Bozkurt sırtlan mı oldu!
Ergenekon destanı, adı üstünde destan...
Geçmiş yüzyıllarda, tarihin derinliklerinde, Çin-i Maçin’de yaşanıp ağızdan ağıza tevatürle beslenen bu destan, biz Türkler için önemli mi önemli bir anlam taşıyor...
Neden?..
Çünkü Ergenekon’un bozkurt olduğu üzerine geçmişten bugüne bir fikir birliği var...
Söylenceye göre bir çıkmaza saplanan Türklerin önüne bir bozkurt düşüyor...
Yol gösteriyor...
Daha başka deyişle kurtarıcımız, rehberimiz, kılavuzumuz bozkurt...
Ergenekon yalnız eski
zamanlarda Çin-i Maçin’de mi yaşandı?..
Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda Türklere kim yol gösterdi?..
Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti nasıl kuruldu?..
Atatürk’le ikinci Ergenekon destanını tarihimize yazdık...
Doğrusu ya ulusların destanlara gereksinmesi var dır...
Yalnız biz de değil başka ülkelerde de toplumların geçmişini güzelleştirip insanları bütünleştiren
masalsı öykülerin işlevi büyüktür; bu efsanelerde düş ile gerçek, tarih ile hayat birbirine karışır, kuşaktan kuşağa aktarılan bilincin zincirleme mirasında insanlar birbirlerine bağlanır; ulusal istenç elle tutulacak kadar somutlaşır, onurlu birlikteliğin gücünde geleceğe dönük el ele yürüyüşün ayak sesleri bugünden duyulur...
Ergenekon’un da Türklerin tarihinde ve bilincindeki işlevi buydu...
Ama, ne oldu?..
Kim Ergenekon’a düşmanlaştı?..
Kim Ergenekon destanını geçmişimizden söküp güncel politikanın pisliğine, rezilliğine, haksızlığına, hırsızlığına alet etmek için yaşadığımız iğrenç tertibi tezgâhladı?..
Ergenekon bugün neyi
vurguluyor?..
Bozkurtu mu?..
Tilkiyi mi?..
Çakalı mı?..
Sırtlanı mı?..
Yılanı mı?..
Kertenkeleyi mi?..
El ele, onurlu bir toplum gibi geleceğe yürüyüşü mü?..
Yoksa kutsal İslamı kullanıp Türklüğün köküne kibrit suyu ekmek isteyen bir güruhun Türkiye’yi parçalamak isteyen dış kökenli tezgâhını mı?..
Tarihimize kara çalarak, destanlarımızı kirleterek, hırsızlık, dolandırıcılık, üçkâğıtçılık, sahtekârlık üzerine yükseltilen deniz feneri rejiminin iktidar tezgâhı Türkiye’yi hiçbir yere taşıyamaz, çukura gömer...
Ne kadar kirletip pisletmeye çalışsalar da Ergenekon destanı bugün de ulusun var oluşunda gerekli işlevini yerine getirecektir...
* İlhan Selçuk/Cumhuriyet
++++++
İşbirlikçilerin torunları
Aköz’ün Cumhuriyet öncesinde, Türk ordusuna savaş açanlardan, Atatürk ve arkadaşlarını idama mahkum edenlerden ne farkı var?
Birinci Dünya Savaşı sonrasındayız: Ülkemiz Batılı emperyalist devletler tarafından işgal edilmiş. Türk ordusu (Kuva-yı Milliye) ülkemizi işgal etmiş olan düşmanla savaşıyor.
O sıralarda İstanbul’da padişah olan Vahdettin, Hilafet ordusu adlı ordu kurup Türk ordusuna saldırıyor.
Padişah subayı Ahmet Anzavur da isyan edip askerimizi arkadan vuruyor. İstanbul’da mahkeme kurduran Vahdettin, Nemrut Mustafa (Kürt Mustafa) adlı haine de askeri mahkemede Atatürk ve arkadaşlarını idama mahkum ettiriyor.
Padişaha bağlı bazı din adamları, ’Yunan ordusu, dostumuzdur!’ diye hutbe veriyorlar.
Siz sanıyor musunuz ki bu tipler o gün vardılar da bugün yoklar?
Onların torunları aramızdalar... Hem de her yerdeler.
Basındaki bunların uzantılarından birisi de Sabah’ta yazan Emre Aköz. Bu adam, dünkü yazısında da Aleviler’e saldırdı.
İsyan etmediler
Bu kişi, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun üyelerini kötülemek isterken; onların yarıya yakının Alevi olduğunu ima ediyor. Yine Alevilerin darbecileri desteklediklerini, Ergenekon davasına inanmadıklarını ileri sürüyor.
Bunun gibi müfterilere şunu hatırlatayım: Gerek 12 Mart gerek 12 Eylül, Emre Aköz gibi tiplere hiç dokunmadı ama Alevi gençlerinin canını aldı, onları işkenceden geçirdi. Yarın öbür gün bir darbe olsa, ilk postal yalayacak isim de bu Emre Aköz gibiler olacaktır.
