeyi arıyoruz. Savcılar kadar gizli ve açık tanıklar da sistemli psikolojik yıpratmaya maruz bırakılıyor. Gizli tanıkların isimlerini açıklamak, tehdit olarak algılanabilecek sözler sarf etmek mahkemenin rutini haline geldi.” Korucu ‘mahkemenin esareti’ni arıyor olmasın? Bu yazı “Mahkeme heyeti savunmayı konuşturmasın” anlamına gelmiyor mu? Öyle görünüyor ki, dava bir savcı daha kazandı. Ve bu savcının, bağımsız yargıya tahammülsüzlüğü, her an Mahkeme Heyetini de “Ergenekoncu” olarak ek iddianameye dahil edebilir!
++++++
Kimin fendi Babahan’ı yendi?
Sabah Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ergun Babahan görevinden istifa etti. İdaresindeki gazeteden ‘yazar olarak bile çalışamayacak’ kadar soğumasına yol açan neydi dersiniz? Babahan’ın son yazısı, uzun süredir aralarında anlaşmazlık olduğu söylenen, “Majestelerinin karikatüristi”ne dostane atıflarla bezeliydi. Demek ki yetmedi! Gül dostu Memecanlar’ın mı, yoksa damat kontenjanının fendi mi Babahan’ı yendi bugün yarın anlarız... O zaman, ‘Miniyorum’a devamla, bir geçmiş olsun Sabah’a, e bir tane de Babahan’a...
++++++
Kimler yeni yıla, yeni ünvanla giriyor?
Şehitlerimiz, gazilerimiz: Yılın acısı.
İstiklal Savaşı gazisi, son çılgın Türk Mustafa Şekip Birgöl: Yılın kayıbı.
Taraflı TRT: Yılın kanalı.
Deniz Feneri: Yılın talanı.
Kanal 7’nin patronu Zekeriya Karaman: Yılın kasası...
Tuncay Güney: Yılın maşası.
Vakit yazarı Hüseyin Üzmez: Yılın azgın tekesi.
Melih Gökçek: Yılın batışı.
YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan: Yılın memuru.
RTÜK Başkanı Zahid Akman: Yılın mamuru.
İddianame bekleyen Ergenekon tutukluları: Yılın mağduru
Allah ile Aldatmak: Yılın kitabı.
Bir apartmanda 300 seçmen: Yılın rekoru.
Devlet Bahçeli: Yılın (muhalefet) dekoru.
Yüksek yargının malum başı: Yılın gugukçusu.
Kemal Kılıçdaroğlu: Yılın adamı.
Eşkıya... Bu yıl da... : Yılın özü.
* Melih Aşık / Milliyet
++++++
SİZDEN GELENLER
Batının kanlı tarihi
Sakson, Viking, Romalı olup şeklini bilmedikleri dünyayı kasıp kavurdular... İnsanları deli diye yaktılar...Dünya dönüyor diyenleri yargıladılar... Mahsenlerde işkence sesleri yankılandı... Kadınları cadı diye yaktılar... Özel işkence koltukları yaptılar, aletler icat ettiler.. Gemiler yaptılar.. İnsanların hala mutlu yaşadıkları yerleri buldular.. Köleler yaptılar gemilerinde bindirip boyunlarına tasma taktılar...
Bir araya gelip yeni devletler kuracaklardı... Ama vahşet, katliam ve hırs her zaman ve her yerde aynı kalacaktı...
Yeni sömürgeler kuracaklar, misyonerler göndereceklerdi.. Ellerine İncil verecek, ancak tüm varlıklarını ellerinden alacaklardı... Ve her geçen gün açlıktan ölen çocuklar olacaktı asırlarca sömürdükleri topraklarda geride kalan... Bazen de yavrusunu kendi eliyle gömecek babalar..
ÇANAKKALE’DE..ERZURUM’DA... VİETNAM’DA... KAMBOÇYA’DA... AZERBAYCAN, DOĞU TÜRKİSTAN, BOSNA HERSEK, KARABAĞ, SOMALİ, KIBRIS, BULGARİSTAN, AFGANİSTAN, IRAK’TA....
Çekildikleri yerlerde kendi ağızlarından konuşacak Frenkeştayn’lar bırakacaklardı... Bize insan haklarını, demokrasiyi, azınlık(!) haklarını öğreteceklerdi.. Çünkü onların engin tecrübeleri vardı dünya tarihi boyunca kazanılmış... Ve biz hala size katılmak istiyoruz, size benzemek istiyoruz diyecektik..
* İbrahim Solak
******
Kendinizle yüzleşin
Demokrasiyi, Ermeni ve Rum tezlerinin kabulüne bağlayan batı dünyasının emperyal isteklerini uygarlığın gereği olarak gören bir anlayış, bir kısım aydının içine yuvarlandıkları düşünce sefaletinin ülkesine ve ulusuna ihanet çizgisine geldiğinin trajik bir göstergesidir.
