Bölünmekten korkmuyoruz

İstiklal Marşı “Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak” diye başlayan bir millet, vatanının bölünmesinden korkmaz; o vatan üzerinde yaşayan insanların birlik ve dirliğine kast edilmesinden endişe eder!

Her fırsatta, “Bölünmekten korkmayın” diyor Kürtçü siyasetçiler. En önce Sırrı Sakık; “Niye korkuyorsunuz ki, bakın Öcalan bile artık bölmekten vazgeçtim dedi” demişti, sonra sırasıyla diğerleri.
Öcalan’ın bu sözü, olan biteni anlamak ve geleceğin ön görüsünü yapabilmek açısından gerçekten çok önemliydi aslında, ama basın ve basının malum akil adamları, bu önemli itiraf nitelikli açıklamayı yine ıskaladılar.
Tekrar ediyorum; “Artık BÖL-MEK’ten VAZ-GEÇ-TİM” demişti Öcalan.
Bugün “Kürt sorunu” denilen şey, aslında bu cümlenin tam da içinde yatıyor.
Çünkü...
“Bölmekten vazgeçtim” in doğal çıkarımı şu değil mi; “Yıllarca Türkiye’yi bölmek için uğraştım, mücadele ettim, talimatlar verdim, kan döktüm. Ancak şimdi, bundan vazgeçtim”.
Ne zaman diyor bunu Öcalan; yakalandıktan çok sonra, tam 2007’de.
Demek ki Öcalan’ın bunca yıl, yani 1978’den 2007’ye tam 29 yıl “barış, kardeşlik, çözüm, anadil, kültürel haklar” gibi, “kan akmasın, analar ağlamasın” gibi derdi hiç yokmuş, hiç olmamış. Onun derdi Türkiye’yi bölmek ve kafasında yaşattığı “Kürdistan” ı kurmakmış, daha düne kadar.
Buradan şu da çıkıyor; demek ki Kürtçü siyasetçi ve yandaşlarının sürekli söyledikleri gibi PKK, Kürtlerin sorunları nedeniyle ortaya, daha doğrusu dağa çıkmamış. Demek ki PKK, dedikleri gibi “Kürt sorununun sonucu” asla değilmiş, hiç olmamış, bu bir ve net...
Hemen burada akla şu sorular geliyor;
Öcalan 29 yıl bu ülkeyi bölmeye çalıştı da, siz ne yapmaya çalıştınız!
Siz, Öcalan’a rağmen, “barış, kardeşlik, anadil” falan mı dediniz durdunuz bunca yıl! Siz neyin peşindeydiniz peki?
Siz, Öcalan’ın bu ülkeyi bölmeye çalıştığını bilmiyor muydunuz, hiç mi farkına varmadınız, hiç mi uyanmadınız! 29 yıl, dile kolay!

* * *

Bakın, böyle bir şey söz konusu dahi değil ve olamaz. Çünkü, bu ülkenin “İstiklâl Marşı”, “KORKMA!” diye başlıyor ve “Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak” diye devam ediyor.
Üstelik; diyelim ki “söndü” ve illâ birileri bundan korkacak ise, asıl korkması gereken, en az % 70’i bu ülkenin batısında yaşayan veya bir şekilde taraf olmayan diğer Kürt vatandaşlarımız değil midir?
Ve üstelik; Öcalan ve siyasi söylemcilerinin olur olmaz çeşitli dayatmaları, tehditleri ve “Demokratik Özerklik” gibi tamamen ayrılıkçı söylemleri nedeniyle Türk toplumu içerisinde “Ver kurtul” düşüncesinin giderek hakim olmaya ve sabırların tükenme işareti olan “Yeter artık” denmeye başlandığı da apaçık görülen ve algılanan sosyal, siyasal, toplumsal ve nihayet psikolojik bir gerçek değil midir?
Dolayısıyla, “Bölünmekten korkmak” başka bir şeydir, istememek ve buna direnmek başka bir şey, bu nedenle birbirine karıştırılmamalıdır. Bu, olsa olsa “endişe” etmektir ve bu duyguyu, daha çok, hatta daha ziyade, taşın altına bir türlü elini koyamayan o çoğunluktaki %70’lerin yaşaması gerekir, ki üç köfte beş kuruşu maalesef geçmek üzere ve pazarı biten Bor’dan Niğde yolu çok yakından olmasa bile, en azından çıplak gözle görülebilmektedir.
Buradan uyarması...
* Sabahattin Talu


