Boyaları dökülüyor

Cumhuriyet’in kuruluşunda etkin rol oynayan Rumeli Türkleri’nin “kimliklerini” tartışmaya açan Bulaç’a tepki büyüyor. İyi de “hoşgörü ve diyaloğun adresinden bildiren” yazarın kafatası merakı nereden geliyor
Kırmızı dipli mumlar yollayıp Yavuz Sultan Selim’le Şah İsmail’i “er meydanı”na çağırmaya benziyor yazdıkları... Hoş; Türklerin kurduğu bir devleti yönetene, Türkmenleri öldürmenin “caiz” ve hatta “kutsal” olduğu fetvasını verenlerin tamtam çalmasıyla girilen savaşta kılıç sallamak ne kadar “erlik”se, o kadar “er meydanı” işte 87 yıldır içten içe kaynayan kinin dökülüp saçıldığı orta yeri medyanın... Onun için “Kuyucu Murat Paşa” benzetmesi yaptık geçtiğimiz günlerde Mümtaz’er Türköne’ye... Onun için “boyası dökülmüş Ebu Suud” dan hiç farkı yok gözümüzde Ali Bulaç’ın...

* * *

Ne senaryoymuş ama; ne oynamaktan usandılar, ne seyrine doydular! Türk’ü kendi eliyle, kendi emeğiyle, alnının teri, damarından fışkıran kanıyla kurduğu devletin “öteki”si yapmak; paryalaştırmak...“Eşek Türk”ya zaten “mayın eşeği” gibi kullanmak!
“Kast”a girmez mi peki? Caiz mi?
Dün “kafir” diyorlardı Horasan’ın “arı” inancını koruyanlara; bugün baksanıza Bulaç’ın imalarına; “Yahudi” diyorlar bedenlerini cami kapılarına kalkan yapanlara...
Bilmemek değil; öğrenmemek ayıp derler ya... Daha ayıbı; “bilip de bilmezden gelmek”! “Sahillerde ”hayır“ oyu veren laik milliyetçiler” diye kategorize ettiği ve aklı sıra “Anadoılu’dan ayırdığı” Rumelili Türkler’in, mübadelede “din” esasına göre geldiklerini Bulaç da bilir herhalde... Ki... Onlar düşmanı denize döken Kubilay’ların “kelle”sini alarak değil, bizzat o düşmanın karşısına dikilerek korumuşlardır dinlerini... Kendi “askeri”ne, kendi “öğretmeni”ne, kendi “imam”ına değil, “haçlı”ya çekmişlerdir kılıçlarını....
Bulaç gitsin o “hayır” diyen sokaklara;
İstanbul’un en muhafazakar mahallelerinde duyamadığı aşurenin kokusunu duyar her sene bir ay boyunca...
En uzun iftar masası rekorları kırılmaz belki ama; sahurda bile komşunun kapısı komşuya açılır oralarda hâl’a... Cep telefonu mesajları değil, bir genç kızın eline tutuşturulan lokma tepsisi gezdirilir kapı kapı; “Allah kabul etsin”ler kovalar birbirini kandil günleri... Ve o “laik milliyetçi” bölgesinde bu ülkenin feraceleriyle gezer Karacaklavuz kadınları hâlâ, ille de beyazdır başörtüleri ve ona nazire yapar gibidir masmavi, yemyeşil, bal rengi gözleri...

* * *

Mezalim yıllarını geçin... Milli Mücadele’yi geçin... Siz hiç Belene’yi gördünüz mü Ali Bulaç; “Türk” adlarını vermemek için Jivkov’un işkencesini göze alan “Türklerin” çığlıklarını hâlâ işitebileceğiniz o toprakların havasını çektiniz mi içinize?
Rumeli Türklerinin Türklüğünü ispata çalışmak pek lüzumsuz; sarı-saçları ve mavi gözleriyle bakanın bir daha bakmadan geçemediği Kuman-Kıpçakları... Konya’dan Karaman’dan kalkıp oraları Türkleştirmeye giden “aydın”larını Anadolu’nun... Selanik’ten gelen bir dolu ismin Orta Asya’ya dayanan menşeini.. Çünkü biliyorum ki “ilmi” hiçbir referans tatmin edemez sizi; “fetva” gerek ki, hâşâ Allah ile kul arasında girmek bozar bizi...
Zannımca, “köktenci” bir zihniyetin tezahüründen ibaret sizin ki; Bu “eşek Türk”ler savaşsın, canını versin, kanını döksün, devleti kursun, sistemi tıkır tıkır işler hale getirsin; biz nasıl olsa “ele geçiririz” zihniyeti; Emevi usulü! Selçuklu’da olan gibi, Osmanlı’da olan gibi... Yöntem değişmedi; acele hırsızın ev sahibini şaşırtma taktiği...
Pek ironik değil mi şimdi gönüllüce takındıkları yaftaları? “Hoşgörü” ymüş de, “diyalog”muş da... Beyimiz mahallenin “aklı selim” abisiymiş de... Siz hiç orduya gönülü yazılan bir askerin, tam taarruza geçen düşmana “mermi değil karanfil atalım” dediğini duydunuz mu?
Boyaydı hepsi; cila... Köprüyü geçene kadar... Göz yanılması için dekor hepsi...
Şimdi o dip dalgası sallamaya başladıkça üzerine çullandıkları “zemini”, dökülüyor işte zihniyetlerinin bütün maskeleri!
“Hayır” diye bir 42 şiddetinde bir salladı öncü deprem niyetlerini çünkü.
“Cumhuriyet’in kuruluşuyla tarihsel avantajlar ve ayrıcalıklar elde ettiklerine” inandığı için ötelediğine göre Rumelili Türkler’i; Cumhuriyetin kuruluşunu kendileri için “tarihsel dezavantaj” sayan kesim adına yazıyor olmalı Bulaç demek ki...
Kimler için dezavantajdı Cumhuriyet?
Cumhuriyeti dezavantaj sayanların yeniden “avantajlı” hale gelmesi için ne gerekli?
Ürperdiniz mi?
Ürperin... Sonra da bir silkinin...

