Böyle cehalet tahsille olur

Kürt meselesini Cumhuriyet tarihinin 80 yılının içine hapseden Taha Akyol bölgedeki aşiret, toprak, uyuşturucu, din ve terör ağalarının ayaklanmalarının ’kültürel haklar’dan kaynaklandığını mı düşünüyor?


Tarihe belli ki ‘en kapalı açılım’ olarak geçecek ne idüğü belirsiz vaziyetin, “AKP ile MHP” (yazarın okur üzerindeki etkisini arttıracak daha anlamlı bir tanım ile “ilk göz ağrısı ile son gözdesi”) arasında “üslubu çok çirkin bir kavga” ya yol açması, “doğruların bile üstünü kapatarak kör bir kutuplaşma yaratması” üzerine Taha Akyol, “meselenin özü”nün tespit ve teşihisini yaparak “asrın keşfi”ne imza atmaya yeltenmiş.
İşte o tarihi, ilmi, felsefi donanım yüklü teşhis: “Seksen yıldır çözülememiş bir sorun! Meselenin özü budur.”
Bu yazdıklarınız Barzanlar’ın kulağına gitmesin Taha Bey. İhanet ile yazdıkları tarihin yok sayılmasına içerlerler benden söylemesi.

Kimlik için ayaklanmadılar
Bundan en az iki asır öncesinde, mesela 1806’da başlayan Babanzade ayaklanması, aralarında Mir Muhammed, Bedirhan, Şeyh Ubeydullah, Molla Selim, Şeyh Şehabettin, Çeto, Koçgiri, Berzenci’nin de bulunduğu en otuz “isyankar”ın hesap defterlerini karıştırın bakalım;
Hangisi “Sosyal, kültürel, siyasi hakları”nın peşinden koşmuş? Hangisi “Ana dilde eğitim” için ayaklanmış? Hangisi “Kürt kimliği yeterince vurgulanmadığı” için kendini dağlara vurmuş? Osmanlı İmparatorluğu’nun “devlete zeval gelmesin” diyerek Türk milli kimliğini törpüleyen idari anlayışı içinde kendilerini “ikinci sınıf”mı hissetmişler?
O zaman II. Abdülhamit’in Hamidiye Alayları ile başlattığı “Kürt açılımı” ve onun tamamlayıcısı olan “Aşiret Mektepleri”nin yegane meyvası neden, devletin karşısına dikilen “eğitimli ağa çocukları” olmuştur?

Devlet ile aşiret arasında
Kolaycı, sığ bir yaklaşıma başvurduğunuza göre, öyle anlıyorum ki siz Beyazıt Devlet Kütüphanesi’ne bile gitmeye üşenmişsiniz. Sahaya gidip, taş kitabelere, el yazmalarına varana kadar araştırsanız bile, gelmiş geçmiş bütün Kürt ayaklanmalarının ‘teknik olarak’ devlet ile aşiret arasında vuku bulduğunu çürütecek bir kanıt sunabilir misiniz?
Bugüne kadar hiç ağaya, şeyhe karşı ayaklananı rivayet dahi olsa işittiniz mi?
Niye bir Hekimoğlu değil de, Ubeydullah çıkmıştır orada hiç mi sorgulamadınız?
Niye zulme karşı çıkan sıradan insan hikayeleri değil de, (80 yıllık hesabınızın bile şaştığını belirtmek için yazıyorum) cumhuriyet demokrasisinin elindeki gücü alacağından, onu ‘köleleri’, ‘kulları’, ‘müridleri’ ile eşitleyeceğinden ürken zengin ağaların hikayesiyle yazılmıştır Güneydoğu’nun tarihi?
Siz 80 yıllık sıkıştırılmış Kürt sorunu paketinizle Cumhuriyet dönemine rastlayan Şeyh Said’i bile ‘dışarıda’ bıraktıysanız “meselenin özü”nü kavramanız haliyle zor olur.
Feodalite derler bir çarpık hükümranlık modeli vardır bilir misiniz Taha Bey?
Yegane zenginlik kaynağı ‘toprak’ olan, insanı köleleştirerek “üretimin aracı” haline getiren, “çalışıp, kazandırmaya” programlanmış robotlara dönüştüren, toprağın sağladığı zenginlikle merkezi otoriteye meydan okuma cüreti kazandıran bu sistemin devlete yegane aidiyet bağı ‘menfaat’ olduğu için ihanete, düşmanla işbirliğine, sırtından vurmaya, ayaklanmaya ne kadar müsait bir ortam yaratabildiğine şahit değil miyiz hep birlikte? Ortada böyle bir şahadet varken, meseleyi 80 yıllık bir kimlik sorunu diyerek ‘bölücü plan’ın öngördüğü kılığa sokmak ne ola? Sizin izahatiniz de “bugün koşullar farklı” nakaratı mı yoksa?