++++++

İnsan hayal ettiği müddetçe yaşar!
Barış kardeşlik dostluk olsun...
Açlarımız tok, toklarımız farkında olsun...
Ekmekteki % 18 lik KDV pırlantadaki % 1 olsun...
Petrolumüz Avrupa birincisi değil en azından 3.üncüsü olsun...
Avrupanın en büyük adliye binasıyla değil; içini gerçek evrensel hukukla doldurabildiğimiz adalet sistemimizle övündüğümüz bir Türkiye olsun.. Sağlık olsun :-)
* Kamil Yılmaz

++++++

Bu ne perhiz
Karşıyaka Spor Kulübü basketbol takımı Kıbrıs Rum kesiminin Apoel isimli takımı ile Güney Kıbrıs’ta yaptığı maçta resmen dayak yedi. Kelimenin tam anlamıyla Karşıyakalı basketbolcular ve idareciler canlarını zor kurtardılar.
Kafile canını kurtarıp İzmir’e döndüğünde büyük bir kalabalık tarafından karşılandı. Devlet bakanlarımızdan ikisi de karşılayanlar arasındaydı. Boyunlarında kırmızı yeşil kaşkollar bütün Avrupa’ya meydan okur gibiydiler. Demeç üzerine demeç patlattılar. Birisi Spordan Sorumlu Devlet Bakanı, öteki yıllardan beri girmek istediğimiz AB ile yapılacak müzakerelerin başı idi.
Bu Karşıyaka, ki bir hafta evvel namağlup lig liderini yenmiş bir takımdı.Ve hafta sonu ligin güçlü ekiplerinden Beşiktaş ile deplasmanda önemli bir maçı vardı. Zaten Beşiktaş takımı da bu maça olayları kınayan bir pankartla çıkarak Karşıyaka’ya destek vermişti. Karşıyaka takımı sahaya çıktığında herkesi bir şaşkınlık aldı.Yaşları 15 ile 17 arasında değişen 8 çocuk ısınıyordu. Bunda bir tuhaflık vardı;çünkü maç büyükler maçı idi. İşin gerçeği daha sonra anlaşıldı. Karşıyaka maçtan önce federasyona baş vurmuş ve oyuncularının Apoel maçında müthiş bir travma yaşadığını, psikolojik olarak rahat olmadıklarını gerekçe göstererek maçın tehirini istemişti. Bu yerinde istek federasyonca kabul görmemiş ve Karşıyaka federasyonu protesto için maça gençleri ile çıkmıştı.
FİBA’nın Apoel’e verdiği cezayı eleştiren ve demeç üzerine demeç patlatarak şov yapan büyüklerimiz sıra içeriye gelince yine eski tavırlarına bürünmüşlerdi.
Şimdi sorulmaz mı bu ne perhiz bu ne lahana turşusu diye.
* Av.Selahattin Sekban-Trabzon

++++++

Tarih bu sözleri affetmeyecek
A-ka-pe(!) genel başkanı
‘-Kürtçülüğün de Türkçülüğün de karşısındayım’ dedi.
Hem de TBMM kürsüsünde.
Bölücülerin isteklerine uzun bir suskunluğun(!) ardından böyle cevap verdi. Türkiyelilik kavramından dem vurarak, lugatlarında ırkçılık olmadığını yüksek sesle dile getirdi.
Şakşakçıları geri durmadı tezahurattan ama tarih bu sözleri unutmayacak affetmeyecek..
Soruyorum bundan sonraki proje ülkenin ismini de mi değiştirmek?
Türklüğün karşısındaysanız adını Türk Milletinin yurdu oluşundan alan Türk’iye devletinin ismine de mi öfkelisiniz?
* Emin Dindar / Beykent Üniversitesi

++++++

Kıyafeti giymekle seğmen olunmuyor
Her 27 Aralık’ta, en önde Seğmen kıyafetleri ile gövde gösterilerinde bulunmayı seven Gökçek, Ankaralı hemşerilerini ne yazık ki tam bir hayal kırıklığına uğrattı. İş Bankası’ndan sonra Merkez Bankası’nın da Ankara’dan taşınması gündeme geliyor ama Gökçek, muhalefet partisi mensuplarına gösterdiği o aslan kükreyişini nedense kendi partisinin üyelerine karşı sergiliyemiyor!
Sayın Gökçek acaba Atatürk Ankara’ya gelmeseydi, o kahraman yiğit Seğmenlerimiz Atası ile omuz omuza vermese idi, ya da Atatürk Ankara’yı Başkent ilan etmemiş olsaydı, acaba bugün bu kudrete sahip bir belediye reisi olabilir miydi?
Ankaralı hemşerilerim bir kez daha gördüler ki; Seğmen kıyafeti giymekle Seğmen olunmuyor! Seğmen olmak Atasına en zor gününde sahip çıkılırak, düşman sınıra dayanmışken onu yokuşun daha başındayken danslarla karşılayarak olunuyor.
* Engin Balım


