Boşanmanın eşiğine gelindi!..
Bir feryad ü figandır gidiyor... Özel yetkili İstanbul Cumhuriyet Savcılığı MİT Müsteşarı Hakan Fidan, eski Müsteşar Emre Taner eski Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş’i yazılı değil telefonla -ne biçim iş ise- ifadeye çağırınca ortalık toz duman oldu.
En son söyleyeceğimizi ilk başta söyleyelim.
Sakın bu olayı kişilerin isimleri üzerinden çözmeye kalkmayın.
Yanılırsınız.
Neden mi?
Çünkü tezat sandığınız veya kavga gibi yorumladığınız bazı olaylarda gölgeler üst üste düşüyor da ondan.
Örnek mi?
Fidan ve ifadeye çağrılması.
Gazetelerin, “Devlette kapışma”, “Devletin aklı karışık” gibi manşetlerine de bakmayın.
Aklı karışık olan onlar.
“Bizim aklımız karıştı” diyemiyorlar. Yer seçme sıkıntısına ve telaşına girdiler.
Bence, Devlette kapışma yok. Devletin aklı da karışmış değil. Devlet bu çarpışmayı baştan beri dikkatlice ve soğukkanlılıkla izliyor ve bilerek hiç müdahale etmedi.
Çoğu zaman canımızı çok yakan, bizi isyan ettiren gelişmelere şahit olduk. Öyle seziyorum ki; artık diken gibi ortaya çıkan bazı gerçekler daha da uç verecek. Nihai noktada hem Devlet hem de Millet bundan kazançlı çıkarak kurtuluşa erecek.
Anlatmak istediklerimi rutinden devam ederek biraz daha anlaşılır hale getireyim..
Haftalar öncesinde yazmıştık; Tayyip Erdoğan’ın Hükümeti destekleyen bir toplulukla girdiği kapışmayı. İçişleri Bakanlığı’nda hazırlanan operasyonu ve doğacak gümbürtüyü lisanı münasiple duyurmuştuk. AKP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Gedikli’nin “Neocon-Ergenekon” demecinde bir bit yeniği olduğunu da dikkatlerinize sunmuştuk.
Allah’tan üzerinden çok zaman geçmedi.
İçten içe süren kavga büyük bir gümbürtü ile başladı. Bu kavga, bir boşanma öyküsünün kavgası.
Mutlu ve “pembe panjurlu villalar” hayalleriyle başlayan evlilik sona eriyor.
“Görücü usulü ile olan evliliklerde bunlar olur” diyebilirsiniz. Çiftin dünürleri çok uzakta oturuyorlar. Herhalde onlar da bu “mutlu birlikteliğin” sona erdirilmesi kararını verdi.
Siz buna en iyi niyetli olarak, “siyasetin kavgası” deyin.
***
MİT görevlilerinin, ifadeye çağrıldığı gün, İstanbul’da KCK operasyonlarında en etkin iki polisin görev yeri değiştirildi.
İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın, “Rutin uygulama” dedi.
“Rutin uygulama” niye daha önceki günlerde yapılmadı veya yarınlara bırakılmadı?
Bu görevden almalar aynı güne denk düşünce nasıl yorumlar yapılabileceğini tecrübeli siyaset ve devlet adamlarımız öngöremiyor mu?
İstanbul Emniyetindeki görevden almalar ile birlikte, Ankara’da, “Bu iki ismin Oslo’daki PKK-MİT görüşmelerini sızdıranlar olduğundan kuvvetle şüphe ediliyor. Onun için yerlerinden oldular” yorumları yapıldı. Acaba doğru mudur?
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın şu sözlerine dikkat:
“Yargıdır, ne isterse yapar, bir şey diyemeyeceğim. Ama benim bildiğim şu var; halihazırda MİT’te resmen görevi olanların doğrudan ’şüpheli’ sıfatı ile bir ifade vermeye çağrılması herhalde mümkün değil, bilebildiğim kadarıyla. Memurun yargılanması ve MİT’in özel konumu gereği izin alınması gerekiyor. Emekli olanlar veya görevle ilişiği kesilmiş olanlar için mümkün olabilir.”