Feodalizm kurumsallaştı
Koşullar farklı olduğu için mi, Lord Kinross’un kitabında bahsettiği ‘Bitlis Valisi’nin daha ‘demokratik formları’ olarak o şeyhlerin, ağaların uzantıları gönderilmiştir milletin vekili olarak Ankara’ya?
Değişim dediğiniz şey feodalizmin kurumsallaşmasından başka ne olabilir?
Yoktan varolan holding sahiplerinin hikayelerinde olduğu gibi, sömürge yollarının kontrolünün hedeflendiği yıllarda ‘toprak’tan işe başlayan derebeyleri, Berlin-Bağdat demiryolu inşaatı sırasında bulunan ‘petrol’ ile paranın da kokusunu almış, paylaşımcılarla işbirlikleri sırasında eroin gibi kârlı mamüller keşfederek işleri büyüt-müş ve ağalık kartvizitlerindeki iş alanlarını çeşitlendirmemişler miydi?
Milli Mücadele sırasında, Sevr’de yazılan böl-parçala-yönet senaryosuna uygun ‘ayrı-gayrı’cı ‘kimlik bilinci’nin varolmadığını görenler İngiliz Binbaşı E.W.C. Noel gibi asker veya diplomat kılıklı misyonerleri aracılığıyla Kürtler’e ‘kim olduklarını, nelere sahip olmaları gerektiğini’ öğrettikten sonra bu ağaların kâr araçları arasına din, dil gibi kavramlar da sokulmadı mı?
Öcalan “İslamiyet’in feodalizmin en güçlü ihraç ürünü” olduğunu keşfettikten sonra, PKK’nın yayılma alanına baksanıza.
Dış kaynaklı ‘kimlik’ dayatmasından sonra ortaya çıkan Kürtçülük feodalitenin çağdaş, demokratik maskesinden başka neydi?

Sultan’a karşı şeyh
Lord Kinross gezi notlarında Bitlis’i anlatırken oradaki ‘Kürt prensleri’nin faaliyetlerini, Büyük İskender’in şehri korumakla görevlendirdiği generalinin kendisine karşı kale inşaa etmesine benzeterek şöyle anlatmış: “Asırlardan beri platodaki bu noktaya Kürtler hükmettikleri, Sultan’a karşı Şeyh’e uydukları ve asgari vergiden fazlasını nadiren verdikleri için aynı hikaye Kürt prenslerine de atfedilmiştir. O zamanlar da Bitlis Prensi’nin yirmi beş bin adamı vardı ve Konstantinopol görmezden gelmekte zorlanıyordu. Bu ancak 1849’da son Prens Şerif Bey ya da Şerif Han, Türkler tarafından bastırılana kadar devam etti. Yeni yönetimde ailesinin büyük bölümü beklenmedik şekilde hayatta kalmıştı. Demokrat adayı olan ve bize çevreyi gösteren Bitlis Valisi, tarihe ve özellikle Kürt prenslerinin mezarlarının yerlerine duyduğu ilgiyle, zevkli ve öğrenmeye meraklı bir insan olduğunu kanıtladı. Onların soyundan geldiğini söylediğinde ve kartvizitini verdiğinde, durum ortaya çıktı: “Adil Şerefhanoğlu”. Atalarını utandırmayacak politik beceriyle, Bitlis’te vali seçilecek olan adayın Şeyhlik ve Demokrat Parti’de taraf değiştirmesi gerekçesiyle sürülmesini sağlamış ve onun yerini almıştı.”
Kinross Diyarbakır’daki ‘toprak ağalığı’ndan ise şöyle bahsetmiş:“Büyük toprak sahipleri burada hâlâ iş yapmakta, Toroslar’ın güneyindeki verimli bölgenin avantajını kullanmaktaysa da, buradaki insanlar Anadolu platolarındaki yurttaşları kadar bağımsız değildirler.”
Şimdi Taha Akyol, tarih boyunca kendilerine zulmeden ağalarına dahi karşı duramamış insanların, onlara “Türklük” ve “Kürtlük”lerinden önce ‘mal’ değil ‘insan’ olduklarını hatırlatan bir rejimle “kimlik” kavgası yaptığını savunuyor... Bilgisizliğin bu kadarı ancak cehaletle mümkün olur.


1919’da Mustafa Kemal’e karşı, İngiliz Noel ile Kürtleri Milli Mücadele’ye karşı tahrik eden Bedirhanlar’dan Ali Şamil Bedirhan. (Üstteki resim, ortada üniformalı) Şeyh Ubeydullah, Amerikalı Misyoner Dr. Cochran’la. (Alttaki resim)
* Resimler Altemur Kılıç’ın Büyük Kürdistan Küçük Türkiye adlı kitabından alınmıştır.


