Bu cinayetin failleri kimler?
Hastanede kaldığımız süreçte Hakkâri Çukurca’da köyleri boşaltılınca Kars’a yerleşmiş, yaşıtımız bir kalp hastası ile tanıştık. Yatak değil oda komşumuzdu. Ayağa kalkabildiğim zamanlarda kendisini ziyarete gittim, odama davet ettim. Günler içerisinde aşağı yukarı konuşmadığımız şey kalmadı. BDP’liydi, Taraf gazetesi okuyordu. İlkokul mezunuydu. Ekmeğini işçilikle kazandığını söyledi.
Ellerindeki nasır ve bedenindeki yıpranma, ‘Ömrüm ağır işlerde geçti’ diyor başka bir şey demiyordu. Bu saatten sonra bedenen çalışma ihtimali de kalmamıştı. “Bölgede iki güç var, biri AKP, diğeri PKK ve onun siyasi uzantısı BDP. ‘Dinimi savunuyor’ diyenler AKP’ye, ‘Dilimi ve Kürtlüğümü savunuyor’ diyenler BDP’ye oy veriyor. Ben AKP’nin dinimizi, BDP’lilerin de Kürt ırkı ve Kürt kültürünü savunduğuna inanmıyorum. AKP, Erdoğan’ın ‘Eş Başkanlık’ itirafı ile tescillenmiş Büyük Orta Doğu Projesi’nin taşeronudur. Proje ABD patentli gibi görünse de gerçek sahibi İsrail’dir. Bu mızrak çuvala sağmayacak kadar büyüktür. İsrail ve ABD’nin İslâm’la düşmanlıktan başka nasıl bir ilişkisi olabilir? BDP’nin Kürt kültürü ve ırkını savunduğunu söylemek ve buna inanmak da saflıktır. Çünkü Kürtler dindardır, PKK ve BDP’nin dinle diyanetle alakaları yoktur. Ayrıca BDP’li vekillerin önemli bir kısmı Kürt bile değildir. Onların çocukları barda pavyonda zevk sürerken bizim çocuklarımız çöplüklerde bulduğu el bombalarını kurcalarken elden koldan olmaktadır. Velhasıl Kürtler Türkiye’nin bu bölgesinde sahipsizdir. PKK ile devletin ezici gücü arasında bir cenderedeyiz.”
Kendisi gibi düşünenlerin oranını merak ettim, “Çok az” dedi, safların sıklaştığını söyledi. Bölgedeki “iki yol”un çıkış olmadığını ve bir “üçüncü yol” mecburiyetini dile getirdi. O sıradan vatandaştaki bu şuura imrenmedim desem yalan olur. Bu kadar bilinçlenme bırakınız bu taraftaki sıradan insanda, siyasetçide, üniversite mensuplarında bile o kadar az ki...
Ve dedi ki:
“Siz Batı’da asker cenazelerinde ‘Şehitler ölmez, vatan bölünmez’ diye bağırıyorsunuz, biz burada ‘Gerilla’ dediğimiz gençlerin cenazelerinde, ‘Şehidimiz’ diye ağıtlar yakıyoruz. Bu gidiş çok kötü bir gidiş. Ufukta gittikçe büyüyen bir çatlak görüyorum. Umudum bitmek üzere...”
Sonra şu can alıcı soruyu sordu:
“Bize ne oldu böyle? 1974 Kıbrıs harekâtında Diyarbakır’dan Hakkâri’ye kadar Erbakan ile Ecevit’in miğferli posterleri minibüslerde, taksilerde, işyerlerinin camlarında asılı idi. Düşmandan, Haçlıdan vatan kurtardık diye Doğu’dan Batı’ya tek yürek idik.”
Benzer bir olayı da bu kardeşinize Reha Çamuroğlu anlatmıştı. 1974 Kıbrıs harekâtında Türk jetleri Rum mevzilerine dalış yaptıkça kahvehanede televizyonu izleyen Tuncelililerin ayağa kalkarak alkış tuttuğunu hüzünle nakletmiş ve o da sormuştu, “O günlerden bu günlere nasıl geldik?” diye...
Dostlar sakin olun.
Size gözlerimle gördüğüm, kulaklarımla duyup ellerimle dokunduğum bir hakikati naklettim.
Evet, cevabını arayan soru bu:
Sahi, o günlerden bugünlere nasıl geldik? Başımıza bu çorabı kimler ördü? Gittikçe büyüyen bu çatlak nasıl kapatılacak?
Ve bölgedeki bu şuurun karşısında Türkiye’nin beşte dördündeki bu vurdumduymazlığın bilânçosu size de Balkanlarda yaşadığımız faciayı hatırlatıyor mu, hatırlatmıyor mu?
Teşekkür: Bizi merak eden, “Elimizden ne geliyorsa yapalım” diye canü gönülden ısrar eden ve her zaman olduğu gibi bu zor zamanda da her türlü imkânlarını bizler için seferber eden müesseseme ve değerli kadim dostlara sonsuz dua ve teşekkürlerimi arz ediyorum. Ben kendilerinden razıyım; Rabbim de cümlesinden razı olsun. Amin.