Hukukçular da ifadeye çağrılma konusunda ikiye bölündü.
Özel yetkili Savcı MİT görevlisi rahmetli Kaşif Kozinoğlu’nu Oda TV davasında ifadeye çağırıp, sorguladıktan sonra tutuklayıp cezaevine koymadı mı?
MİT’in “özel konumu”, MİT Kanunu’nun 26. Maddesi o zaman yok muydu?
Geçelim AKP cephesine..
Sınırları zorlayan gerçek kapışmanın nabzını daha iyi alabilmek için, Tayyip Erdoğan’ın “beyninin yarısı” olan siyaset başdanışmanı Ankara Milletvekili Yalçın Akdoğan’ın, Yeni Şafak gazetesinde Yasin Doğan müstear ismiyle kaleme aldığı yazısına göz atalım.
Yalçın Akdoğan, yazısına “Muhalefet çok sevindi” başlığını atmış.
Sanki olayı muhalefet patlattı!..
Klasik bir Tayyip Erdoğan taktiğinden yola çıkmış Akdoğan. O da lideri gibi sıkışınca muhalefeti suçlama yolunu seçmiş.
Yalçın Akdoğan’ın yazısının son bölümü ise Erdoğan’ın iyice sıkıştığının ve bazı yerlere ne mesaj gönderdiğinin ispatı niteliğinde:
“Belli suçlar isnat edilen askerlerin tutuklanmasından sonra TSK için vurguladığımız husus, yargılamaların adil şekilde sürmesi ama kurumların faaliyet ve motivasyon kaybına uğramaması gerektiğiydi. Bu olay sonrasında da tekrar etmekte fayda görüyorum: Tüm güvenlik ve istihbarat kurumlarının içinden geçtiğimiz sancılı süreçte maksimum düzeyde hassasiyet ve uyum içinde görevlerini bihakkın yerine getirmesi büyük önem taşıyor. MİT de, Emniyet İstihbaratı da, polis, asker ve jandarma da ortak amaç ve hedefler çerçevesinde ülkenin selameti için görev yapmaktadırlar ve daha büyük bir uyum ve dayanışma içinde yol yürümek durumundadırlar. Kurumlara yönelik eleştiri ve özel değerlendirmeler büyük fotoğrafı görmemizi engellememeli...
Muhalefet partilerinin düşük düzeyli polemiklerle yüklendikleri bu konular belli kişileri ve kurumları değil bütün ülkenin kaderini ilgilendirmektedir. Sapla samanın birbirine karışması sadece bindiğimiz dalı kesmek anlamına gelir... Küçük hesaplar yapanlar sadece kendileri kaybetmezler, ülkeye de kaybettirirler. Sorumluluk ve sağduyu herkes için mutlak gerekliliktir.”
Sormak lazım!..
-Büyük fotoğraf ne?
-Sapla samanı birbirine kimler karıştırıyor?
-Sap ne saman ne?
- “Bindiğimiz dalı kesmek” ne manaya geliyor? Kim binilen dalı kesiyor?
-Küçük hesaplar yapanlar kimler?
-Sorumluluk ve sağduyu çağrısı kimin için ve ne maksatla yapılıyor?
Hadi iki soru daha ekleyelim;
Köşe yazısı vasıtasıyla gönderilen bu mesajlara cevap gelmezse ne olur?
Acaba pasta kesmeye devam edilir mi?
Bana sorarsanız, “usta” Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün görev süresini 7 yıl ile sınırlayarak tarihi bir hata yaptı. Erdoğan, siyasi hayatının ipini kendi elleri ile çekti.
Ama onu gaza getirerek bu hatayı yapmaya zorlayan ustaların ustasının da hakkını teslim etmek gerek.
Dedik ya!..
Evlilik bitiyor.
İnşallah, mahkeme koridorlarında tekme tokat birbirlerine girip konu-komşuya rezil olmazlar..