Lakin; Aleviler devletlerine isyan etmediler; onu yıkmak için gizli örgüt kurmadılar; gerici molla bozuntularının çevresinde örgütlenip Cumhuriyet’le savaşa kalkışmadılar. Atatürk devrimlerini, çağdaşlığı, uygar hayat tarzını savundular. Evet; Alevilerin suçu varsa, suçları da budur...
Demokrat dostlar
Cumhuriyet kurulmadan önce, Türk milletinin ordusuna karşı çihat açanlar ne ise; bugün Emre Aköz ile arkasındakiler aynı durumdadır.
Madımak’ta insan yakanlarla Emre Aköz’ün fikirleri arasında ne fark var?
Verin Emre’nin eline ateşi, doldurun Alevileri bir otele; bu zalim herif tümünü cayır cayır yakar.
Demokratlık adına...
Alevi -Sünni düşmanlığı yaratmaya çalışan Emre Aköz! Bu görevin karşılığı sana takılacak madalya törenine Demokrat dostlarını da çağırmayı unutma.
* Rıza Zelyut / Güneş
++++++
Utanıp sıkılacaklarına...
TRT’ye göre, canlı yayın sırasında Mescid-i Aksa “kampüsündeki” tüm kutsal binaların dış görünüşleri ekrana yansımıştı ve bu binalar arasında dış görünüm açısından en fazla göze çarpan Kubbetü’s Sahra olduğu için, bu binanın görüntüleri de kullanılmıştı. Açıklamanın devamında çok daha kesin konuşuluyor ve “Gerek yazı ile gerek söz ile, hiçbir şekilde Kubbetü’s Sahra’ya, Mescid-i Aksa Camii denilmemiştir” ifadesi yeralıyordu.
...bu ifadeler, memleketimizin “resmi” yayın kuruluşunun tuhaf Türkçesini yansıtmaktadır. Bin küsur seneden bu yana “Harem-i Şerif” denen alandan İslam tarihinde ilk defa “kampüs” diye bahsetmenin şerefi de, bu arada TRT’ye nasip olmaktadır.
TRT hatası yüzüne vurulunca da işin doğrusunu söyleyip yazanları “yalan yanlış bilgiler vermekle” suçlayıp bir de hiç sıkılmadan “habercilik skandalı” yaratmakla ithama kalkışmıştır.
Son sözüm, TRT’nin “hem suçlu, hem güçlü” ifadelerle dolu bu açıklamasını kaleme alanlara: Tanıtımlarınızda gösterdiğiniz cami şayet Mescid-i Aksa ise, ben de Marılyn Monroe’yum ama eğer öyle değilse ya sizler?
* Murat Bardakçı / Habertürk
++++++
Koru sınıf atlama derdinde
Sabahattin Önkibar, harika bir iş yapmış ve Yeniçağ’da ‘Medyada kim hangi kampta’ başlıklı bir liste çıkarmış. Şeriatçılar, AKP yanlıları, durumu idare edenler, ulusalcılar, bağımsızlar derken rehber niteliğinde bir yazı olmuş. Kıskandım. Epey bir zamandır böyle bir ‘kamplaşma haritası’çıkarmak istiyordum, Önkibar benden önce davranmış. Liste aşağı yukarı doğru, yerli yerinde. Ancak bir itirazım var. Önkibar, Fehmi Koru’yu basındaki Siyasal İslamcılar arasında anmış. Belki eskiden doğruydu ama şimdi tartışmalı. Koru’nun derdi ne siyasal, ne de İslam artık. Eskiden belki idealleri ve inançları uğruna mücadele ettiğini düşünebilirdik. Şimdi o da ilke ve idealleri bir yere bırakıp iktidardan nemalanmayı, paranın peşinde koşmayı fark etti.
Kolonya kokusundan parfüme geçti... Önünde parfüm şişesiyle sırıtarak poz veriyor. O parfüm yitik giden ahlakın simgesidir oysa. Kaçak yalıda oturmanın, iki gazete beş TV’den ayda 105 bin TL kapmanın, uçaklarda ağırlanmanın özetidir. Siyasal İslam’ı ne yapsın artık. İşine gelmez. O şimdi Papermoon’u keşfetti, Şamdan’a bile gitti... Şeriat’ın değil sınıf atlamanın peşinde...