Yaşanan olaylar Türk aydınının artık kendisi ile yüzleşmesinin zamanı geldiğini göstermektedir. Aydınların konumlarını her yönü ile sorgulaması, bilime ve topluma yaptıkları katkıları gözden geçirmesi gerekmektedir. Aydın olmanın sorumluluğu böyle bir eleştiriyi gerekli kılar.
* Recai Fidan
******
Karanlık insanlar
Kendisine ’Aydın’ sıfatı verilmiş bir grup ’Karanlık’ insan topluluğu “Özür Diliyoruz” kampanyası altında günlerdir gündemi meşgul ediyor. Gelin günümüzde yaşanan insanlık dışı suçlara bakalım. Irak’ta,Afganistan’da ya da Filistin’de olanları konuşalım... Irak’ta vahşice katledilen 1milyon insanı, evsiz-eşsiz kalan 2 milyon insanı konuşalım...Filistin ve Afganistan’da lanet siyonist felsefe uğruna hunharca katledilen masum insanları konuşalım....Eline oyuncak bebeği alamadan mezara giren masum yavrularımızı konuşalım...Acaba bu ’Aydın’lık insanlar bu masumlardan da özürlerini dilerler mi...
* Samet Gençer / Öğrenci
******
Üç dilde ‘Büyük Felaket’
Bizim aydınların yazdıkları metinde büyük harflerle; ’Büyük Felaket’, ’Great Catastrophe’, ’la Grande Catastrophe’ diye ’Ermeni Soykırımı’ geçiyor. Akıllı geçinen aydınlar gerçeği gizliyorlar. Ad degistirme sahteciligindeler. Ama büyük harflerle yazilan büyük felaket ’özel isim’ haline getirilmistir. O metinde gerçek anlam sudur; ’Osmanlı Ermenileri’nin maruz kaldığı SOYKIRIMA duyarsız kalınmasını, inkâr edilmesini vicdanim kabul etmiyor...’
İşte bizim düzenbaz ve de savunduklarını bile çarpıtan ve yalan söyleyen sözde aydınlarımız...
* Bilge Kacar
******
Hakkıdır milletimin istiklal!...
Milli şairimiz istiklal marşımıza “Korkma” diye başlamıştır... Çünkü o biliyordu ki, Türk’ün “iman dolu göğsü” Garb’ın ve bütün işgalcilerin, uçaklı, zırhlı, ezici silahlarından daha kuvvetlidir...
Atatürk’e kulak verelim: “Bu marş, bizim inkılâbımızı anlatır, inkılâbımızın ruhunu anlatır. Bunu, ne unutmak ne de unutturmak lazımdır. . İstiklal Marşı’nda, istiklal davamızı anlatması bakımından büyük bir manası olan mısralar vardır. Benim en beğendiğim yeri de burasıdır: ’Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet; Hakkıdır, hakka tapan milletimin istiklal.’ Benim, bu milletten asla unutmamasını istediğim mısralar, işte bunlardır. Tarihe bakın, bütün milletlerin bir esaret ve hürriyetsizlik devri geçirdikleri bir hakikattir. Dünya tarihinde, fasılasız, hürriyet ve istiklalini muhafaza ve müdafaa etmiş bir millet vardır; Türkler... Bu pasajı her vakit tekrar ettirmek, bunun için lâzımdır. Bu demektir ki efendiler, Türkün hürriyetine dokunulamaz.”
Milli Şairimiz M. Akif’in sözleriyle son vermek istiyorum; “Allah bir daha bu millete İstiklal Marşı yazdırmasın”
* Zülküf Sarıtepe
******
Birinci ağızdan Bush ve Cheney
Savaş: Bush, 1 Aralık’ta ABC TV’sinde konuşurken, “Savaşa hazır değildim galiba... ‘Bana oy verin, saldırıya göğüs gereyim’ falan demedim. Ben savaş falan öngörmedim...” dedi.
Irak: Bush, aynı programda, “Irak’taki istihbarat zafiyeti içimde ukde olarak kalmıştır...”
Terörle mücadele: Cheney, ABC News’de Halit Şeyh Muhammed’e işkence yapılmasını doğru bulup bulmadığı sorusuna “Evet, doğru...” diye cevap verdi.
Guantanamo: Cheney, ABC News’deki demecinde, Guantanamo üssünün ne zaman kapatılacağı sorusuna, “Orasını Allah bilir...”
Görüntüsü: Bush,”Nasıl bir başkan olarak hatırlanmak ister?” sorusuna, “50 milyon kişiyi kurtarmış, barışa katkıda bulunmuş,(...) başkan olarak. Beni, siyaset uğruna ruhunu satmayan biri olarak hatırlasınlar. Washington’a kendi değerlerimle geldim, aynı değerlerle gidiyorum...” şeklinde cevap verdi.