* * *

“Irkçılığının” yeni zuhur etmediğine, Muaviye’den beri zihniyetlerinin en belirgin genetik şifresi olduğuna inandığım için hiç şaşırmıyorum ben Ali Bulaç’a?
Ha sadece “Tuna Nehri’ni de mi dinlemedin be adam” diyesim geliyor; “cumhuriyetin elitleri” diye hedef gösterdiği kesimin “mezalimin yaralı yürekleri” olduğunu haykırasım geliyor, Anadolu’ya “uryan ve puryan halde” dönüşlerindeki yol hikayelerini yazasım, aramızdaki yegane farklılığın ne ırk, ne din, ne dil; kendilerine derebeylikleri ihdas edenlere yanaşmalık yerine “bağımsızlık” için “ayaklanacak” şuur olduğunu söyleyesim geliyor...
Ama Mehmet Y. Yılmaz da diyor ya; Anlamaz ki... “Anlamaya” programlı değil fikri...
İyisi mi, usta sen oradan çek sağlam bir cila Bulaç’a! Sıvasındaki “çatlak”lar sırıtmasın; yoksa o şuur var ya, o şuur, “temelden çökertir” 400 yılda inşa edebildikleri zihniyeti! Kim bilir; bundandır eteklerinin tutuşması belki!

+++++

Ali Bulaç ne yazmıştı?
İşte Bulaç’ın 20 Eylül 2010 tarihinde “Şerit üzerindeki Kürt nüfus” başlığıyla yayımlanan ve “anayasal Türk” söylemi üzerinden sadece “Türklük” bilincini değil, “Cumhuriyet ideolojisini” de hedef alan o satırları:
“(...) AK Parti, hem açılımın arkasında duruyor, hem hâlâ Kürt seçmenin neredeyse yüzde 75’inin oyunu almaya devam ediyor. Bu Akdeniz, Trakya, büyük kentler ve Karadeniz’de ”Kürt etnik kimliği“nin tanınmasıyla, bugüne kadar çeşitli avantajlar ve kamusal ayrıcalıklar sayesinde sahip oldukları ”resmi Türk kimliği“nin sarsıntı geçireceğinden kaygı duyan kesimlerin tepkisine yol açıyor. ”Ne mutlu Türk’üm diyene“ formülünü kabul edip kolayca ”resmi Türk kimliği“ni -resmi anayasal Atatürk milliyetçiliğini- benimseyenlerin önemli bir bölümünün etnik köken olarak Türk olmayıp Balkan göçmeni, mübadili veya Kafkas muhaciri olması anlamlıdır.
Bu açıdan Akdeniz, Ege, Trakya ve Karadeniz sahil şeridinde Kürt açılımına ve Kürtlerin Batı’ya göç etmelerine gösterilen tepki ile Orta Anadolu’da kökeni sahiden Türk olan kesimlerin gösterdiği tepki arasında mahiyet farkı var. Anadolu milliyetçilerinin gösterdiği tepki ülkenin toprak bütünlüğü, devletin bekası ve kendilerinin Batılı haçlı güçler tarafından Orta Asya’ya sürülmek istenmeleriyle ilgili bir korkuya dayanır. Etnik Türkler, Kürtlere etnik kökenleri, konuştukları Kürtçe dili veya bölünmeye yol açmayacak hak taleplerine düşmanlık göstermiyorlar, onlarla gündelik hayatta ortaklıklar kurabiliyorlar, evlilikler yapabiliyorlar, camide bir araya gelebiliyorlar. Ancak sahil şeridindeki tepki, Cumhuriyet’in kuruluşuyla elde edilen tarihsel avantajların ve ayrıcalıkların paylaşılmasına gösterilen bir tepkidir.
Büyük ölçüde Balkan göçmeni, mübadili ve muhaciri olan bu kesimlerin ilk defa alenen tepki göstermelerinin gerisinde iş piyasası ve istihdam alanındaki daralma yanında, Türkiye’nin Ortadoğu açılımının, kamusal aktörler arasında yetki ve rol değişime yol açacağı ve açılımın yeni bölgesel zenginleri doğuracağı kaygısı da rol oynamaktadır. ”