++++++

Başbakan’a göre ‘federasyon’ meşru
Sayın Başbakan RP’nin İl Başkanı ve MKYK üyesi iken Gazeteci Metin Sever ile Cem Dizdar tarafından gerçekleştirilip “2. Cumhuriyet Tartışmaları” ismi ile 1993 yılında basılan kitapta Sayın Başbakan sorulan bazı sorulara şu şekilde cevap vermiştir:
“Soru: Milli bütünlüğümüzün korunmasından söz ettiniz. Bu değişim süreci içersinde eğer, ülke içinde yaşayan bazı grup insanlar milli yapı içersinde kalmak istemezlerse ne olacak?
RTE: Onun kararını halk verecek.
Soru: Örneğin Kürtler biz ayrı yaşamak istiyoruz diyebilirler.
RTE: Bu durumda belki Osmanlı Eyaletler sistemi benzeri bir şey yapılabilir.
Soru: Bağımsızlık isterlerse, tamamen ayrılmak isterlerse...
RTE: Bu toprak üzerinde böyle bir bağımsız yapıyı kurma kudreti varsa kurar. Ama kudreti yoksa...
Soru: Buna hakkı var mıdır? Kudreti
olmayabilir...
RTE: Bu hakkı kimden isteyeceği önemlidir.
Soru: Hak istenmez. O hak meşrudur ya da değildir. Burada sorulan o; meşru mudur?
RTE: Coğrafi bütünlük içersinde evet, ama coğrafi ayrılık içersinde hayır.
Soru: Coğrafi bütünlükten kastınız misak-ı milli sınırları mı?
RTE: Ona orda hudut tayin edemem.
Soru: O zaman bu hak da meşru değildir diyorsunuz...
RTE: Eyaletler tarzı bir sistem içinde olabilir diyorum.
Soru: Ama bağımsız bir devlet olarak tasarlayamam diyorsunuz.
RTE: Tasarlayamam çünkü bu coğrafyanın mücadelesini veren sadece Kürtler olmamıştır ki!
Soru: Ama o coğrafyada yaşayan insanların böyle bir talebi olduğunda... ” Biz kendi kimliğimizle, bayrağımızla, Kazakistan, Özbekistan gibi bir ülke olmak istiyoruz “ derlerse, siz bu hakkı meşru bulur musunuz; bunu öğrenmek istiyorum!
RTE: Onu meşru olarak görmüyorum.”
İşte Sayın Başbakan’ın bu sorulara verdiği bu cevaplar karşısında aslında Türkiye’nin içerisinde “iki dilli - iki milletli - iki bayraklı - iki yönetimli bir Türkiye” nin inşasını meşru olarak gördüğü ve sadece ayrı devlet kurma fikrini meşru görmediği açık ve alenice ortadır. Zaten bugün İmralı’daki cani, etnik bölücü terör örgütü PKK, BDP ve DTK ayrı devlet kurma niyetinde olmadıklarını açıkça ifade etmektedirler. Şuan için sadece eyalet sistemi ile yetinmek istediklerini beyan ediyorlar. Lakin ileride daha fazlasını da isteyebilirler. Bu da zaten etnik bölücü terör örgütü PKK’nın kuruluş amaçları içerisinde olmakla birlikte Barzani tarafından da “Birleşik Kürdistan” olarak geçtiğimiz günlerde AKP’li milletvekillerinin gözünün önünde dile getirilmişti.
* Reyhan İşeri


++++++

akıl,
canı ve bedeni besleyendir yediğinin dışında
akıl,
düşünen cana sağlıklı beden verendir
akıl,
yorum ve sonuç getirendir sonunda
eğer,
düşünmeyen, yorum yapamayan, yanlış yapan aklı taşırsa beden
çare yok
işine gelenin ve başkalarının yükünü taşır...
beden akıl ile can bulur,
can ve beden akıl ile yol bulur...
* Tuncay Kalemoğlu

