Bize can veren Allah özgürlüğümüzü de verdi...
Can Dündar ve Erdem Gül'ün mahkemesini dinlemeye gelen Avrupalı elçi ve konsolosları anlamaya çalışırsak, Türkiye'de insan hakları ve demokratik özgürlükler konusunda daha ileri adımlar atmış oluruz. Elbette böyle bir niyetimiz varsa !
Geçmişte, bugünkü Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan'a verilen 10 ay hapis cezası için, ABD İstanbul Başkonsolosu mahkemeyi dinlemekten de ileri gitmiş ve Hükümete rağmen ''Erdoğan'a verilen cezayı kabul etmiyoruz'' demişti. Başbakan Ecevit'te tepki göstermişti.
Yapılanları üst üste koyarsak, Avrupalı ve ABD'li konsolosların mahkemeleri etkilemek için değil, insanların özgürlüğünden endişe duydukları için böyle bir davranış içine girdikleri anlaşılır.
Avrupa'da insan hakları ve özgürlükler savaşı, bin yıllar sürdü... İngiltere'de Londra halkının da desteği ile baronlar ayaklandı ve 1215 yılında Krala Magna Carta'yı (Büyük Özgürlükler Sözleşmesi) imzalattılar. Bu yolla baronlar yanında bir kısım uyruklar için de özgürlük verildi. Bu mücadele orada kalmadı, İngiliz halkının özgürlük mücadelesi, 474 yıl sürdü. 1689'da ''İngiliz İnsan Hakları Bildirgesi' 'yayınlandı. İngiltere'de insan bedeninin başkasına ait değil, insanın kendisine ait olduğu tescil edilmiş oldu.
Almanya'da da Alman köylüler, 1525 yılında ''Köylülerin 12 maddesi'' adını taşıyan dilekçe ile asillerden, gasp edilmiş haklarının önemli bir kısmını aldılar.
Thomas Jefferson (13 Nisan 1743-4 Temmuz 1826), Amerika Birleşik Devletleri üçüncü başkanıdır. Çok sayıda zenci kölesi olduğu bilinir.
Ancak kendisi Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi'nin asıl yazarıdır. Bu bildirgede insan hakları da ağırlıklı olarak yer almaktadır.
Jefferson, ''Bütün insanlar eşit yaratılmışlardır, onları yaratan Tanrı kendilerine vazgeçilemez bazı haklar vermiştir, bu haklar arasında yaşama, özgürlük ve refahını arama hakları yer alır...'' diyor ve bu düşüncesini ''Bize can veren Tanrı, özgürlüğümüzü de verdi'' cümlesi ile veciz bir şekilde açıklıyor.
ABD halkı, bağımsızlığını ve haklarını İngiltere ile savaşarak, bedel ödeyerek kazandı.
Aslında tarihi boyunca insan hakları ve demokratik özgürlükler için mücadele vermiş tüm ülkelerde bu haklar halk hareketleri yoluyla halk tarafından söke söke alınmış ve bu nedenle ağır bedeller ödenmiştir.
Biz ise Kurtuluş Savaşı sonrası, Atatürk'ün gerçekleştirdiği Cumhuriyet, demokrasiye gidiş yolunu ve devrimleri kucağımızda bulduk. Bedel ödemediğimiz için insan hakları ve demokratik özgürlükler konusunda, Avrupalılar ve Amerikalılar kadar hassas olamıyoruz.
Demokratik ülkelerde bin yıllık mücadele sonucu elde edilen bu haklar aşağıdan yukarı geldiği için halkın değeridir ve halk tarafından sahiplenilmiştir. Söz konusu hakların ortadan kaldırılması ve otokrasiye gidiş de bu nedenle zaten mümkün değildir.
Demokrasinin tepeden geldiği bizim gibi ülkelerde bu hakların devam etmesi için siyasetin kurumlaşması gerekir. Ne var ki 1980 sonrası ANAP iktidarının getirdiği siyasi partiler kanunu ve seçim kanunu ön seçim ve baraja takılı kaldığı için insanları demokrasinin bir parçası olmaktan alıkoymaktadır . Sonrasındaki siyasi partiler de lider sultasını devam ettirmek için siyasi olarak yasal altyapıyı yapmamıştır.
Bu şartlarda, insan hakları ve demokratik özgürlükleri, insan yaşamı ve toplum refahı için olmazsa olmaz görenleri anlamakta, her zaman zorluk çekeceğiz.