* Ali Ersoy
******
Atatürk’ün Ankara’sı
Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışıyla başlayan Ulusal Direniş Hareketi, Amasya Tamimi’nin ardından Erzurum ve Sivas Kongreleri’yle şekillendirilmiştir. Kongre’nin ardından, Heyet-i Temsiliye Reisi Mustafa Kemal, Ankara’ya gidilecek olmasıyla ilgili olarak; ‘Asıl tehlike, batıda, arkasında emperyalist güçler bulunan Yunan Ordusu’dur. Bu bakımdan uygulanacak yol ve yöntem şudur ki; genel durumu yönetip, yürütme sorumluluğunu üzerine alanlar, en önemli hedefe ve en yakın tehlikeye, elden geldiği kadar yakın yerde bulunmalıdırlar. Yeter ki, bu yakınlık genel durumu gözden kaybettirecek derecede olmasın! Ankara bu şartları kendisinde toplayan bir noktada bulunmaktadır. O halde; cephelere ve İstanbul’a demiryolu ile bağlı olan ve genel durumu yönetme bakımından Sivas’tan hiç bir farkı olmayan Ankara’ya gelinecektir’ şeklinde düşüncesini açıklamıştır.
O günkü şartlarda Ankara, Anadolu’nun ortasında ve küçük bir kasaba görünümündedir. Ulusal Kurtuluş Savaşı buradan sevk ve idare edilmiştir. Ankara’da, sırasıyla, önce Meclis açılmış, 13 Ekim 1923 tarihinde Ankara’nın Başkent olması kabul edilmiş ve ardından da Cumhuriyet’in ilanıyla, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu bütün dünyaya resmen duyurulmuştur. Onun için, Ankara’nın, Cumhuriyet Tarihimizde önemi büyüktür.
* * *
Bugünkü Ankara’ya baktığımızda ise; durum içler acısıdır. Modern görünümlerin yanı sıra, şehir merkezinin birazcık dışına çıktığınızda; gecekondularla yüzyüze gelirsiniz. Şehrin merkezinde ise; Atatürk’e ait değerlerin hızla yok edilmek istenmesinin izleri açıkça görülebilmektedir.
Dünyada eşi benzeri olmayan bir Cumhuriyet’e başkentlik eden Ankara bunlara layık değildir.
* Cengiz Ünal
******
İç boğuşma
Yüzbaşı Selahattin, anılarında Kurtuluş Savaşı dönemini anlatırken işbirlikçilerden ve onlarla yapılan zorlu mücadelelerden bahsederek: ’İç boğuşma, dış boğuşmadan daha ağırdı’ diyor. İşgal döneminde işbirlikçilerin hakkından gelmesini bilen bu millet, günümüzdeki işbirlikçilere gereken cevabı vermek zorundadır. Aksi taktirde ataları bu milleti affetmeyecektir.
* Ali Çetin
******
Laf salatası
Sanayi Bakanı bir TV kanalında meşhur CANSUYU kredisine müracaatın 20.412 olduğunu açıkladı. Bu rakam TOBB’nin üye sayısının % 0157 sidir.
Kredi almayı bırakın bir kenara, müracaat şartları bile ağırdı. Kim almak istemezdi faizsiz krediyi. Ama çoğu müracaat bile edemedi. Çünkü hükümet laf salatasından başka bir şey üretemedi.
* Adil Sağol
******
GÜNÜN SÖZÜ
İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’ne Başbakan’ın doktoru getirilmiş. Başbakan’ın yeğeni, Başbakan’ın asker arkadaşı, Başbakan’ın damadı, Başbakan’ın iş ortağı, Başbakan’ınhocası, Başbakan’ın müdürü, Başbakan’ın takım arkadaşı, Başbakan’ın dünürü...
* Gülhan Elmas
******
MİNİ YORUM
Geçmiş olsun...
Adet olduğu üzere çoğu kişinin yeni yıla yeni umutlar, yenilenmiş benlikler, beklentiler, programlar atfettiğine dayanarak, bu kez başaracaklarına inanarak, yolsuzluk, talan, terör, kriz, katliam, işgal... ne varsa 2008 ile geçmiş olsun diyecektim. Yasemin Çongar’ın dönüş yazısını okudum. Satır aralarında verdiği mesajlar mesela ölümün “Latince bir teşhisin kisvesinde hayatına girdiği” sadece içli metnin tamlayanı değil de bir gerçeklik ise, ona da geçmiş olsun... Hayatın anlamını sorgularken yolunun vicdana, maneviyata, değerlere çıkması ümidiyle...