BOTOKSTAN ÖNCE NAZLI diyor ki...

BOTOKSTAN ÖNCE NAZLI diyor ki...

1 Mayıs’a müsamaha gösterilemez

“1 Mayıs mitingi, hükümet barajını aşsa bile, büyük bir ihtimalle Sıkıyönetime takılacaktır. Şoförlerin kontak kapama eylemine izin vermeyen Orgeneral Necdet Üruğ, herhalde Taksim Meydanı’nın kızıla boyanmasına göz yummayacaktır. (...) 300-400 bin azası olan DİSK’in “Yabancı rejim özentilerini” aksettiren gösterileri elbette müsamaha ile karşılanamaz. Devletten, hürriyetçi demokratik rejimden yana olanlar SOVYET MUKALLİTLERİ karşısında taraflarını açıkça belli etmelidirler.” 10 Nisan 1979


BOTOKSTAN SONRA NAZLI diyor ki...

Özgürlükleri genişletmenin mutlu sonu 1 Mayıs

“Bugün, 1 Mayıs’ta daha huzurluyuz. Yasakların sürdüğü dönemde büyük acıların yaşandığını, kan aktığını, Türkiye’ye tuzak kurmanın zemininin böylece yaratıldığını hatırladığımızda, sorunların çözümünde özgürlükleri genişletmenin rolünü daha iyi görebiliyoruz. Herkes, birbirinden kuşkulanmadan, serbestçe Taksim’e koşuyor, meydanda öfkeyle sıkılmış yumruklar ve kızıl bayraklar yerine, umut çiçekleri açıyor. İşçileri ve önderlerini bu mutlu sona varan mücadeleleri sebebiyle kutluyorum.”
1 Mayıs 2011


Tefsir

Son 1 Mayıs’ı “bayram” ilan etmiş Nazlı Ilıcak. “Özgürlükler genişletilince, müsmahakar davranılınca” korkuya yer kalmıyormuş. İyi de sormazlar mı insana; madem işin sırrı “müsamaha”ydı neden 1979’da “1 Mayıs’a müsamaha göstermeyin” diye yeri göğü inletmiştin!



BASINDAN SEÇMELER


Başbakan’ın uçağına binmek gazeteciyi kirletir

Benim bir tezim var. Çalıştığım bütün gazetelerde genel yayın müdürlerine tezimi söylemişimdir. Gazeteciler, Başbakan’ın Cumhurbaşkanı’nın, Bakanlar’ın uçağına binerlerse kirlenirler.Dürüst gazeteci kendini bilmeli.Başbakan’ın uçağına binmemeli. Bu tezimde ne kadar haklı olduğum bir kez daha ispatlandı. Tayyip Erdoğan’ın “basın danışmanlığını” yapmış olan Ahmet Takan dün köşesinde bir yaşanmış olayı yazdı. İbret verici bir hatıra!
“...(!)Sene 2002..
AKP, 3 Kasım seçimlerinden tek başına iktidarla çıkmıştı.
Tayyip Erdoğan’ın seçilme yasağının henüz kaldırılmadığı ortamda Abdullah Gül de ilk kabine için çalışıyordu. Aynı zamanda Erdoğan, Avrupa ülkelerini turluyordu. (...) Tayyip Erdoğan’ın yakın danışmanı Mücahit Arslan, bu geziler öncesinde Erdoğan’ın gezilerde görmek istemediği gazetecileri bizzat bana bildirirdi. Bu isimlerin başında o zamanlar yeniden Tercüman gazetesini çıkaran Nazlı Ilıcak vardı.

***


Nazlı Ilıcak’ı gezilere davet etmediğimiz halde, o ne yapar eder bir yolunu bulur ve uçağa binerdi. Hatta bir defasında Tercüman gazetesinin partiye gönderdiği isimler arasında kendi ismi olmamasına rağmen Nazlı Ilıcak Ankara Esenboğa havalimanına gelmiş ve olay çıkararak uçağa binip geziye katılmıştı.
Yine böyle gezilerden biriydi. Uçakta, Ilıcak yanıma geldi.
Tayyip Erdoğan ile özel görüşme yapmak istediğini bildirdi.
Nazlı Hanıma, “Genel Başkanın uçakta gazetecilere özel röportaj verme gibi bir usulünün olmadığını, giderken veya dönerken toplu olarak soruları yanıtlayacağını” bildirdim.
İşadamı Emin Şirin de o dönem AKP’den milletvekili seçilmiş ve Nazlı Ilıcak ile evliydi.
Ilıcak, verdiğim cevaptan tatmin olmadı ve ısrarla görüşme talebini Erdoğan’a iletmemi istedi.
Ben de bu aşırı ısrar karşısında kalkıp Tayyip Erdoğan’ın yanına gittim ve talebi ilettim.
Erdoğan’ın kulağıma fısıldadığı cümle aynen şöyle:
“Bu kadını ne yap et benden uzak tut Ahmet!”

