Böyle geldi... Böyle gitmiyor...
Bu güne kadar Türkiye’de uygulanan iktisat politikalarının iki temel özelliği var:
1) Küreselleşme sürecinde ekonomi, dış şoklara, spekülatif hareketlere karşı korumasız kaldı.
Kısa vadeli sermayeye ve spekülatif fonlara sıfır vergi uygulaması getirildi. Piyasaya spekülatif fonlar hakim oldu. Bu fonlar Piyasa ekonomisinin düzenli işleyişini engelledi. Dış açıklar ve dış borçlanma arttı.
Devletin piyasayı, denetlemek, haksız rekabeti önlemek ve rekabeti sağlamak şeklindeki işlevleri kaldırıldı. Doğal tekellerin, alt yapı yatırımlarının blok satış yoluyla özelleştirilmesi sonucu devletin ekonomi içindeki optimal büyüklüğü kayboldu.
2) Plansız- programsız bir yönetim anlayışı hakim oldu... Günübirlik, pratik politikalar hakim oldu. Ekonomide kırılganlık arttı.
2009 ekonomik krizinin ekonomik ve toplumsal maliyetlerini ve Küreselleşmenin maliyetlerini ortadan kaldıracak ve Türkiye’nin ulusal çıkarlarını gözetecek, uzun vadeli “Ulusal strateji”ye ihtiyacımız var.
Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde, iktisadi büyüme yerine, eğitimde, sağlıkta, kültürel yapıda, gelir dağılımında iyileşmeyi de içeren “iktisadi gelişme”nin hedef alınması, kalkınmayı ve sürekli istikrarı sağlar.
Özellikle AKP iktidarında, fonksiyonlarını kaybeden devlete, piyasayı denetleme ve ekonomi içinde sürükleyici ve düzenleyici fonksiyonlarını yeniden kazandırmamız gerekir. Bunun için devletin ekonomi içindeki yeri, optimal sınıra yükseltilmelidir. Rekabetçi piyasa oluşmasında, kaynakların etkin kullanılmasında devletin işlevleri artırılmalıdır.
Kamu yatırımlarında, eğitim ve sağlık gibi sosyal faydası olan hizmetlerde, sosyal fayda ve istihdam gözetilmelidir.
1980’den beri askıya alınan planlamayı yeniden devreye sokmalıyız. Küresel süreçte ulusal politikaları koordine edecek “dinamik bir planlama” modeli getirmeliyiz.
Para ve maliye politikalarında da radikal değişiklik yapmak gerekir.
En önemlisi kur politikası değişmelidir.
Türkiye’de dalgalı kur sistemi, piyasa şartları, cari açıktan daha fazla sıcak para girişi nedeniyle döviz kurunu otomatik olarak dengeye getiremedi. Ayrıca Merkez Bankasının yalnızca TL’yi gözetmesi ve enflasyonla mücadele için düşük kurdan yararlanmak istemesi ve kuru gizli çıpa olarak kullanması bu paralelde uygulama yapması, kurun düşük kalmasına neden oldu.
Rekabetin temel öğesi kurdur. Yalnızca verimliliğin ve kalitenin artırılması ile uygulamada dış rekabet gücümüzü artırmak mümkün değil. Çünkü bütün ülkeler verimliliği ve kaliteyi artırmak peşindedir.
Türkiye için optimal kur rejimi, başta rekabet gücümüzü artıracak, ekonomik konjonktürü, mevcut riskleri, piyasa şartlarını dikkate alan ve kurdan dolayı ortaya çıkabilen sosyal maliyetleri minimize eden bir rejimdir. Bu rejim, “yönetimli dalgalanma olabilir”.
Bu anlamda, önce özerkliğine dokunmadan MB’nın görev tarifini yeniden yapmalıyız. MB tek görevi enflasyonla mücadele olmamalı. Zira artık anlaşıldı ki, enflasyonu yapısal sorunlar da etkiliyor. Enflasyon, kur, faiz üçgeninde, MB faizlerde zaten gecikmeli de olsa piyasayı takip ediyor. MB’nın düşük kuru enflasyonda gizli çıpa olarak kullanması, kur dengesini daha çok bozuyor.
Ayrıca, MB kanununda değişiklik yapılarak, MB bir geçiş dönemi içinde reel döviz kuru hedeflemelidir. MB kur düşüşünde daha aktif müdahale etmeli ve döviz rezervini artırmalıdır.
Hazine yeniden döviz cinsi iç borçlanma yapmalı. Bu yolla Türkiye’de dolarizasyon kısmen önlenmelidir.
Kur üstüne baskı oluşturan, sıcak parayı kontrol etmek gerekli olmuştur.