Bizi ateşe atacaklar!
Bizi ateşe atacaklar!
“Suriye’deki yönetimi zerre kadar onaylıyor değilim ancak Amerika ve Batı bizi yalnız bırakır. Suriye ile yetmezmiş gibi Irak, Lübnan, İran ve Rusya ile de karşı karşıya kalacağız.”
İntikam alacağız, yaptıklarımızla yetinmeyeceğiz; Şam tehdittir, Esed düşmandır; askeri angajmanlar değiştiğinden Suriye kuvvetleri uyarısız vurulacaktır; Esed gidinceye kadar muhaliflere destek verilecektir”. Bu zannedildiği gibi gerilimin düşürüldüğünü değil, önümüzdeki süreçte ciddi bir savaş hazırlığına kapı araladığını gösteriyor.
Türkiye’nin öteden beri muhaliflere diplomatik, beşeri ve silah desteği verdiğini bilmeyen yok. S. Arabistan ve Katar’ın finanse ettiği söz konusu destek New York Times’ın yazdığına göre (21 Haziran) CIA aracılığıyla muhalifleri silahlandırmak şeklinde sürmektedir. CIA hücreleri güney illerimizde gizli operasyonlar düzenleyerek tüfek, roket, el bombaları ve tanksavar gibi silah ve mühimmatı sınırdan geçirip muhaliflere veriyorlar. Benzer haberlere İngiliz The Guardian gazetesi de yer verdi. Başka iddialara göre, Irak işgalinde olduğu gibi Adana İncirlik üssü bu sefer de aktif olarak kullanılmaktadır. Yine aynı Amerikan gazetesi (NYT) daha eylül ayında (20 Eylül) ABD ile Türkiye’nin Esed sonrası için birlikte çalıştıklarını, Esed’in devrilmesi için Türkiye’ye önemli roller düştüğünü yazmıştı. ABD, 2006’dan bu yana Suriye’deki yönetimin devrilmesi için bütçe ayırmıştı; WikiLeaks belgelerinde yer alan notlara göre bunun 6,3 milyon doları sadece sürgündeki Adalet ve Kalkınma Hareketi’nin Londra’da yayına geçen Barada TV içindi (Radikal, 13 Nisan 2011).
Fakat uçak kriziyle ilgili en dikkat çekici iddialar İtalyan ve Rus medyasından geldi. İtalyan havacılık muhabiri Cenciotti’ye göre Türk uçağının düşürülmesinin sebebi Suriye hava savunmasını test etmesiydi. Sıradan ihlal durumlarında uçak düşürülmez; şu aşamalar takip edilir: Uyarı, havada yolunun kesilmesi, eskort uçuşu. Rus uzmanlar da aynı görüşte. Igor Kortchenko’ya göre Türk uçakları, Suriye çevresindeki radyo-elektronik aktiviteleriyle ilgili yaptığı uçuşların sonuçlarını NATO mensubu diğer ülkelere vermektedir. Hava Savunma Dergisi Vestnik PVO Genel Yayın Yönetmeni Said Aminov’a göre, uçağın keşif amacı Rus yapımı orta ve kısa menzilli füzelerinden oluşan uçaksavar savunma sistemlerinin yeterliliğini test etmekti. Başka bir iddia, uçuşun amacı Kesep bölgesinde Rusların yenilediği radar ve Lazkiye’deki füze rampa sistemlerinin test edilmesiydi, düşürülen Türk uçağının yanında başka bir uçak vardı. Ruslar, Malatya’da NATO’ya bağlı radar sisteminin kurulması üzerine Suriye’ye olan silah ve teknik donanım faaliyetlerini artırdılar. Kısaca Malatya radar sistemi, Rusları aleyhimizde harekete geçirmiş oldu.
Düşürülen uçağımızla ilgili farklı bilgi ve iddialara yer vermemin sebebi, savaş zamanlarında ilk kaybolanın, hakikatlerin olmasıdır.
(...)
Birileri bizi bir savaşa itiyor. Bugün yanımızda durur gibi görünen Amerika ve Batı bizi yalnız bırakır. Suriye’deki yönetimi, iç savaşı, katliamları, Baas ideolojisini zerre miktarı onaylıyor değilim. Fakat çözüm bugün takip ettiğimiz yol değildir. Bizi Suriye ile yetmezmiş gibi Irak, Lübnan ve İran’la da ateşin içine atacak, hatta Rusya ile karşı karşıya getirecek milliyetçi ve mezhepçi kışkırtıcı retoriklerden uzak durmalıyız.