+++++

İlk tepki Mehmet Y. Yılmaz’dan geldi
‘Evladı fatihan nedir bilmez onlar!’
Bulaç’ın satırlarına ilk tepki kendisi de “Üsküp göçmeni” bir ailenin çocuğu olan Hürriyet Yazarı Mehmet Y. Yılmaz’dan geldi. Yılmaz 6 Ekim 2010 günü yayımlanan “Evladı fatihan nedir bilmez onlar” başlıklı yazısında, akrabalarının çoğunu Sırp ve Bulgar çetecilerin saldırılarında kaybetmiş olan dedesiyle hatıralarını anlattıktan sonra şöyle dedi: “Dedem bu sözleri okumuş olsaydı şöyle derdi: ” Haydi vre, sen kim oluyorsun da bizim Türklüğümüzü tartışıyorsun! Bana “Bu adama bir mektup yaz” derdi, “evladı fatihan diye bir şeyi duymuş mu?” “Boşver dede” derdim, “yazsam da anlamaz büyük olasılıkla!”
Meselenin “unutulmasını engellemek” isteyen Yılmaz, 7 Ekim günü, aynı konuda bir yazı daha kaleme aldı. Bu kez “Kafatasçı ırkçılık en azından ayıp sayılır” diyordu Bulaç’a. Ama tek Bulaç değildi hedefi bu kez Yılmaz’ın; “Benzeri düşünceleri seslendirenlere karşı hep birlikte ayağa kalkan AKP yandaşı liberaller” in sessizliğini de sorguluyordu içten içe:
“Bakalım onlar bu işe ne diyecekler?”
Veya bugüne kadar neden birşey demediler!..

+++++

Irkçılığın yeni mi zuhur etti?
Hitler ve Mussolini okuyunca mezarlarından “Biz öldük ama fikirlerimiz hâlâ ayakta!”diye bağırmışlardır...
Tanıdığım günden beri Ali Bulaç katı İslam anlayışı ile dikkatimi çekti. Sanki “Allah korkusu”nu “Allah sevgisi”ne tercih eden bir anlayış içindeydi. Kadınları ayrı bir kategoride değerlendirmesi, zamanında “çok hukuklu” bir zırvayı savunması bana hep ters düştü. Ancak, kendisini samimi bir insan olarak tanıdım. Katılığını hep hoş görmeye çalıştım. Ne de olsa özümde Rumelilik var!

* * *

Ben okumamıştım. Mehmet Y. Yılmaz yazınca farkına vardım. (“Evladı Fatihan nedir bilmez onlar” - Hürriyet - 6.10.2010) Ali Bulaç 20 Eylül 2010 günü Zaman’da “Şerit üzerindeki Kürt nüfus” başlıklı bir yazı yazmış ki, herhalde Hitler ve Mussolini okuyunca mezarlarından “Biz öldük ama fikirlerimiz hâlâ ayakta!” diye bağırmışlardır.
Yazının başlığına bakıp da Kürt dostlar telaşlanmasınlar. Ali Bulaç referandumda “Evet” oyu kullanan Rumeli-Kafkas Türklerine çatıyor. Evladı Fatihan’ın Türk olmadığını iddia ediyor.

* * *

(...) Referandum sonuçlarını yorumlarken ilk defa bir ırkçı (faşist) yaklaşım görünce Ali Bulaç’a karşı hoşgörüm bir Rumeli Türk’ü olarak duraklama dönemine girdi ve aklıma şu sorular takıldı:
1) Yaradılanı Yaradan’dan dolayı seven Ali, bu “dışlayan”, “ötekileştiren” yazını yazarken zerre kadar akıl ve vicdan ölçüleri kullandın mı?
2) Yazında kullandığın “kökeni sahiden Türk” ve “etnik Türk” terimlerini hangi bilimsel veriye dayandırarak uydurdun? Kafatası mı ölçtün, soyağacı mı çıkardın? Kim “kökeni sahiden Türk”, kim “mahsusçuktan Türk”tür?
3) Sufi gelenekten gelenler seni neden bu kadar rahatsız ediyor? Yoksa onları Müslüman da mı saymıyorsun?
3) “Köken” senin için neden bu kadar önemli?
4) “Kökeni sahiden Türk” olmayanların topyekûn “Hayır” oyu kullandığını nereden biliyorsun? Örneğin Trakya’da “Evet” oyu kullanan kitle çakmaların arasına sızmış halisler mi?
5) “Ne mutlu Türk’üm!” diyen Atatürk de “bizden” olduğuna göre işine geldiği için bu lafı uydurmuş olabilir mi?
6) Köşe komşun Rumeli kökenli Hüseyin Gülerce de mi çakma Türk?
7) İş piyasası ve istihdam alanında avantalarını kaybedenlerin sosyolojik analizi ne zaman yapıldı?
8) Bugüne dek basit bir özrü bile çok gördüğüne göre, hadi yazıyı hasede kapıldın da yazdın, sonradan hiç mi kalbinin bir yeri sızlamadı?
* Cüneyt Ülsever / Hürriyet

