Böyle olacağı belli değil miydi?
Anayasa Mahkemesi’nin DTP’yi oybirliği ile kapatması Taraf’ta “Türkiye’yi Ankara’da böldüler” manşeti ile verildi. Başyazar Ahmet Altan kararın alındığı günü “Kara cuma” olarak niteledi ve “Bir hükümle bir ülkeyi paramparça ettiler” dedi.
Kamuoyunun “Yandaş” dediği medyanın tamamı, “Keşke kapatılmasaydı” diye ağıtlar yaktı, Mahkeme’yi, “açılım” denen “bilinmeyeni” dinamitlemekle suçladılar. Kendini “aydın” ve “entelektüel” gören yazarçizer takımının tamamı “İçine tüküreyim böyle demokrasinin” makamında ilenmelerde bulundu. Avrupa Birliği ve ABD’den, “Bedelini ödetiriz” tehditleri yükseldi.
Yani bir kez daha gördük ki kimse hukukun yanında değil, herkes PKK ve yandaşlarının kolunda..
Cümlesi şu soruyu soruyordu:
“Kürtler siyaset yapmayacak mı? Hükümet açılımda şimdi kimi muhatap alacak?”
Velhasıl gayret milletin şuuraltına “Hakkaten ya!” zerk etme gayreti..
İnsan okuduklarına, duyduklarına inanamıyor.
Beyler siz bu tavrınızla Anayasa Mahkemesi’ne, “Sen hukuku mukuku boş ver, siyasi bir karar ver!” demiş olmuyor musunuz?
Mevcut Anayasa’ya göre DTP’nin kapatılmaması için mahkeme üyelerinin Kandil’den inmiş olmalarının dışında bir yol var mı?
Farz edin ki futbol oynuyorsunuz, karşı takımın oyuncuları ceza sahası içersinde dokuz kusurlu hareketin dokuzunu da sürekli yapıyor ve siz hakeme,“Sakın kırmızı kart gösterme!” diyorsunuz, hakem, “Niye?” dediğinde, “Tribünler karışır!” yahut “Hepsini oyundan atınca biz kiminle maç yapacağız?” cevabı veriyorsunuz!
Böyle devlet mi olunur?
Farkında değil misiniz ki DTP’yi Anayasa Mahkemesinden önce bizzat DTP kapattı.
Ben yokum, sizin muhatabınız ben değilim dedi.
“Öcalan ne derse o olur!” demek “Ben yokum” itirafı değil midir?
Türk’ler, Tuğluk’lar, Ayna’lar şimdi çıkmış “Önümüz kesildi” diye ağlıyor, mağdur edebiyatı yapıyorlar. Oysa DTP’liler, rüştünü ispat edememiş ve parti Meclis çatısı altında yer almayı hak edecek olgunluk ve karakterde bir tüzel kişilik olmadığını defalarca ortaya koymuştur.
Önce bir ırkın partisi olma iddiasında bulunmuştur ki bu işin başında ilgili mahkemeye “Hadi beni kapat” çağrısıdır. Sonra, temsil ettiğini iddia ettiği kesim için devletten ne istemiştir? Okul mu, hastane mi, iş mi, hayır böyle hiçbir talebi olmamış, tam aksine yapılan yatırımları havaya uçuran ve o tesisleri inşa eden işçi ve mühendisleri vuran, doktorları, öğretmenleri öldüren, cankurtaranları, hastaneleri molotofkokteyliler ile yakan teröristleri sahiplenmiştir.
Böyle bir oluşumu “Kürtlerin sesi” olarak kabul etmek, başta Kürtlere yapılabilecek en büyük hakarettir ve yine böyle bir oluşumu “Demokrasinin vazgeçilmezi” görüp devlet tarafından muhatap alınması gerektiğini söylemek, olsa olsa bir beşinci kol faaliyetidir.
Adamlar devlete biz senin İstiklâl Marşını söylemek istemiyoruz diyor. Adamlar, biz bu milletin bayrağını yakarız, askerini vurur, polisini katlederiz, sivillerini öldürür, işyerlerini yıkar, işinden, okulundan belediye otobüsleri ile evine dönen insanlarını yakarız ve siz de bütün bunlara “Demokratik tepkidir” diye göz yummak, tahammül etmek zorundasınız diyor. Yetmiyor, “Dağa çıkarız” diyor, bütün bunlara rağmen birileri, “Cümlesi kabul, peki ne istiyorsunuz bari onu söyleyin?” dediğinde, “Biz bilmeyiz, Öcalan bilir, gidin onunla konuşun” diyorsa ve bütün dünya PKK’yı bir terör örgütü ve uyuşturucu şebekesi olarak görmüş, Öcalan’ı da o şebekenin başı kabul etmişse, o kişi ve o çetenin ellerinde 40 binin üzerinde kişinin kanı varsa ve Anayasa Mahkemesi bunlara, “Meclis’in mübarek çatısı altını terk edin!” demeyecekse, o mahkeme kendini tasfiye etsin daha iyi..
Mahkemeyi tebrik ediyor, katilleri ve avukatlarını Allah’a havale ediyoruz.