Böyle bir üslup olamaz!
Cumhurbaşkanı Erdoğan ana muhalefet partisi liderine, “Ey Kılıçdaroğlu, ne zamandan beri Beştepe Külliyesi’nin tuvaletlerini gezdin veya oraların temizliğini yaptın da bunların altın suyuna batırılmış klozet olduğunu öğrendin” diye sesleniyor.
Bir Cumhurbaşkanı bırakınız on milyonlarca seçmenden oy almış, belki de birkaç gün sonra seçimlerden galip olarak çıkıp Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı olacak birine...
Hiç kimseye, ama hiç kimseye böyle hitap edemez, etmemeli...
Cumhurbaşkanının bu sözleri söylediği Türkiye, dışarıdan nasıl görünüyor acaba?
Yola “Öfke bir hitabet sanatıdır” diye çıkan Erdoğan, artık oraları geçmiş, “Hakaret bir hitabet sanatıdır”a gelmiş.
Muhalefet parti lider ve mensuplarına “Sen kimsin, haddini bil” diyen o...
Yerli yabancı tüm gazetecilere, karikatüristlere, “Siz kimsiniz, haddinizi bileceksiniz” diyen, o...
Erdoğan bir, Türk askerinin başına çuval geçiren ABD’ye “Büyük devletler özür dilemez, ne notası, müzik notası mı?” diyen ve kendileri başbakanken Dışişleri Bakanı olan Ahmet Davutoğlu’nu parmak işaretiyle yanına çağıran (ki o da ceketini ilikleyip koşarak o parmağın dediğini yapmıştı) Obama ile...
Bir de, yakalandığı gün, “Benim anam da Türk, beni örgüte karşı kullanın” diye el ayak öpen Öcalan’a “Haddini bil” demiyor, diyemiyor, başka herkese, “Haddini bil” diyor... Şimdi de tutmuş, ana muhalefet partisi liderine “Benim tuvaletlerimi temizledin de mi altın suyuna batırılmış olduğunu gördün?” diye hakaret ediyor, yetmiyor, resmi yazı yazıp, “Gel tuvaletleri kontrol et” diyor...
Tepedeki bu öfke, tepedeki bu üslup tabana yansımaz mı?
Yansımaz olur mu, yansıyor işte.
Roman vatandaşlar, “Göbek atma sıramızı vermedi” diye silahlarını çekip düğün mekânını basıyor, 3 ölü 15 yaralı, kan gövdeyi götürüyor...
Öğrenciler öğretmenlerini bıçaklıyor, öğretmenler öğrencilerinin kemiklerini kırıyor, veliler okul basıyor... Erkek milletinin öldürdüğü kadın sayısı bir yıl içerisinde tam 114’ü bulmuş...
Hastanelerde sağlıkçılar saldırıya uğruyor, doktor şehit oluyor. Doktorların canına tak etmiş, 81 ilde 15 dakika görev bırakarak seslerini duyurmaya çalıştılar...
“Ananı da al git...”
“Ermeni dölü...”
“Yahudi dölü...”
“Tuvaletimi mi temizledin...”
Bu üslup sokakta, kahvede iki kişi arasında olsa, en azından sandalyeler havada uçuşur, belki de kan akar...
Tepede, Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan bir kişiden sadır olduğu için de, ülkenin tamamında yumruklar, tekmeler, sopalar, bıçaklar, silahlar konuşuyor...
Neymiş efendim muhalefet lideri, “Altın suyuna batırılmış klozet kapağı” demiş...
Muhalefet doğru veya yanlış, eleştirince “hakareti hak etmiş” mi oluyor?
Kılıçdaroğlu bu bahiste diyor ki:
Bir kere bin küsur odalı sarayın kaçak olduğu mahkeme kararı ile kesinleşti. Böyle bir saray, ihtiyaçtan doğmadı. Üçüncüsü, bardakları altın şeritli değil mi? Tanesi bir milyon değil mi? Sadece aydınlatma maliyeti küçük bir ilin aydınlatma maliyetini bulmuyor mu? Tuvalet kapağı altın suyuna batırılsa ne olacak, batırılmasa ne olacak? İş mi, laf mı?
Nitekim Kılıçdaroğlu diyor ki:
“Beyefendi üstüne alınmış. Ben onu muhatap almıyorum. Kesinlikle. Benimle özel bir tartışma alanı yaratmak istiyor. Cezai ehliyeti olmayan birini benim muhatap almam doğru değil ki. Önce cezai ehliyeti olması lâzım. ... Buradan, bu Kandil gecesi tuvalet temizleyip çocuklarının rızkını sağlayan emekçileri gözlerinden öpüyorum. Bu ona yeter...”
İşte içinde “Yahu” olmayan, bariz hakaret ve argo içermeyen bir eleştiri, bir cevap...
Sizce hangisi daha tesirli?
Madem Erdoğan bu üslubu kendine yakıştırıyor, bir gün Öcalan’a ve...
Klozet kapağı altın suyuna batırılmamış sarayından, Türkiye dâhil bütün İslâm ülkelerinin kanı eline bulaşmış “Büyük Ortadoğu Projesi”nde “Eş Başkanlığını” yaptığı Obama’ya da bir “Haddini bil” ayarı çeker...