Bu da lobinin töresi
Ortadoğu’daki çatışmaları seven emperyalizm, Ermeni diyasporasını kan davası gütmeye körüklüyor
Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetin dünyaya bakışı ve temel felsefesi Gazi’nin deyişiyle şöyle vurgulanıyor:
“Yurtta sulh..
Cihanda sulh..”
Peki, bu büyük insan neden böyle bir ilkeyi ve kuralı öngörmüş?..
*
Türkiye Cumhuriyeti 1914-1922 arasında yaşanan sürekli dış ve iç savaşlar sonucunda kuruldu...
Sekiz yıl süren zaman diliminde İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar, Ermeniler, Ruslar, Yunanlılar (Rumlar) vb. çarpışıldı...
Eğer Türkler yenilgiye uğrasalardı bugün Anadolu’nun haritası bambaşka olacaktı...
İngilizler 16 Mart 1920 günü İstanbul’u işgal ederken kimler sokaklarda düğün bayram ederek yabancı komutanları alkışlıyordu?..
Ne talihsizliktir ki Anadolu’da yaşayan Rumlar, Ermeniler, Türkler ülkeyi paylaşmak yolunda birbirlerine düşmüş, çatışmış, savaşmış, düşmanlaşmışlardır...
Atatürk işte bu dönemin kapandığını vurguluyordu:
İçte barış..
Dışta barış..
*
1915’te Türkler ölüm-kalım savaşı veriyorlardı; Çanakkale’de İngilizler, Kafkasya’da Ruslar karışımızda idiler...
Her ikisinin de içerdeki müttefikleri Ermeniler ve Rumlardı...
Osmanlı’yı Osmanlı yapan felsefe ve düzen çoktan yıkılmış, tarihe karışmıştı...
Babıâli ’tebaayı sadıka’ya ilişkin ’tehcir’kararını bu yıkılış sürecinde aldı; ama, Anadolu’nun batısındaki Ermenilere dokunmadı...
Bu karar elbette ’soykırım’ anlamını taşımıyor...
*
Ne var ki 21’inci yüzyıla giren Türkiye Cumhuriyeti’nin başına soykırım iddiasını saranlar, içerde ve dışarda gün geçtikçe seslerini daha çok yükseltiyorlar...
Olay 1915’te..
Yaklaşık 100 yıl önce..
*
Kan davası ancak ilkel toplumlarda, iptidai ailelerde, çağdaş düşüncenin dışında yaşayan güdümlü ve küt kafalarda boy atabilen çağdışı bir mirastır...
Bu kan davası sürdürüldükçe Türklerle Ermeniler arasında insancıl, barışçı, kardeşçe dostluk ilişkilerinin kurulmasına olanak kalmayacaktır...
*
Yukarda vurguladığımız gibi çağdaş toplumlarda kan davasının süregelmesi olanaksız...
Peki, dünyanın en çağdaş sayılan coğrafyasında yaşayan Ermeni diyasporasında kan davası nasıl ve niçin körükleniyor?..
Yoksa bu tezgâh Ortadoğu’da çatışmaları pek seven emperyalizmin bir oyunu mu?..
* İlhan Selçuk / Cumhuriyet
+++++++
Şefin mönüsü
Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, hukukçu değildir. Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi mezunudur.
Ama bunu Anayasa Mahkemesi Başkanı yapmışlar...
Peşinden ’Hukuku bilmiyor’diyorlar.
(...........)
Hani işletmeci olabilir...
Turistik tesis olsun, müteahhitlik hizmetleri olsun, muhasebe defteri tutmak olsun...
Misal; lokanta işletmeciliği:
Bu durumda onun açısından Anayasa; mönüye tekabül ediyor...
Bu kararlar da diyelim ki; kebap...
Ki Haşim Kılıç’In Anayasa Mahkemesi’nin bir kararını yeniden ısıtıp AKP’nin işine gelecek biçimde yeniden servis yapmasının... Anayasa Mahkemesi’nin mutfağındaki sekiz üyenin, “Bizim böyle bir sıcak servisten haberimiz yok” diyerek ayağa kalkmasının sebebi bu...