***


Aradan bir süre daha geçti.
Ilıcak yanıma geldi.
Bana kapalı zarf uzattı.
İçinde bir mektup vardı.
“İnşallah beni şikâyet etmiştir” dedim kendi kendime ve hemen yerimden kalkıp mektubu Erdoğan’a ilettim.
Tayyip Erdoğan zarfı açıp mektubu okuyunca öyle kızdı ki sarf ettiği sözlerin ancak bir bölümünü yazabilirim:
“Ne yani kocasını milletvekili yaptık yetmiyor mu? Bir de Bakan mı yapacağız.Uzak tut beni bundan Ahmet!”
Gözümün önünde yırttı mektubu.”
Ben tezimin arkasındayım.
Başbakan Fransız-Alman yapımı (Airbus 330) dördüncü VİP uçağını alacak. Bu uçağa da gazetecileri doldurup gezilere götürüp “propaganda yazıları” yazdırmaya devam edecek. Bu uçaklara binen her gazeteci kirlenecek. İbret alın. Yapmayın.
Bu rezalete son verin.
Necati Doğru / Sözcü




İktidar yargı üzerinden basınla hesaplaşıyor

Odatv davasına üç gün kala bizler meslektaşlarımızın tahliyesini umut ederken... Başbakan Zaman gazetesinin 25. kuruluş yıldönümü gecesinde konuştu.. Sözü bir ara hapisteki gazetecilere getirerek dedi ki:
“... Ateşli silah bulundurmak, bulundurmak, evrakta , cinsel taciz, , darbeye teşebbüs... İçerideki gazeteciler dedikleri işte bu suç isnatları ile yargılanıyor.
... Hedef göstermek, teşvik etmek, çarpıtmak, karartmak... Basın özgürlüğü , ifade özgürlüğü olarak gösterilemez.
... Şiir okuduğum için mahkûm olmuş bir başbakan olarak hiç kimsenin fikirlerinden, ifadelerinden, yazılarından dolayı hapis yatmasına razı olamam.” Hapisteki gazetecilerin, örneğin Odatv sanıklarının yalnızca yazdıkları kitaplar ve gazetecilik yüzünden yargılandığını bilmeyen yok. İddianame mahkemede okundu. İçinden başka suç çıkmadı. Başbakan ise bunları bilmez görünüyor. Masumiyet karinesini çiğnediği gibi yargıyı da etki altında bırakıyor.
Bir yargıç, Başbakan’ın “darbeciler, polis katilleri, cinsel tacizciler” dediği sanıklar için tahliye kararı vermekte zorlanmaz mı? Nitekim Odatv davasında mahkemeden beklenen tahliye kararı çıkmadı. Kim ne kazanıyor bu tutukluluklardan?. Avukat Köksal Bayraktar mahkemede kısaca ifade etti: “Bu tutukluluktan hiçbir şey kazanmadı, çok şey kaybetti.”
Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’ne göre, Türkiye 10 ülkenin daha gerisine düşerek basın özgürlüğünde 179 ülke arasında 148’inciliğe gerilemiş durumda. Hapisteki gazeteci sayısında dünya birincisiyiz. Bu manzara tek şeyi gösterir: Bu ülkede iktidar, yargı üzerinden basınla hesaplaşma içindedir.
Melih Aşık / Milliyet




Her muhalif tutukluluğu tadacaktır

...bizim sistemimizde ve kutup yıldızı kabul ettiğimiz AİHM içtihatlarında “istisnai tedbir” olan tutuklama, son yıllarda mahkûmiyet kararı verilmeden önce peşin olarak çektirilen bir ceza gibi uygulanmaktadır.
Oda TV davasında Soner Yalçın mahkeme heyetine şunu söyledi:
“Mahkemeniz şu kararı verdi: Kuvvetli suç şüphesi, suçun vasıf ve mahiyeti, delillerin henüz toplanmamış olması, terörist olmamız vs iyi de; 1 yıldır hapisteyiz. O kadar yaptığımız savunmalar, bilirkişi raporlarının hepsi boşa mıydı?” Evet; maalesef boşadır! Çünkü muhalif bilindiği için hapse atılan herkes için belirlenmiş bir “tutukluluk ceza süresi” bulunmaktadır ve bu ceza her durumda çektirilecektir. Bu algı içerdekilere yerleşmiştir.
Güngör Mengi / Vatan




