Borç değil, ödeme kapasitesi önemlidir
Türkiye'nin brüt dış borç stoku 435,1 milyar dolardır ve dış borç stokunun millî gelire oranı yüzde 59,1'dir. Buna karşılık Almanya'nın dış borç stoku beş trilyon dolardır ve dış borç stokunun Alman millî gelirine oranı yüze 148'dir.
Bu durumda kağıt üstünde Türkiye'nin dış borç yükü Almanya'dan daha düşüktür. Ancak 2020 yılında Türkiye 37,6 milyar dolar cari açık verdi, Almanya 260 milyar dolar cari fazla verdi. Yani millî gelire oran olarak Almanya'nın dış borcu bizim 3 katımızdır. Ne var ki dış borç ödeme kapasitesi 10 katımızdır. Almanya dış borçları için yüzde 1 faiz ödüyor, biz ortalama yüzde 6 faiz ödüyoruz. Almanya'nın uluslararası piyasalarda beş yıllık tahvillerinin iflas risk primi 10 baz puandır, bizimki 307 baz puandır.
Bir kişinin 1000 lira borcu var ve geliri de 5000 lira ise, borcunu rahat öder. Buna karşılık geliri 1000 lira ve geçinmek için her ay ayrıca borç alıyorsa, bu borcunu ödeme kapasitesi yok demektir.
Demek istediğim, Türkiye'nin dış borç yükünün ne kadar ağır olduğunu, dış borç stokunun millî gelire oranı göstermez, Türkiye'nin dış borç ödeme kapasitesi gösterir. Bu nedenle borç oranı düşük demekle yalnızca kendimizi aldatmış oluruz. Sloganla algı yaratmak yerine dış borç yükünü nasıl düşürürüz, cari açıktan nasıl kurtuluruz, yüksek faiz ödemekten nasıl kurtuluruz meselelerine eğilmeliyiz.
Cari açık ya dış borçla veya doğrudan yabancı yatırım sermayesi ile finanse ediliyor. En doğrusu doğrudan yabancı yatırım sermayesi çekmektir. Ne var ki Türkiye'ye 2020 yılında doğrudan yabancı yatırım sermayesi girmedi. Giren, doğrudan yabancı yatırım sermayesi kaleminde yer alan ve toplamı 4,2 milyar dolar tutan yabancıların gayrimenkul alımı oldu.
Kaldı ki Türkiye, kısa vadeli olan ve vadesi bir yıl içinde dolan toplam 188,8 milyar dolar dış borç çevirecek.
Bankaların döviz cinsinden 58 milyar dolar dış borcu var. Döviz kredisi olarak da 165,2 milyar dolar alacakları var. Ancak ekonomide daralma ve pandemi üst üste binince, geri dönmeyen kredilerde artış kaçınılmaz olacaktır. Böyle bir sonuç bankaları ve doğal olarak tüm ekonomiyi etkiler.
İster devlet olsun, ister özel sektör olsun dış borç ödemek için önce TL gelir artışı yaratmak, sonra bunu dövize çevirmek gerekir. Yani özel veya devlet dış borcu fark etmez, Türkiye'nin dış borç yükü önemlidir.
Gelir artışını fert başına GSYH'da büyüme gösteriyor. Türkiye son üç yıldır gelir artışı yaratamadı. 2020'de fert başına büyüme yüzde 1,2 oldu. Dış borçları ödemeye yeterli bir gelir artışı yoktur. Döviz sorunu daha da önemlidir. Bir yandan yabancı sermaye döviz girişi yoktur diğer yandan MB döviz rezervleri de yetersizdir.
Türkiye'nin beş yıllık tahvillerinin temerrüt risk pirimi 307 baz puandır. Venezuela gibi birkaç ülke hariç Türkiye tahvilleri dünyanın en riskli tahvilleridir. Buna rağmen hükümet algı operasyonu peşindedir. Halka yanlış bilgi vermek, her şey yolunda demekle, hiçbir şey yoluna girmiyor.
Dış borçlarda temerrüde düşmemek için kısa ve orta dönemde yapmamız gerekenler;
* Nereden bakarsak bakalım, bu tablonun tek çıkış yolu IMF'dir. IMF ile stand-by düzenlemesi Türkiye'de kriz riski var algısı yaratabilir. Ancak temerrüde düşmek daha ağır kriz demektir.
* İkincisi, dış ticaret politikasını değiştirmemiz gerekiyor. Çin'den teknoloji ve yatırım malı almadığımız halde her sene 18-20 milyar dolar dış ticaret açığı veriyoruz. Çin'e kota ve vergi uygulayarak bu açığı düşürmeliyiz.
* Dalgalı kur politikasını değiştirip, yerine yarı sabit kur politikası getirmeliyiz.
* Merkez Bankası yasasını değiştirip, bankayı siyasi baskı altından kurtarmalıyız. Ayrıca bankaya TL yanında kuru da gözetme görevi verilmelidir.
* Üretimde kullanılan yüzde 40 dolayındaki ithal girdi payını yüzde onlara düşürmeliyiz. Bunun için devlet ithal girdiye ikame olacak yatırımlara yüksek mali teşvik vermeli ve gerekirse kendisi bu yatırımı yapmalıdır.
Son olarak, uzun dönemde de planlama yaparak yapısal sorunları çözmeliyiz.