++++++

Bazı dostlarımız şimdiki ABD’yi ve devletini eski Roma imparatorluğuna benzetiyorlar, oysa ben onu eski Pers ya da Mısır imparatorluğuna benzetiyorum.
* Halim Demirci

++++++

Operatörün ABD olduğunu açıkla, sana inanalım
Seçimler var.
Ameliyat var.
Operatör de var.
RTE, “Türkçülüğe de, Kürtçülüğü de karşıyız. Bu ülke üzerinde ameliyat yaptırmayız.” dedi.
Kürtçülüğe de, Türkçülüğe de karşı olmak; her ikisini de aynı kefeye koymak, aynı değeri vermektir.
Türkler Türkiye’yi bölüp de, yeni devlet kurmak mı istiyor? Türkler Türkiye’yi niye bölsünler?
Türkçülüğe de Kürtçülüğe de karşısın ama cemaatçiliğe ve irtica-a karşı değilsin. Aslında Türk’e de Kürt’e de karşısın.
Bu ülke üzerinde ameliyat yaptırmayız diyorsun. Ameliyatı yapan Amerika ile birlikte çalışıyorsun.
Neden Amerika’nın Füze Kalkanı projesine evet diyorsun?
Neden Amerika ile birlikte Irak’ta savaşmayı istedin?
Neden Amerika’yla birlikte, Irak’ın kuzeyini Türkiye’nin Güneydoğusunu ekonomik olarak bütünleştirmeye çalışıyorsunuz?
Neden Kuzey Irak’taki toprak ağaları(feodalite) ile işbirliği yapıyorsun? Çünkü Amerika da feodalite(toprak ağalığı gericiliği) ile işbirliği yapıyor.
Bugün çıkıp, bu ülke üzerinde ameliyat yaptırmam diyorsun. Açılımlar yaparak, ameliyatı siz başlatmadınız mı?
Bu kadar Amerikancılıktan sonra biz nasıl bu “ameliyat yaptırmam” sözüne inanacağız?
Yoksa Wikileaks belgelerinden Amerika’nın artık seni gözden çıkardığına mı kanaat getirdin?
Yoksa ameliyatın Türk Halkı tarafından sana mı yapılacağı endişesine kapıldın da, ameliyat açıklaması yaptın?
Neden bölücülerin Demokratik Özerklik açıklamasından on gün sonra, Bölge Parlamentosu niteliğinde ki Demokratik Toplum Kongresinden altı ay sonra, ameliyat yaptırmam diyorsun?
Türkiye’nin başında durup, Türk-e karşı olmak seni bu açmazlara soktu.
Şimdi seçimler yaklaştı, Türk halkının hissiyatını okşamak, kendi tabanına selam yollamak için “ameliyat yaptırmayız” diyorsun.
Asıl operatörün adını koymadan, ortaya ameliyattan bahsetmek sadece mezarda ıslık çalmaktır.
Burada RTE’nin şimdiye kadar yapıp ettiklerinden yola çıkarak, bir tahmin yapmak gerekirse; Amerika’dan RTE’nin kulağına bir şeyler fısıldandığı anlaşılıyor. Bu fısıltı için on gün beklenerek açıklama yapılması gerekti.
Nedir bu fısıltı derseniz?
Bölünme meselesinde, federasyonlaşma meselesinde, vites küçül, aksi takdirde şimdiye kadar aldığımız yolu riske sokarız. İki adım ileri, bir adım geri atmakta yarar var. Önünde seçimler var. İşi zora sokmayalım denilmiş olabilir.
Operatörün Amerika olduğunu açıkla bizde sana inanalım.
Bekleyeceğiz.
* Bülent Esinoğlu

++++++

MİNİ YORUM
Yüksek Sadakat
Almanya’da yapılacak 56. Eurovision Şarkı Yarışmasında Türkiye’yi “Yüksek Sadakat” grubu temsil edecekmiş. Belki çok iyi müzik yapıyorlardır da ben kaçırmışımdır; öyleyse benim ayıbım. Grubun müzikalitesinin tamamen bu değerlendirmenin dışında olduğunu belirterek bu haberin bendeki çağrışımını paylaşmak istedim. Günümüz Türkiye’si bundan daha iyi bir “ad”la temsil edilemezdi. “Yüksek Sadakat” adı, biat rejimine en yakışır tercih olmuş; sembolik anlamı yüksek...

Yazarın Diğer Yazıları