* Oray Eğin / Akşam
++++++
Cins bir suikast planı
Ergenekon’un birincil savcısı Recep’e suikast yapılacakmış. Recep’in uçağına füzeyle suikast planı yabana atılacak cinsten değil. Gerçekten cins bir plan! Çünkü bu iddia ile Türkan Saylan’ın yanı sıra eski ve yeni rektörler Mehmet Haberal, Osman Metin Öztürk, Mustafa Yurtkuran, Ferit Bernay, Fatih Hilmioğlu ve Cumhuriyet yazarı Sevgili Erol Manisalı’nın ev ve işyerleri de polis tarafından basılıp arandı: Recep’e atılacak füzeyi aradılar! Çeçenistan’da savaşmış eski dinci militan yeni gizli tanık eksik olmasın, suikast planının eksiklerini tamamlamaya yardım etmiş. Soyadı olmayan yüzbaşı “Eylem Esenboğa’da uçağı indiği esnada yapılacak, yobazlara dersleri verilecek” deyince gizli tanık Başbakan’a suikast yapılacağını anlamış. Eylemden vazgeçmiş, derhal Gemlik’e gidip sonradan polisin kazıp bulacağı yere füzeyi gömmüş ve gizli tanıklık yapmaya karar vermiş. Allah’ım sen aklımıza mukayyet ol!
* Deniz Som/Cumhuriyet
++++++
Goebbels görse şapka çıkarır
Öyle yayınlar yapılıyor ki Hitler’in propaganda bakanı Goebbels bile şapka çıkarır..
1994’te 12 köy korucusunun öldürülerek tabur arazisine gömüldüğü iddiasıyla kazı yapılmış, görgü tanığının burası dediği yer kazılmış, delil bulunamamış.. Ancak bir erin gösterdiği yerdeki çöp yığınları arasında beş adet kemik parçası çıkmış.. Başlık.. Taburdan kemik çıktı! O çöp yığını 15 yıldır orada mı duruyormuş? Kemik ne kemiğiymiş?
HSYK kavgası da vahim.. Karikatürde bir el, adalet terazisini sapından tutuyor, Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulu da kesmeye çalışıyor.. Adalet terazisini tutan el kime ait.. Bakan’a mı, Başbakan’a mı? Herhalde istenen bu.. Terazinin sapı (AKP’li olmak kaydıyla) siyasetin elinde olmalı..
Bir haber daha.. Başlık şu: Güneydoğu’da hangi taşı kaldırsan altından ceset çıkıyor! Vay vay vay.. Goebbels halt etmiş.. Korku ve dehşet salmanın ucu bucağı yok.. Soruyorum, bu yayınlarda demokratikleşme arzusu var mı? Yoksa gücün bir elden bir başka ele geçmesi mi amaçlanıyor.. * Mehmet Tezkan / Vatan
++++++
Nazilerin ‘büyük yalan’ duayeni
Hitler’in propaganda bakanı olarak görev yapan Joseph Goebbels, nazi iktidarına karşı yazılmış bütün eserleri yakıp, haber kaynaklarını tekelinde toplayarak Almanlar’ın savaşa hazırlanmasında en önemli rolü oynamıştı. Hala kitlesel propaganda alanında deha kabul edilen Goebbels’in “büyük yalan” tekniği gerçeği kökünden yok saydırmayı sağlıyordu.
++++++
Fırsat bu fırsat
Devlet büyüklerimiz “Tarihi fırsat, tarihi fırsat” deyince, PKK’lılar da haklı olarak “Fırsat bu fırsat” diye düşünüp, isteklerini sıralıyor...
“Dağdan inene iş verilsin.”
Nasıl vericen?
Malum, isterse çift diplomalı olsun, isterse Bin Ladin olsun, hikáye... İş var mı ki, vericen?
Ne banka bıraktın, ne fabrika, “Telekom’a sokayım bari” diyemezsin bu saatten sonra... Devlet Planlama’ya, TÜİK’e filan alayım, memur yapayım desen, adam 25 senedir dağda, açık havaya alışık, odaya girmez... E belediyeleri de ağzına kadar badem bıyıklılarla doldurdun zaten, tıkış tıkış, yer yok...
Benim aklıma gelen şu: Korucu yapın kardeşim... Hem bütün teröristlerimiz sigortalı olur, devlet güvencesi altına girer... Hem de “Silahlarımızı bırakmayız” diye tutturuyorlar, silahlarıyla çalışırlar, devletimiz de güvence altına girer.Win-Win yani. İster misin, Başbakan çıksın gene, “TOBB’un her üyesi yanına bir terörist alsa, sorun çözülür” desin?
* Yılmaz Özdil / Hürriyet
++++++
MİNİ YORUM
İlkeler vakitlice savunulur
HSYK’da başgösteren “kuvvetler birliği” krizi sürerken İsmet Berkan da, düne kadar yargıyı siyasallaştırdığı öne sürülen Bakan ve Müsteşarın kurul üyeliklerinin bugün demokrasi işareti sayılması çelişkisini tekrarlamış. Soruyor: “İlkeler ne zaman savunulur?” Bu sorunun cevabı belli. İlkeler her durum, koşul ve çağda savunulmalıdır. Ancak ne zaman savunulmaz sorusunun cevabı Berkan ve daha bir çok medya mensubu için ibretlik olmalı. İlkeler atı atan Üsküdar’ı geçtikten sonra savunulmaz çünkü...