Oysa işletmecilikte bu olur...
Hani “şefin mönüsü” derler...
* * *
Anayasa Mahkemesi gibi en üst yargı organının başına bir iktisatçıyı getirip, sonra da hukuku bilmiyor demek...
Daha da beteri:
O da kendini hukukçu sandığı için, sen kalk hukukçu üyelerin kararını “yani dediler ki” diye yeniden yorumla...
Ve ortalığı karıştır...
Normal bir ülkede olsa; herkes ayağa kalkar, barolar yollara dökülür, yargıçlar, savcılar direnir, toplum sesini yükseltir...
Ve hukukçu olmayan birisi, koca Anayasa Mahkemesi’nin başında bir gün duramaz...
Hele hele kendi mahkemesinin aldığı bir kararı, Başbakan o karara kızdığı gün, kendi başına değiştiren birisi...
* * *
Haşim Kılıç, AKP’nin istediği tüm kararlarda onayı olan, ama Tayyip Erdoğan’ın istemediği herşeye karşı çıkan, en yüce yargı Anayasa Mahkemesi’nin “iktisatçı” başkanıdır.
Hukukçu değildir.
Hani ticaret, marketing, al-ver, defter mefter tutma, turistik işletme olsa olur...
Ama onu Anayasa Mahkemesi’Nin başına getirirseniz ve ondan Anayasa Hukuku beklerseniz...
Böyle olur; şefin mönüsü...
* Bekir Coşkun / Hürriyet
+++++++
Özal’ın açtığı ‘Kılıç’ yarası
Bir tek atamanın ne kadar önemli olduğunu şu anda milletçe yaşıyoruz... Tonton Özal’ın yaptığı bu atama ilk günden beri tartışılır. Şu anda Anayasa Mahkemesi Başkanı olan Haşim Kılıç hukuk bilmediği gibi başta laiklik olmak üzere cumhuriyet ilkelerine de sadık izlenimi vermez. Sağ siyaset yapar. Nitekim bu defa da Başbakan Erdoğan’a destek amacıyla ortaya atılıp Danıştay kararını eleştirdi. Üstelik tek başına ve kimsenin haberi olmadan. Danıştay ile Anayasa Mahkemesi birbirine girdi. Bir yanlış atama yıllar sonra nelere mal oluyor. Tabii bu zatı başkanlığa seçenleri de tarih unutmayacak.
* Melih Aşık / Milliyet
+++++++
GÜNÜN SORUSU
İsrail dün sabah Gazze’ye 30 füze fırlattı ve ilk belirlemelere göre en az 155 Filistinli’yi öldürdü...
Acaba; bir asır önceki gerçekleri saptırıp Ermeniler’den özür dileyen bizim özürcüler, ’Sizi yalnız bıraktık’diyerek, Filistin halkından özür dilemeyi de düşünür mü?
* Mustafa Mutlu
+++++++
Anayasa Mahkemesi
Fethi vacip yeni kale
Kapatma Davası’nın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün tarifiyle yarattığı psikolojik zorluk hazırlıksız yakalanmanın eseriydi. Ve AKP tarafından yargı darbesi olarak nitelendirildi. Daha açıkçası, Anayasa Mahkemesi’nde görülen dava, 27 Nisan ve ülkeyi seçime götüren 367 kararının devamı
sayıldı.
Kapatma Davasında şansı yaver giden AKP, “Tam asker ve yüksek yargı engelini aştık” diye düşünürken, Danıştay’ın ve yüksek yargının belde belediyelerle ilgili sürprüz kararı gündeme bomba gibi düştü. “Başbakan’ın ilk tepkisi ikinci Anayasa Mahkemesi mi çıktı?” olunca... Acaba şu akıl yürütmeyi mi kastediyor diye düşündüm: E-Muhtıra, 367 kararı, Kapatma Davası yetmeyince Danıştay kararı...