+++++

Hayırlı azarlar
Silivri, kendi hukukunu yarattı:
“Masumiyet karinesini” yani herkesin aksi ispat edilene kadar suçsuz olduğu, suçun iddia makamınca ispatlanması gerektiği ve cezanın ondan sonra verilebileceği ilkesini tersine çevirdi... Arınç, aslında herkesin gördüğü, bildiği, eleştirdiği gerçekleri dile getirmekten başka bir şey yapmadı. Ama ilk kez, bir Başbakan Yardımcısı, hem de hukukçu olan bir iktidar mensubu, açık yüreklilikle bu hukukun temel özelliklerini “fâş etmiş” oldu. Ayrıca konuşanların içeri atılacağını da anımsattı... Hayırlı azarlar!
* Emre Kongar / Cumhuriyet

+++++

Gül için kapatılan yolda annesini kaybetti
Yıllardır cumhurbaşkanı, başbakan
gibi devlet adamları geçecek diye kesilen yollarda, saatlerce trafikte bekleşen insanların ruh hallerini yansıtmaya çalıştım...
Dün öyle bir e-posta aldım ki; salya
sümük ağladım...
Konuyu hiç uzatmıyorum ve Sayın Cumhurbaşkanı’nın bilgilerine sunuyorum:
“Sayın Cumhurbaşkanım
Annem, 08.10.2010 Cuma günü saat 18:00’de fenalaştı. Cuma
günü olduğu için haftalığımı yeni
almıştım, param vardı yani; taksiye atladığımız gibi hastanenin yolunu tuttuk.
Levent’ten Zincirlikuyu Mezarlığı istikametinde trafik adeta kilitlenmişti. Ne gidecek bir yol, ne de yardım isteyecek bir polis vardı...
Sizin aracınızın geçeceği güzergaha çıkan bütün yollar, bütün şeritler trafiğe kapatılmıştı. On binlerce, belki yüz binlerce insan, sizin geçmenizi bekliyorduk...
Anneciğim kollarımda yarım saat Kelime-i Şahadet getirdikten sonra can verdi.
Benim için, saat 19:00’da hayat durdu...
Son nefesimi verene kadar sizi hiç unutmayacağım.”
Sayın Abdullah Gül...
Bu e-posta’yı bana gönderen okurumuzun adı, Ahmet Ertaç... Umarım; bilmeden, istemeden kahramanı olduğunuz bu hazin öykü için kendisine söyleyecek bir şeyler bulursunuz...
* Mustafa Mutlu / Vatan

+++++

AKP getirse kahramandı
Kusturica’nın ne soykırımcılığı kaldı ne başka bir şeyi. En sonunda Bakan Ertuğrul Günay, “Kusturica geliyorsa ben gelmem” diyerek festivale gitmeyeceğini açıkladı.
İyi de aynı Kusturica, Bursa Festivali’nin konuğuydu.
Kimse de sesini çıkarmadı. Geldi, gitti.
Ama tabii arada bir fark var.
Bursa Festivali’ni düzenleyen Bursa Belediyesi, AKP’li. Antalya Film Festivali’ni düzenleyen Antalya Belediyesi, CHP’li.
Kusturica’yı AKP’li çağırınca sorun yok, CHP’li çağırınca sorun var.
* Fatih Altaylı / Habertürk

+++++

MİNİ YORUM
Onurlu kaçış(!)
Anadolu’da Vakit gitti yerine Yeni Akit geliyor bugünden itibaren... Sebep “İcra takibinden yırtmak” mış; kendileri yazıyor. Ve bunu “onurlu veda” olarak işlemişler dünkü sayfalarında; kahramanlık, fedakarlık... Millete attığın çamurun bedelini ödemekten kaçmak için Vakit’in V’sini atıyorlar; kolay iş değil tabii. Sonu olsa bile “sefa”, herkes çekemez böyle cefa!

Yazarın Diğer Yazıları