Ali Bulaç / Zaman
Erdoğan’ın zihni medya ile sürekli çatışma halinde
Başbakan, izlediği politikaları, aldığı kararları eleştiren, sorgulayan ya da bazı konularda kendisine beklediği desteği vermeyen köşe yazarlarına, gazetecilere, genelde medyaya çatmayı bir alışkanlık haline getirmiş bulunuyor. (...) Erdoğan’ın bu yılın ilk 6 ayı içinde, başta bütün TBMM grup toplantıları olmak üzere muhtelif vesilelerle yaptığı belli başlı konuşmaları medyaya dönük serpintileri açısından inceledim. (...) Bu 16 konuşma içinde medyaya çatmadığı yalnızca 2 konuşma var. Bunlar, 15 Mayıs ve 12 Haziran konuşmaları. Bu ikisi dışında kalan hepsinde (yüzde 87.5) de kural değişmemiş, basın bir şekilde Başbakan’ın eleştiri oklarına hedef olmuş. (...) Başbakan’ın grup konuşmalarında basınla ilgili yalnızca bir kez olumlu bir söz ettiğine rastladım. O da 31 Ocak tarihinde basının Fransa’ya “soykırım yasası” konusunda gösterdiği duyarlılık ve dayanışma için medyaya “kendisi ve milleti adına” teşekkür etmiş. Keza bu süre içinde düzenlediği toplam 5 genişletilmiş il başkanları toplantısının 4’ünde yine bir şekilde basına dokundurmuş. (...) İl kongrelerinde ise basına hiç değinmediği de oluyor ama birden parlayıp çok ağır yüklendiği de... Bunun dışında, Odalar Birliği ya da MÜSİAD gibi meslek kuruluşlarının kongrelerindeki kürsüden hitaplarında da medyaya dönük bir salvonun radarlara takılması olağan, sıkça karşılaşılan bir durum.
Başbakan, bazen kızgınlık içinde, bazen sitem düzeyinde, bazen inceden iğneleme şeklinde medyaya, köşe yazarlarına bir şekilde değinmeden yapamıyor. Anlıyoruz ki, Erdoğan, kafasının içinde sürekli medyayla bir hesaplaşma ve çatışma hali içinde.
Sedat Ergin / Hürriyet
CHP Aydın kongresinde asılan Deniz Gezmiş posteri nedeniyle
savcılık soruşturma başlatmış.
İyi iş! “Denizlerin asılmasına karşıyız” dedikleri buymuş demek...
Gülhan Elmas / Milliyet (Açık Pencere)
Hükümetin, 250. Madde değişikliğini 3. Yargı Paketine dahil etme girişimi “II. ÖYM Savaşı”nı başlattı
Destek verdi
Hukuki neşter şart
İlk sorun özellikle özel yetkili savcı ve hakimlerin donanım eksikliği, sınıfsal öfke, siyasi eğilim, kendine siyasi misyon biçme gibi türlü nedenlerle ellerindeki yetkiyi kullanırken hukuk kurallarına uygun davranmaması, kanunların sınırlarını zorlaması oldu. Bu çerçevede ÖYM’ler ve ÖYS’ler zamanla ve keyfi uygulamalara hukuki ve siyasi sorun merkezleri haline geldi.
İkinci sorun, yürümekte olan siyasi nitelikli davalara ilişkin ’meşruiyet’meselesiydi. İçi boş fezlekeleri hukuki metin haline çeviren inanılmaz iddianamelerle, keyfi ve söylentivari delillerle, hukuku zorlayan ara mahkeme kararlarıyla pek çok önemli davanın inandırıcılığını zedelediler.
Aynı zamanda hak ve özgürlük gasplarına, ‘otoriter bir yargı-siyaset dokusu’nun filizlenmesine yol açtı. Bu, ürettikleri üçüncü ağır sorundu. Böyle bir özel yetkili yargı yapısının, üst yetkilerle donatılmış, polisle tam işbirliği içinde, kendi başına politika üretme ve uygulama imkanlarına sahip bir gücün hukuken denetlenememesi, buna karşın siyasi başka denetimlere açık hale gelmesi dördüncü ağır sorunu oluşturdu.
Açık olan husus, siyasi nitelikli dava ve dosyalar alanına hukuki bir neşter atılmasının gerekliliğidir.
Ali Bayramoğlu / Yeni Şafak
Karşı çıktılar
Ön izin kimleri kapsayacak
Benim endişem “Özel Yetkili Mahkeme kaldırılıyor; demokratikleşiyoruz” paravanının arkasında sivil ve askeri bürokrasiyi yargılamak için, “izin alma” şartının yeniden getirilmesi. Özel Yetkili Mahkemelerin en önemli özelliği, Batı ülkelerindeki gibi doğrudan soruşturma başlatabilmesiydi. Medyaya yansıdığı kadarıyla bundan vazgeçiliyor. Acaba bu “ön izin” şartı emekli askerleri ya da bürokratları da kapsayacak mı?
Nazlı Ilıcak / Sabah
Cuntacıları koruyan parti olursunuz
Cevaplanması gerekli soru ise şu: Bu mahkemelerin mücadele ettiği, organize, çok kapsamlı ve yaygın bir coğrafyada işlenen suçlar ne olacak?
Seçim meydanlarına ’cuntalara kafa tutmuş parti’ olarak çıkan AK Parti, önümüzdeki seçimlerde ’cuntaları yargının elinden kaçırmış’ suçlamasına muhatap olma ihtimalini göz ardı ediyor. Biz üzerimize düşen görevi yaptığımız ve demokratik hakkımızı kullandığımız kanaatiyle tarihe not düşüyoruz. Bunun ötesi ’görelim Mevla neyler, neylerse güzel eyler’.
Bülent Korucu / Zaman