++++++

Türkler ‘zorunlu Kürt’ oldu
Ülkemizde Lord Kinross adıyla ve İngiltere Hükümeti’nin isteği üzerine yazdığı Atatürk biyografisi ile tanınan Patrick Kinross’un, 1951 yılında Anadolu’nun çeşitli şehirlerine yaptığı gezinin notlarından oluşan ’Kutsal Anadolu Toprakları’ kitabında vurgulanan tek konu Kürtlerin yaşadığı topraklarda süregelen feodal düzen değil. Kitapta Kürtlerin Türkleşmesi tartışmasına alternatif olarak Türklerin Kürtleşmesi konusu ve nüfus hareketlerinden doğan ’içiçe geçmiş’ yapıya da dikkat çekiliyor. Örneğin “İslam feodalizminin izlerini taşıyor” dediği Bitlis’te Kürtler’den önce ağırlıklı olarak Hirstiyan Ermeni nüfusun yaşadığını hatırlatıyor Kinross. Ağrı’daki nüfusun dönüşümü ise şu satırlarla yer buluyor kitapta: “Bana ısrarla Kürt diye bir şey olmadığını anlattılar. Bugün, onların hepsi, sadık Türkler’di. Savcı bunun doğru olduğunu kanıtlamak için bir hikaye anlattı. On altıncı yüzyılda, bir Sünni olan Sultan Selim, İran’ın Şii hükümdarı Şah İsmail’e saldırdığı zaman, Türkiye genelinde 40 bin Şiiyi kılıçtan geçirmiş ve Adaletli Selim namını kazanmıştı. Ama Kürtleri bu katliamın dışında bırakmıştı. Bu bölgelerdeki hoşgörülü bir vali, bunu Şiilere söylemiş, onlar da katliamdan kurtulmak için kendilerini Kürt olarak tanıtmışlar ve ölümden kurtulmuşlardı. Zorunlu Kürt=Türk!”

++++++

TRT kimin yanında?..
TRT’de haber izliyorum.. “Bahçeli, Başbakan Erdoğan’a sert yanıt verdi” diye başlığı verdi. Ekrana yazı düşüyor.. İçinde sert denecek kelime yok.. Bahçeli’nin sert sözlerini ertesi gün gazetelerde okudum.. “Seviyesiz ve ahlak dışı bir saldırı” diye açmış ağzını “Namus ve şeref gibi ulvi kavramlar, yakışmayan ağızlarda değerini kaybeder” diye yummuş gözünü.. Başbakan’ın “Alçaktır, namussuzdur” sözlerini, görüntülü ver, Bahçeli’nin sözlerini sansürleyip kibarlaştırır. Seyirci olsanız, kime sempati duyarsınız?..
* Hıncal Uluç / Sabah

++++++


Plakanın yeri başka
AKP milletvekilleri “TBMM” yazılı kırmızı plaka istemiş...
Makam arabası tahsis etmeye gerek yok çünkü... Gözünün önündeki bunca rezalete rağmen hiç sesini çıkarmadan “nereye çekersen oraya gittiğine” göre... “Çek şuraya, çek buraya” diyerek, direkt milletin sırtına binmeli vekil.
Hatta, o “TBMM” yazılı kırmızı plaka bunları destekleyenlerin götüne takılmalı ki, bunları desteklemeyenler de bilsin, kimin sayesinde sağlanıyor bu geçiş üstünlüğü.
* Yılmaz Özdil / Hürriyet

++++++


Kınacı Hasan’a ayni yardım
Milli manevi değerlere sahip insanların boyunlarına “iki cihanda lekeli” yaftası asılmasını neden haksız bir itham, iftira sınıfında değerlendirdiklerini anlayamayan Hasan Cemal “Kınıyorum Sezen Aksu’yu kınayanları...” diye girmiş konuya.
Bir de “Allah rızası için söyleyin, ne kötülük var bunda” demez mi? Seni “Ramazan münasebetiyle lugat değiştirmek” bile kurtarmaz provokatör Hasan! İyisi mi sen tez elden kına biriktirmeye başla. Kandil’den yeni döndün ya, sadece kalemine değil, aşınan yerlerine de sürersin. “Allah rızası için” benden üç kilo Hint kınası.

++++++


Kefenin cebi yok Mustafa
Vakit’in üçkâğıt yapmaya meraklı patronu Mustafa Karahasanoğlu, milleti dinden imandan nefret ettiren yayınlar yaparak yükünü tutmuş bir adamdır... “Mücahitlik” ayağına malı götürüyor... Ama gazetesinin yazarı Abdurrahman Dilipak’ın “30 yıllık emeği” olan bir apartman dairesine mahkemece el konması karşısında kılını bile kıpırdatmıyor... Karahasanoğlu’na sesleniyorum: Kefenin cebi yok Mustafa... Yazarına sahip çık... Dilipak’a bir daire bağışla...
* Ahmet Hakan / Hürriyet

++++++

MİNİ YORUM
Devlet aklı
Mustafa Mutlu, Vatan gazetesinde yayımlanan dünkü yazısında Atlantik Konseyi Raporu’nda değiştirilmesi dayatılan TCK’nın 216, 217, 220. maddelerinin metinlerini hatırlatmış. Bunlar halkı kin ve düşmanlığa tahrik, suçu ve suçluyu övme, suç işlemek amacıyla örgüt oluşturma, üye olmanın önünü kesen yasalar... Bunlardan rahatsızlık duyan “akıl” mı devlete mal edilmek isteniyor şimdi?

Yazarın Diğer Yazıları