Şimdi de biz manşetlerle savaşıyoruz

“Biz, manşetlerle savaşarak bugünlere geldik” diyor Başbakan...
Doğru söylüyor.
“Muhtar bile olamaz” diye yazdılar.
Kapatma davası için haberler hazırladılar.
Bel altı vurdular. Tanığız. Utanıyoruz. O zaman da eleştirdik. Yine eleştiriyoruz.
“Ama asla intikam peşinde olmadık. Bize yapılanın başkasına yapılmasına razı olmayız” diyor ya Başbakan...
İşte buna inanmak zor...
Kendisi için yapılan kara propagandanın bugün rakiplerine reva görüldüğünü, gizlice kaydedilmiş ses bantlarının piyasaya sürüldüğünü, muhaliflerinin yandaş manşetlerden savcılara hedef gösterildiğini görmüyor mu?
Dün kendisine tahammül edilemediği gibi, bugün de kendisinin eleştiriye tahammül edemediğini fark etmiyor mu?
Şimdi de biz manşetlerle savaşıyoruz Sayın Başbakan...
Savaşmak değil de, şu “yasaklayan anlayışa tevessül etmiyoruz” lafları zorumuza gidiyor.
Can Dündar / Milliyet




İstiklal Mahkemeleri bugünden daha adildi

Bugün bir eli yağda bir eli balda olanların özel yetkili mahkemeleri savunurken milli mücadelenin kazanılmasında kaçınılmaz olan İstiklal Mahkemelerini kötülemeleri, kötü niyetin daniskasıdır.
1920 yılının sonlarına doğru, perişan ortamda Enkara; Eskişehir, Kastamonu, Konya, Isparta, Pozantı, Sivas, Dıyarbakır merkezlerinde İstiklal Mahkemeleri kurulmuştu.
Hemen belirtelim ki bugün özel yetkili mahkemelerde; suçlanan kişilere ve avukatlarına şüphelinin neyle suçlandığına ilişkin belgeler verilmiyor. Buna da ileri demokrasi deniliyor. Halbuki İstiklal Mahkemeleri halka açık olarak yürütülen yargılamalarıyla ünlüdür. Bütün yargılama vatandaşın gözü önünde oluyordu.
Ayrıca bu davaları dönemin gazeteleri takip etmek ve günü gününe yayımlamak zorunda idi. Suçlanan kişilere kendisini istediği gibi savunma kanıt ve tanık getirme hakkı veriliyordu.
Rıza Zelyut / Güneş




Kazıklı Voyvoda hortladı!

Cumhurbaşkanı’nın sürpriz bir şekilde atadığı Atatürk Dil ve Tarih Kurumu Yönetim Kurulu’ndan, Atatürkçülere ettiği hakaretler yüzünden istifa etmek zorunda kalan Zaman yazarı Mümtaz’er Türköne, “şöhret hastalığı” na yakalanmışa benziyor...
Sırf gündemde kalmak için bu kez de “Darbecileri yağlı kazıklara oturtalım” diye buyurmuş!
Ama dikkat edin; diğer baskıcı rejimlere, örneğin teokrasiye özenenleri değil, sadece darbecileri...
“Darbeciler” den kast ettiği kim?
Nefret ettiğini açık açık söylediği Atatürkçü askerler...

***


Bu “canlı”, her fırsatta dini kullanır... Din üzerinden siyaset yapar ve ahkâm keser...
İyi de dinimizin neresinde var, “kazığa oturtmak?”
İslâm dini, eziyet ederek öldürmeyi en büyük günah olarak görmüyor mu?
Ve “kazığa oturtmak”, Kazıklı Voyvoda olarak tanınan Eflak Prensi Dördüncü Vlad’a ait alçakça bir yöntem değil mi?
Bu zalim, yakaladığı Türk askerlerini kazığa oturtarak, derilerini yüzdürerek, üzerlerine tuz sürdürüp keçilere yalatarak, elçilerin sarıklarını kafalarına çaktırarak, kadınların memelerini kestirip yerlerine çocukların başlarını sokturarak dünyaya nam salmadı mı?
Aradan dolu dolu altı asır geçti ve Kazıklı Voyvoda hortladı!
Düşmanı; yine Türk askeri... Ama bu kez kendisi Müslüman görünümünde!

***


Sözüm ona “profesör” olan bu “canlı”nın her açıklamasından sonra midem bulanıyor!
Mustafa Mutlu / Vatan

Yazarın Diğer Yazıları