Eğer öyleyse Danıştay AKP saflarında, katli pardon fethi vacip yeni kale gibi görülüyordur.
* Enis Berberoğlu Hürriyet
+++++++
Ölçüyü kaçırdı
Hukuk devletinin siyasi hesaplarla katledilmesine tanık olduk.
Mahkemenin 8 üyesi açıklamanın Anayasa Mahkemesi’nin görüşünü yansıtmadığını ilân ederken Danıştay Başkanlar Kurulu Haşim Kılıç ile safında hareket edenler için “hem kendilerinin hem yargının saygınlığını zedeliyorlar” değerlendirmesi yaptı.
Yüksek Seçim Kurulu’na gelince... Oradan da “cevap vermeye değmez” değerlendirmesi çıktı.
Haşim Kılıç hâlâ yerinde oturuyor. Oysa Anayasa Mahkemesi Başkanlığı unvanını hak etmiyor artık.
Çünkü tarafsızlığını kaybetmiştir.
Kendisini bitirirken yüce mahkemenin itibarına da zarar vermiştir.
Eğer Gül’den sonra AKP’nin oyları ile Cumhurbaşkanı seçilmek için bu ihlâlleri göze aldıysa ölçüyü kaçırmıştır. Artık tarafsızlık isteyen hiçbir makam ona uygun olamaz!
Barolar ve hukuk fakülteleri başta olmak üzere sivil toplum kuruluşları yüce mahkemeyi kurtarmak için neden hâlâ susuyor?
İtiraz etmek için ne bekliyorlar?
* Güngör Mengi / Vatan
+++++++
Oy verenlerin hiç mi suçu yok?
Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nin eski Dekanı Alaeddin Asna, İstanbul Üniversitesi’ndeki rektörlük seçimiyle ilgili son yazımı eksik bulmuş. Bir mektup göndererek, basmış fırçayı: “Seçilenleri eleştireceğine, seçenleri neden eleştirmiyorsun? Neden seçimde bu adaylara oy veren yüzlerce akademisyenden hiç söz etmiyorsun? Demek ki onlar da bu adaylarla aynı düzeyde ki oy verdiler! Bu rektör adayları mı bize hüzün veren, yoksa onların seçmenleri mi?”
Hocam haklı...
Montesquieu’nün dediği gibi, “Her millet layık olduğu hükümet tarafından yönetilir...”
Her üniversite de layık olduğu rektör tarafından!
Koca İstanbul Üniversitesi’nin hocalarının seçimi buysa... Gerçekten yazık!
* Mustafa Mutlu / Vatan
+++++++
MİNİ YORUM
Kanlı Noeller!
Şırnak’ta, Bingöl’de Kerkük’te verilen yapay tepki tekrarlandı dün. ’Şok olmuş’gibi yapmak. ’Büyük şaşkınlık ve hayret’. Oysa İsrail’in Gazze’deki katliamı çok beklenir bir gelişmeydi.. Olmuş, olan ve olacak rutini coğrafyamızın. “Dünya ayağa kalktı” kısmı hikaye. Dünya bu cinayetlerden herhangi birinde bırakın ayağa kalkmayı, az biraz doğrulabilseydi, bazı dinlerin, bazı devletlerin, bazı ırkların katil olmaları meşru sayılmasaysı insanlar emperyalizmin dart oyuncağı olmaktan kurtarabilirdi. Bu olaydan sonra bizim aydınlar “soykırım” yaşamış Yahudilerden, Hitler adına özür dilemeyi bile tercih edebilirler. Belki yaşattıkları, yaşadıklarının Freudyen karşılığıdır diye. Yahudilerin bayramı değil ama topraklarının bayramı Noel! Kanlı Noeller Mr. Obama! Şükran yemeğine yetiştiremedik ama bombada kızarmış Müslüman çocuk almazmısınız?
* Selcan TAŞÇI